Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? kadar geçecekti. Bunun gibi bir incelemede, İsveç modern suç romanının ana hatları ele alınırken aktarılan mirasın gelişimi ve 1965’de dağıtılan geleneğin detaylı ele alınamayacağı açık. 1965 özel bir okuma yılıydı. O yıl yayınlanan “Roseanna” isimli kitap birçok şeyi değiştirecekti; özellikle edebiyatın bir dalında. On hikâyeden ilki olan bu kitap evli bir çift tarafından yazılmıştı, Maj Sjöwall ve Per Wahlöö. Roman, onlara göre “bir silah gibi kullanılmalı, ideolojik olarak yoksullaştırılmış bir toplumun karnına bir yarık açmalıydı”. Yazarlar yazdıkları 10 hikâyenin, sanki bir hikâye gibi, tek bir suç romanıymış gibi okunması gerektiğini duyurdular, ve bu kitaptaki cürüm, sosyal demokrat partinin ihaneti idi. Bu o zamana kadar yazılmış tüm suç romanlarının söyleminden farklıydı. Sjöwall ve Wahlöö hikâyelerini o günün içinden ve her okuyucunun yabancılık çekmeyeceği şekilde günlük ortamı anlatarak yazmışlardı. Tümüyle toplumu ve karanlık, gizli yönlerini tanıtıyorlardı. Topluma saldırıyorlardı, kızgınlardı ve bir misyon yüklenmişlerdi. Yazdıkları her cümle, her hikâye ideolojik bir amaç taşıyordu. Bir polis memuru yaratmışlardı. Polis müfettişi, detektif Martin Beck. Bu tipleme birden inanılmaz popüler oluverdi, daha sonra birçok filmde, televizyon serisinde yer alacaktı. En önemlisi şimdiye kadar hiç yapılmamış yazınsal bir iddia ortaya koydular. Suç hikâyeleri de olsa, gerçek romanlar yazdıklarını ve bunun daha büyük bir değeri olduğunu öne sürdüler. Sonradan, suç öyküleri yazarlarının devralacağı bir tutum oldu bu. Bugün hâlâ çoğu İsveç suç romanı bu roman türündedir. S. ve W.'nin seçtiği sosyal gerçeklik üslubunda ve tehlikeli bir şekilde gazeteciliğe yakın bir tarz. Fakat her miras alınan şey gibi zaman içinde bazı değişimler de oldu. Öfke hafifledi, kurgulanan hikâyelerle ideoloji aktarmak bırakıldı. Bunun yerine hikâyeler giderek daha entelektüel ve psikolojik olmaya başladı. Bu tarz edebi bir iddia olarak hâlâ hassas bir meseledir, ancak cinayet romanı yazarları genelde kendilerine güvenirler, güvenlerinin sebepleri çeşitli olabilir, en baştaki sebep çok sattıkları içindir. Bu mirasın dokunulmadan süre gelen yönü, üslup ve hikâyenin geçtiği ortamdır. İsveç suç romanlarının % 90'ı günümüz toplumu içinde, sıradan ortamlarda ve gündelik hayatın içinde geçer. Anlatımın, Per Sjöwall ve Maj Wahlöö'den bugünün yazarlarına kadar dümdüz bir çizgide sürmediğini hatırlamalısınız. Gerçekte, suç romanları uzun yıllar büyük bir değişikilik olmadan devam eder. İsveç uzun bir duraklama ve bir tür sessizlik içinde değişti. Olaf Palme 1986'da öldürüldü, bunun etkileri abartılmamalı. Ancak, ilk olarak tüm ulus bir şaşkınlık geçirdi ve kendine geldiğinde de birçok şey değişti. S ve W’den meşaleyi alan kişi Henning Mankell'dir. İlk suç romanını 1991'de yazdı ve birçokları onun yolundan gittiler. Son olarak saydığımda, 19912005 arasında 57 kişinin yazarlık hayatına suç romanı ile başladığını buldum. Şimdi de romanlardaki ortama gelelim. Acaba İsveçlilerin suç romanı okumasının sebebi bu mudur? Bu romanların sıradan ortamlarda geçmesi, kolay anlaşılır olması mıdır? Evet ve hayır. Ben insanlar için onaylanmanın, önemli olduğunu düşünüyorum. Suç romanlaCUMHURİYET KİTAP SAYI Marie Peterson rı, insanların çalıştıklarını, bir şeylerle uğraştıklarını gösterir. Sıradan romanlardaki insanlar sanki çalışmıyorlar gibidir. Modern suç romanları sadece Stokholm ya da Göteborg'da değil, küçük kasabalarda da geçer ki, bu tür yerler daha önceleri edebiyatta pek yer almazdı. Bu romanlarda insanlar işleri bitince evlerine dönerler. Cinayet soruşturmalarında gündelik yaşamı soruşturmak çok önemlidir. Halınızın iplerine kadar her şey ilginç olabilir. Sanırım, insanların çoğu bu durumu seviyor. Yaşamımızın temel yönlerinin kitapta yer almasını seviyorlar. Fakat, yine de insanların suç romanı okumalarının gerçek nedeni bu mudur? Hayır. Benim şahsi görüşüm, suç romanları realist olarak şekillendirilse de yetişkinler için kahramanlık hikâyeleridir. İlk kahramanlık şiirlerinin modern versiyonlarıdır. Bugün buradaki yazarlar kabul etmeyebilir ama hepsi klasik kahramanları kendilerine özgü bir tarzda tekrar yaratmışlardır. Suç romanı, kaosun yerini alan düzen hikâyesidir. Kim? Ne? Ne zaman? Nasıl ve en heyecan verici olarak da Neden? Bu sorular kesin cevaplarını bulur. Suç romanları belirsizlikler ve dramlar olduğu kadar aynı zamanda güvenilirlikle de ilgilidir. Ve güveni kim getirir? Kahraman. Nerede buluruz böyle bir kahramanı? Kural olarak, girişini hemen yapacaktır. Bir cinayet sahnesi düşünün, telaşlı insanlar, hareket, bazı şeyler yapılıyor; ancak ölü vücuda daha yakından bakın, yanında diz çökmüş biri vardır. O ve ceset etrafında görülmez bir çember bulunur. Burada sessizlik hüküm sürer, sessizlik ve zihinsel meşguliyet. O kahramandır, modern bir insan ancak yine de bir mitolojik kahramandan izler taşıyordur. Önünde zor bir görev olan yalnız bir avcıdır. Zor ve tehlikeli bir mücadele. İsveç suç romanlarındaki kahramanların, sinema filmindeki kahramanlarla ortak noktası çok azdır. Roman kahramanın ailesine yazacak çok şeyi yoktur, yakışıklı değildir, sosyal yeteneği de çok önemli değildir. Ona bir silah verseniz budalaca kullanır, yarım mil koştursanız, ihtimal hastanelik olur. Onda ne varsa, kafasının içindedir. O düşünür, eylemci değildir. Suç romanı kahraman930 larının onda dokuzu orta yaşlı, gri saçlı, ciddi sağlık sorunları olan erkeklerdir. Kahraman kötü beslenir, çok içer, çok az egsersiz yapar. O ancak bir masal kahramanı gibi, her şey çözüme kavuştuğunda birden yüzeye çıkmış olacaktır. Sıfır noktası cinayet soruşturmasının başlangıç ânıdır. Örneğin kahramanı uykudan uyandıran, yemek masasından ya da koltuğundan kaldıran bir telefonun çalışıdır. Bir yavru izci gibi hazırlıklı olmalıdır. Yalnız biridir ama tek başına değildir. O ekibin lideridir, diğerleri ayak işlerini yaparken, o düşünür. Doğru bağlantıları, ipuçları ve işaretler arasında doğru ilintileri bulmak ona bağlıdır. Eğer yaşam tam bir resimse, katil bunu parçalar, kahramansa tekrardan parçaları birleştirendir. O bir zihin mühendisi gibidir. Fridolf Hammar zihin okuyucu idi ve biz bununla alay edip, haa... eski moda bulabiliriz. Ancak, modern polis kahraman sıklıkla psikolojiyi modern zihin okuyuculuğu kullanır ve iç gücüne, sezgiye dayanarak çözüme gider. Onu bariz şekilde problem çözücü yapan biricik fark mistik yeteneğidir ve ayrıca suç işleyenin itiraf edip etmemesi ona bağlıdır. Bu polis kahramanların ortak yönü, tamamen ve tüketen bir şekilde kendilerini görevlerine adamış olmalarıdır. Görev ve sadakatten de öte, takıntı sınırındadırlar. İşte burada, yola çıkmak üzere ceketini giyiyor, olur da hâlâ karısı var ise, şu an yine ona mazaretler mırıldanıyordur. Bitap haldedir, ancak kendini devam etmeye zorlar ve burada gerçekten tek geçerli soru: Bu ne tür bir zorunluluktur sorusudur. Ne denir bu duruma? Çok yoğun bir görev duygusu mu ya da keskin bir adalet bilinci mi? İlkel bir avcı olma güdüsü mü, öç mü? Tam olarak bunu bilemeyiz ama sanırım asıl nokta bu. Bu açıklanamaz olmalı, ayrıca kahramanın uyuduğu, iç huzurunun olduğu, aile yaşamı ve anlamlı ilişkiler sürdürdüğü durumlar da bizim için takdir konusudur. Erkek hep erkekler... Peki kadınlar nerede? Eğer suç romanları zamanımızı yansıtıyorsa, suç romanlarında kadınların olması gerekmez mi? Gerçekte polis gücünde az da olsa kadın detektif var. Eh, kadın burada ve iş başındaysa, becerikli, problem çözen ve kişisel özellikleri ile erkek kahramana benzeyendir. Buradaki anahtar kelime benzemek. Hiçbir kadın özel ve üzerinde konuşulmayan bir genel anlayışa göre doğal olan bir erkek kahraman haline sahip değil. Basitleştirseniz, kadın neredeyse bir kahraman kadar zeki, fakat erkek kadar değil, mantıklı ama fikir ve düşünceleri sistemli olarak bir araya getirmiyor. Kendini serbest olarak düşüncelerin akışına bıraktığı zamanlar çok seyrek. Eğer kadınlarda bu özel kahramanlık özellikleri olsa idi, şimdiye kadar fark edilirdi değil mi? Erkek kahramanla karşılaştırıldığında kadının onun kadar etkisi, parlaklığı ya da ağırlığı yok, sebebi; hiçbir yazar ona bunları vermiyor. Kurgusal dünya, insanı gerçek dünyadan özgürleştirir, ancak hiçbir cinayet romanı yazarının kullanmadığı bir şey bu. Kadın kahraman şimdiye kadar bilinmeyen bir varlık. Erkek kahraman arketipinin bir kopyası olarak kadını hiç görmedik. Bir noktaya kadar bu durum, ortaya konan vasıflarla ilgili. Belki de bu kadar hayranlık uyandıran ve parlak bir karakter çağ gerisinde kalmıştır. Giderek polis çiftlerden bir kahramanlık üretmenin sık görülmesi bundandır. İşte erkek ve kadın yanyana. Burada çizmeye çalıştığım kahraman tipi, tabii ki tipik bir İsveçli değil. Aynı türde değil belki ama, her yerde aynı miktarda. Yani çok yaygın bir durum ve benim buna iyi bir açıklamam yok. Tek söyleyebileceğim şu, kadın kahraman Die Hard filmindeki karakter gibi hapse girer, yeni suç romanları serisinde tekrar ortaya çıkar, eskisinden daha çok antik kahraman oluvermiştir. Kültürün içinde, gençliği, taze ve pürüzsüz vücutları nerelerde yücelttiğimiz bir muamma, suç romanları bunlar yerine entelektüel olgunluğu, deneyimi, ağır, yaralı bedenleri koydu. Orta yaştaki adamı güncelledi, uzantısı olmayan bir yere kadar yükseltti. Yani suç romanında ortaçağ adamı bir diva gibi karşılık buluyor. Bunun nedeni İsveçlilerin çok cinayet romanı okumaları mı? Evet ve hayır. Bunun tam bir resmini vermeden önce para konseptine değinmeliyim. Şimdiye kadar hiç bu kadar çok İsveçli suç romanı yazarları telif hakkı sayesinde rahat bir yaşam sürmemişti kazandığı ile. Hiçbir zaman kitapları bu kadar çok basılmamıştı, bu kadar dikkat çekmemişlerdi. İsveçli yayınevleri hiç bu kadar zengin olmamıştı. Okuyucu için, bu her sezon 70 kadar yeni kitap seçenekleri olduğu anlamına geliyor. Suç romanları okuyorlar çünkü, okuyorlar. Buna alışıklar, istiyorlar. Eğer sıradan bir roman okurlarsa, hikâyenin kurgusu farklı gelişirse sabırsızlaşırlar. Motor sesi duyamazlarsa endişelenirler, hikâye makinası hikâyeyi ilerletecektir. Yeterince drama yoksa huysuzlaşırlar ve sonunda rahatlama hissetmezlerse ödüllendirilmiş hissetmezler, tersine yoksunluk duyarlar. Bu bir tür kurgu bağımlılığıdır. Netice olarak, suç romanı ile sıradan romanı birbirinden ayıran çizgiler belirsizleşir ki bu iyi bir şeydir. Suç romanı yazarları tutkulu ve tutkuları artıyor. Bunun anlamı eski sıralamalar, ayrımcı çizgiler giderek anlamlarını yitiriyor. Ancak belirsizlik, ters bir yönde de ilerleyebilir. Son olarak, her türde yazar, hikâyenin konusuna edebiyatın en önemli aracı diye bakar. Dramsız bir roman, mantıksal bir olay dizisinin olmadığı bir roman, sonunda olayı çözme hazzının yaşanmadığı bir roman gerçek bir roman mıdır? Yani, işin dışında biri olarak bakınca, suç romanı bir model haline gelmiştir. Bu sadece ilginç değil, aynı zamanda hafifçe rahatsız edici. ? SAYFA 18