04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilsen Başaran'dan bir Maraş destanı Maraş’tan Bir Haber Geldi İnsanın ve toplumların belleği unutmaya yatkın bir yapıda olmalı ki toplumsal kargaşaların, ağrıların, acıların kısa sürede unutulduğuna tanık oluyoruz. Daha dün sayılacak 13 yıl önceki, dünyanın en vahşi, acımasız Madımak faciasını yaratan ortamı bugün kime sorsak, anımsamadığını görüyoruz. Bu olaydan daha eski, daha da acımasız, yüzkarası bir olay da 28 yıl önce Kahramanmaraş’ta yaşanmış; insana, insanlığa, özellikle Anadolu insanına yakışmayacak acımasız bir katliam gerçekleştirilmişti. Bilsen Başaran bu katliamı şiirleştirmiş. köz kesilmiş kara gri yüzlerimizle kederli türküler yaktık, sarsarak ölülerimizin kan ıslağı etlerini çığlıklar çarpıp çarpıp çürüttü duvarları acılar yırtıp yırtıp kanattı tavanları… ah ki, "Kent de yerindeydi hem de bir balgam gibi (sf: 68) yerli yerindeydi…" ACIMASIZ BİR KATLİAM İnsanın ve toplumların belleği unutmaya yatkın bir yapıda olmalı ki toplumsal kargaşaların, ağrıların, acıların kısa sürede unutulduğuna tanık oluyoruz. Daha dün sayılacak 13 yıl önceki, dünyanın en vahşi, acımasız Madımak faciasını yaratan ortamı bugün kime sorsak, anımsamadığını görüyoruz. Bu olaydan daha eski, daha da acımasız, yüzkarası bir olay da 28 yıl önce Kahramanmaraş’ta yaşanmış; insana, insanlığa, özellikle Anadolu insanına yakışmayacak acımasız bir katliam gerçekleştirilmişti. 1923 Anadolu Aydınlanması ve devrimsel Cumhuriyet kazanımlarını çağ dışı bir karanlığa iten bu acı olayın yaratıcısı olan yöneticiler bugün de yönetimde. Umursamaz karanlık gidiş bugün de sürüyor. "Eğer peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem ve her türlü bilgiye sahip olsam, eğer dağları yerinden oynatacak kadar büyük bir imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim!" (İncilKorntlilerkısım 13) “vay ki vay… tutuşmuş bir gönüldüm onaltımda sünniymiş/ yezitmiş / kirvesiymiş babam neyime… al gömleğinde, tuğra gözlerinde titredikçe dağlar öyle derin bir ibadetti her kuşluk gözlerimizde deliren sevdalar. (sf: 84) Vay ki vay…" BELGESEL BİR KİTAP Amazonlar uygarlığını yaratan, hümanizmanın kaynağı bu topraklar dünyanın ilk rönesansını gerçekleştirmiş. Bu sevgi ortamında aynı kentte, köyde, kasabada, bir arada saygın, dingin yaşayan; kız alıp kız veren topluluğu birden bir kıvılcım ateşliyor. Dinginlik, saygınlık acımasız bir faciaya, kanlı bir katliama dönüşüyor. İnsan kılığındaki gözü dönmüş yaratıklar; komşusunu, tanıdığını, çocukları, bebeleri kurşunluyor, hançerliyor, asıyor, kesiyor, yüzlerce insanı işkenceyle öldürüyor. Bu acımasız, ilginç konuyu bir psikolog gibi ele almış, o kendine özgü şiirsel yeteneğiyle olağanüstü bir destan havasında işlemiş. Bu şiirsel doku ile, bu tarihsel olayı; bir yazın savaşçısı olarak görkemle yaratması beğenilerin üstündedir. Candan kutlarım. Ayrıca bir destan havasında okuyucuyu sürükleyen bu yapıtla olayı tarihe de kanıt olarak; o günün güçsüz, aymaz, sapkın yönetimine de bir tokat gibi şaklatıyor. Konuyu hazırlarken içinde kopan fırtınalar, dizelerine sinmiş. Bu zor uğraş içinde belgelere ulaşmak, bilgi toplamak aşamalarındaki karşılaştığı zorlukları da yenmiş olmalı ki tam belgesel bir yapıt ortaya çıkarmış. Ancak yapıtı ölümsüzleştiren, araya serpiştirdiği o kendine özgü şiirsel doku okuyucuyu adeta büyülüyor. "Eğer insanların ve meleklerin dilleriyle konuşsam ama sevgim olmasa, ses üstün yeteneğiyle görkemli biçimde yaratıp sunuyor kamuoyuna, okuyucuya ve de kös dinleyen aymaz yöneticilere. "… Esma SUNA’nın karnında katledilen bebeğin tanık tutanağından alıntıdır; "benim evim Suna anamın rahmiydi sevgi suyu içinde döner dururdum gün sayardık anamla / bir o bir ben her gün döne yuvarlana… hep okşayan ellerini hep sarmal kollarını en çok da sesini…. o su içinden güllerin titreşmesi gibi bulurdum. birgün… birden… keskin bir acı… sonra duydum ölüler okunurken adsız adımı…" (sf:112) ? Zeki BÜYÜKTANIR N efes kesen dizeleriyle, derinliğine belgesel çalışmalarıyla yaratılan yeni bir yapıt. Bilsen Başaran Öğretmenim bu yapıtıyla da yazın dünyasındaki ölümsüz adını yeniden pekiştirmiştir. "toplaşıp minarelerin dibine şehrin yoksul evlerine ve akarı gür din yerlerine yığıldıkça örtülemez nefret sesine yaratan beceremez diye yaratılanı kıymaya tahralarla nacaklarla tırnaklarla Allah için!.. Allah adına!.. bu nasıl MARAŞ Ökkeş ikimizin tanrısı aynı mı, söyle!.. söyle hangimizinki kalleş!" (sf: 52) Şiiri imgeyle besleyen, yazılarını ilginç betimlemelerle süsleyen, onlarca yapıtı yayımlandı. Şiir kitapları, çocuk öyküleri, çocuk romanları yanında sanat dergilerinde araştırma yazıları zevkle uğraştığı bir alan. Ancak bu son yapıtta çok zor iki kavramı bir arada, alaşım gibi, öylesine özdeşleştirmiş ki kusursuz bir yapıt çıkarmış ortaya. Bir yanda belgeler, yargı kararları, tanıklıklar, olaylar, kanıtlar ve acılar yumağı; öte yanda bunları incilerle süslü bir kaftan gibi işleyen o tadına doyulmaz şiirler, nefes kesen dizelerle sarmış sarmalanmış. Güniz Yayıncılık’tan 'Maraştan Bir Haber Geldi' adıyla yayımlanan bu değerli yapıt, belge ile şiiri desenli bir mozaik gibi süslemiş: "… ölüler taşıdık avlulardan odalara odalardan dolap içlerine parçalanmış kollar ezilmiş başlar kopmuş ayaklar bir odadan bir odaya feryatlar taşıdık donmuş dillerimizle SAYFA 10 çıkaran bir bakır ya da çınlayan bir zilden farkım olmaz." (İncilKorntlilerkısım 13) "… kirvendim avazının en keskininde öptüm sızdırdım sızını, boynunun terinden kanın döküldü eteğime artık kızlarım bacındı / kadınlarınız evladım kan ucunda dönerdi yuvanıza kem bakan göz ellerim atmacaydı yabana / lakin toprağınıza tohum sorgusuz sualsiz koruyandım başınızda." Genelde onun bütün yapıtlarındaki şiirleri yöntem olarak olağanüstü bir şiirsel akış içinde mayalanıyor. Bu destansı yapıt da aynı sanatsal düzeyde oluşmuş. Özellikle konuyu bir tarihçi, bir sosyolog gibi, şiirdeki kanıtlanmış KARANLIĞA SÜRÜKLENİŞ Anadolu’nun Cumhuriyetle başlayan II. Aydınlanma Dönemi’ni yaşıyoruz. (ilki yukarıda değindiğim MÖ 2500 yıl önceki İonya Aydınlanması) Ne yazık ki 1950’lerde gelen karşıdevrimin feodal kalıntıları, bağnaz şeriatçı güçler, çıkarcı politikacılarla el ele vererek sinsice yerleşti. Toplumun o eski kulümmet dönemindeki edilgin, bilinçsiz çağdışı yapısına yönlendirildi. İmam hatiplerle, şeyhlerle, şıhlarla, tarikatçılar Kuran kurslarıyla Ilımlı İslam safsatası içinde çağdışı bir karanlığa doğru sürükleniyoruz. Bu sürüklenme ve tıkanıklıkta 83 yıllık Cumhuriyet dönemini göz önüne alacak olursak bu oluşumlarda, geriye gidişte Türk aydınının yeri neresidir? Bu karanlık tabloda onun sorumluluk payı yok mudur? Söylenecek tek söz; Türk aydınının sorumluluğu üstlenmesi ve bugüne dek sürdürdüğü aymazlığı bırakıp edilginlikten sıyrılması gerekmez mi? Değerli yazar Y. Kadri Karaosmanoğlu Yaban romanındaki kahramanına o günün bir özeleştirisini yaptırır. Sonunda çekilen acılardan o günün aydınlarını sorumlu tutar. Bizim de bugün oturup bu soruyu kendimize sormamız gerekmez mi; bu karanlık gidişten kurtulmak için? Değerli yazar Başaran’a, bize bu yapıtı kazandırdığı için teşekkür ederken yine kendisinin tatlı dizeleriyle bitirelim: "bütün Maraş kan dolsa da Kanlı olsa da bütün Maraş / soğumam benim suçum bir tanedir YARATTIĞINI YARATTIĞINA KIRDIRAN…" Maraş’tan Bir Haber Geldi/ Bilsen Başaran/ Günizi Kitaplığı/ 220 s. KİTAP SAYI 893 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle