04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Necati Cumalı'dan 'Viran Dağlar' Türk edebiyatında Balkanlar ve Viran Dağlar Necati Cumalı'nın yazarlığı; çocukken yaşadıklarının anlatılması, ailesinden ve çevresinden dinledikleri, unutulmayan ses ve yüzler, aile ortamı gelişiminin mihenk taşı olduğu gibi 'Viran Dağlar' romanının yazılmasının da özüdür. Balkanlar’ın kendine özgü doğasını; köyleri, kasaba ve şehirleri, evlerini büyülü bir güzellikte yazar. O büyü aynı zamanda alabildiğine sade ve yalındır. Geleneksel roman kalıpları içinde yazılmış, kasaba gerçeğini iyi tanımış ve anlatmıştır. gelen yıllarda her ne kadar Türkiye katılmasa da İkinci Dünya Savaşı’nın (19391945) acımasızlığı ve yoksulluğu gençlik yıllarında da derin izler bıraktı. Cumalı, bütün bu yaşadıklarından dolayı, ruhuna işlemiş sıkıntıları yazarak atmaya çalışmıştı. BALKANLAR ve VİRAN DAĞLAR ROMANI: Necati Cumalı, yalnızca “Viran Dağlar/ Makedonya 1900” adlı kitaplarını yazmış olsaydı, çağdaş Türk edebiyatında kalemini Balkanlara, oranın şekillenen doğasına, kültürel kimliğine, insan ilişkilerine uzatan biri olarak belleğimize kazınacaktı. Onun, bir yazar olarak tüm anlatım özelliklerinin Viran Dağlar adlı romanına yansıdığını görebiliriz. 1991 1994 yılları arasında kaleme aldığı bu romanı, yazarın beslendiği ana kaynağın, bugüne kadar yazdıklarında ona temel oluşturan yerin Makedonya olduğunu gösterdiği gibi; gerçekçi/ tarihi roman dünyası kurmanın tüm boyutlarını içeren üstelik mekân insan, insan insan ilişkilerinin biçimlenişi, tarihsel motif altında yaşanılan yerle kurulan dil anlatımının güzel bir örneği olarak karşımıza çıkışıdır. Kuşkusuz yazarın doğduğu yer olan Balkanlar, romanın ana motifi, anlatımının özü olarak kendini gösterir. Balkanları tanımadan, orada yaşayan halkları bilmeden Necati Cumalı'nın roman dünyasının içine ne kadar girebiliriz, sorusunu kendimize sormamıza neden olur, Viran Dağlar… Necati Cumalı'nın yazarlığı; çocukken yaşadıklarının anlatılması, ailesinden ve çevresinden dinledikleri, unutulmayan ses ve yüzler, aile ortamı gelişiminin mihenk taşı olduğu gibi Viran Dağlar adlı romanın yazılmasının özüdür. Balkanların kendine özgü doğasını; köyleri, kasaba ve şehirleri, evlerini büyülü bir güzellikte yazar. O büyü aynı zamanda alabildiğine sade ve yalındır. Geleneksel roman kalıpları içinde yazılmış, kasaba gerçeğini iyi tanımış ve anlatmıştır. Romana Bilisteli sıradan köylü Şaban'ın hayatını anlatarak girer ve gezinmeye başlar tarihin sayfalarında. Yerzamanmekân olgusunu vurgularken savaşı, yıkımı, acımasızlığı, yaralı erlerin ızdırabını ve ölümü anlatır. Şaban, Balkan Savaşı'nda Osmanlı ordusunda erdir. Kumanova'da, Pirlepe'de, Manastır'da dövüşür, Kumanova'da yaşadığı bozgun sık sık rüyalarına girer… Vurucu, kısa, öz tasvirlerle anlatır kasabaları:“Biliste, Makedonya göller bölgesinde, kendi adını taşıyan küçük bir gölün kıyısında, yüz yirmi hanelik bir köydü. Sık erik, elma bahçeleri, kireç badanalı duvarları, çatılarının kırmızı kiremitleriyle gölün kıyısına üst üste çekilmiş yeşilbeyazkırmızı üç çizgi gibi görünürdü uzaktan…” Ya da, “Florina'nın içinden geçen çay, Peristeri Dağı'nın kar sularıyla kabarmıştı o günlerde…” Manastır kasabasını ise, “Balkanlar'ın Paris'i” diyerek yazar. Tiyatroları, gazinoları, lunaparkının geç saate kadar yanan ışıkları kadın ve erkeklerin eğlence merkezi olmasına yeterdi. Ve ekler: “coşkulu, tutkulu, yaşam dolu bir kenttir”. Bu eğlence kenti aynı zamanda siyasi atılımların da baş gösterdiği merkezdir. Balkanlar'da yeşeren özgürlük düşünceKİTAP SAYI ? Hâle SEVAL özlemi, sevgiyi, duyguyu anlatır dizeleri. Bir diğer şiirinde: “Her dilden türkülerin meramı bir Sıla, iki gözlü bir ev, bir gelin” diyerek; doğduğu, göç ettiği topraklara gönderme yaparken ev/gelin sözcüklerinin altında özlemini dile getirmekten çekinmez… Kentli toplumda orta ve alt sınıfın yaşamlarını, duygularını anlatır. Öyküleme gerek dar, gerekse geniş anlamda şiirlerine girer. Yaprak dergisinin çıkmasında ve bir iki eserinin yayımlanmasının dışında, bu dergiye başlangıçta gösterdiği çabalar devam etmez, ayrılır İzmir'e yerleşir. 1921 yılında Yunanistan Makedonya'sı Florina'da doğan yazar, edebiyattaki yerini, şiirlerinin yanı sıra, öyküleri, romanları ve yazdığı oyunlar ve buna ek olarak da senaryolarıyla pekiştirdi. Kitaplarında anlatım dili sade, yalın ve süslemeden uzaktır. Aşk ve yaşam kendi doğal çerçevesi içinde akıp giderken âdet, örf ve gelenekleri de unutmadan kendi üslubunu oluşturur. Romanlarında ele aldığı gerçek hayatın tüm canlılığını, hareketliliğini taşıyan tasvirlere yer verir. Aynı zamanda yerel motifleri, insanı ve doğduğu, büyüdüğü toprakları tüm renkliliğiyle yansıtır. Doğduğu, çocukluğunun ilk yıllarının geçtiği yer olan Balkanlar ve Kurtuluş Savaşından sonra göç ederek yerleştikleri Urla, onun yazınsal kimliğinin oluşmasında en büyük etkendir. Sürdüğü hayatın, değişimin izleri ve köklerine olan özlem, tutku, yazarlığının en belirgin yanıdır. Yazarın Florina'da geçen bir hayatı olmamasına rağmen, bunun yanı sıra anne ve babasından dinlediği Makedonya öyküleri, anlatılan hayatlardan gönülden etkilendiği ve Balkanlara karşı derin bir özlem duyduğu kesindir. Annesinin anlattığı hikâyeler ve anılardan derlediği bir çalışması da olduğunu biliriz, fakat bu öyküler kitaplaştırılmamıştır. Necati Cumalı'nın senaryosunu yazdığı filmlerin başında ilk aklımıza gelen, çevrenin ikiyüzlü ahlak anlayışını sergilediği 1982 yılındaki Mine'dir. “Kasaba” hayatının, o kısır döngüsü içinde yuvarlanıp giden hayatı anlatırken onda, bunu yazmaya iten en önemli etken Balkan topraklarında ailesinin yaşadığı, etkilendiği, kasaba hayatıdır. Viran Dağlar romanına da iç çember olarak baktığımızda “Balkan kasabalarında geçen hayatları” anlatır. DUYGUSAL ÇIKMAZLAR Diğer senaryolarından hemen aklımıza gelen; 1979 Derya Gülü, 1973Susuz Yaz, daha öncesinde 1949 Boş Beşik ve 1959 Tütün Zamanı'nı sayabiliriz. Öykülerinden “Ay Büyürken Uyuyamam” ve 1976 “Makedonya 1900” ve güncesini içeren “Yeşil Bir At Sırtında” onu daha yakından tanıma ve yazdıklarındaki duygusal çıkmazları anlamamıza yardımcı olur. Doğum tarihi olan 1921 ve o döneme baktığımızda Balkan toprakları açısından sancılı bir dönemdir. Peş peşe gelen Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması, yeni devletlerin kurulması ve Türkiye'nin Bağımsızlık Savaşı… Çok kısa sürede olagelen bu büyük savaş ve paylaşım için şöyle der Cumalı: “Bir yere vatanım diyebilmek için orada doğup büyümenin yetmediğini pahalı öğrenmiş bir kuşağın çocuklarıydık biz.” Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923'de imzalanıp da, Batı Trakya Türkleri olarak Batı Anadolu Rumları ile yer değiştiren ailenin çocuğu olarak yeni bir ülkeye alışmak zorunda kaldı, yazar. Ait olduğu toprakları, doğduğu, yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kalan, bir anlamda göç eden, belki sürgün olarak niteleyeceğimiz bir serüven yaşamış ailenin çocuğu olarak Batı Ege'ye geldi. Ve süre N ecati Cumalı'nın Türk edebiyatındaki konumuna dair söylenecek, yazılacak çalışmaların gerekliliğine hep inanmışımdır. Şair, öykücü, romancı, oyun yazarı kısaca edebiyat insanı Necati Cumalı'nın roman ve oyun yazarı olarak hafızalarda daha çok kalsa da, şair olarak duruş yerinin edebiyatımızda yeterince değerlendirilmediğini düşünürüm. Sabahattin Ali'nin desteğiyle öykü yazmaya başlayan Cumalı'nın, aklımızda kalan, dilimizin ucuna gelen öykü adlarından da kitaplarına adını veren, Metin Erksan tarafından 1963 yılında beyazperdeye aktarılan Susuz Yaz ve babasının ağzından Florina ve çevresini anlattığı Makedonya 1900 gelir hemen. Yazarın dünyasına bakarken yazdığı romanlarında yer alan kişilerin, bölgelerin, zamanın bize anlattıkları açısından ele almak ve Balkanları solumak Necati Cumalı'yı tanımanın en doğru yolu olarak bize ışık tutar. Cumalı, edebiyat dünyasına 1939 yılında yayımlanan ilk şiirleriyle girer, İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Yeni edebiyat anlayışını savunur. Garip hareketinin tam olarak içinde olmasa da, etkilendiği kesindir. Bu dönemde yazdığı şiirlerinde vezin ve kafiyeden uzaktadır. Bu da Garip hareketinden değişik ölçülerde etkilendiğini gösterir. Şiirdeki biçim ( vezin kafiyenin olmayışı ) anlayışı bunun en güzel örneğidir. Günlük hayat şiirin içindedir. Tıpkı romanlarında olduğu gibi şiirlerinde de yalınlıktan ayrılmadığından onu; hiçbir akıma, hiçbir harekete mal etmeden düşünmek belki daha doğrudur. 1943 yılında yazdığı “ Kızılçullu Yolunda ” adlı şiirinde şöyledir dizeleri: “Ben Fitnat hanımın oğlu Zayıf bir kızı severdim Gözlerinin içi gülerdi” Orhan Veli'yi anımsatan dizelerdir. Kısaca “hayatı”, “hayatın içinden” olanı ? SAYFA 8 CUMHURİYET 930
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle