Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? Yazım sürecine başlamadan önce bir yıl kadar hikâyemi kafamda tasarlamakla geçiririm. Çoğu zaman, henüz yazmaya başlamadan önce bile son cümlemi bilirim. Her şeyden önce, yazmak için, üzerinde kafa yoracağım bir konuya gereksinim duyarım. Son kitabım “Gölge” de benim temel sorum: Gerçek başarı nedir? Herkesin görüp hayran olabileceği bir şey mi, yoksa gerçek başarı yüreğimizde duyduğumuz huzur, içimizde hissettiğimiz midir? Kitabın konusunu belirledikten sonra, psikolojik derinliği olan ve inanılır karakterler yaratmam gerekir. Karakterlerimi anlamak, her yaptıklarını sevmesem bile neden öyle davrandıklarını anlayabilmek, onlara karşı ve onlarla birlikte neler hissettiğimi bilebilmek benim için önemlidir. Daha sonra, konuyu ve karakterleri merak uyandıran bir hikâye içerisinde ve beklenmedik dönüm noktaları ile örmek isterim. Bütün bunları kafamda oluşturduktan sonra, ilk sayfadan başlayarak sırayla yazarım ve bir şekilde hikâyenin yapısı ben yazmaya başladığımda oturmuş olur. Bana bunun nasıl olduğunu sormayın, çünkü gerçekten bunu analiz etmek istemiyorum. Yeni fark ettim ki, tüm kitaplarımın ana konusu ortak. Ben her zaman kırılgan ve korunmasız bir çocuk hakkında yazıyorum, ama kitaplarımda bu çocuğu büyümüş, kendisinden yaşamı ve ilişkileri kotarması beklenen bir yetişkin olarak görüyoruz. İnsanoğlu, beyni gelişimini tamamlamadan önce doğuyor. İlk yıllar beynimizin bir kısmı dış etkilere çok açık. İnsanın psikolojik kırılganlığı en fazla yaşamın ilk yıllarında. Yani ne tür bir ailesi olursa olsun, aile içinde tümüyle korumasızdır; çocuğun ebeveynleri ile karşılıklı etkileşimi beyninde kalıcı izler bırakır. Şöyle de denilebilir; bu deneyimler çocuğun beyninde, işaretlerin artık yolunu belirlediği bir harita yaratır ve her sinyal tekrarlandıkça bağlantılı olduğu yol gittikçe genişler ve giderek her yeni işaret de yolunu doğrudan bulmaya başlar. Diyebiliriz ki, ilk yıllarda öğrendiğimiz sevgi, empati ve şefkati tüm yaşamımızda kullanırız. Yetişkinler olarak, durumlar ve ilişkiler karşısında çocukluğumuzda öğrendiklerimizle bir bağ kurmaya ve bu bilgilerimizi doğrulamaya eğilim gösteririz. Şiddet dolu bir evde büyüyen insanların çoğu zaman şiddet içeren ilişkiler yaşaması boşa değildir. Ya da alkol, uyuşturucu istismarı olan bir evde büyüyen insanların çoğu zaman alkolik olması veya alkolik biriyle evlenmesi gibi. Bizim için yıkıcı olsa da, genelde çocukluğumuzda öğrendiklerimizi hatırlatacak ortamları aramaya eğilimimiz vardır, çünkü bu ortamlar evimizdir, çünkü orada nasıl davranacağımızı biliriz. Kitaplarım çoğu zaman karanlık olarak tanımlanır. Fakat ben yaşam hakkında yazmaya çalışıyorum, seçimlerimiz ve bunların sonuçları hakkında. Açıkça söylemediğimiz ancak sonraki nesillere aktardığımız her şey hakkında...Uzun zamandır, büyük politik gelişmelerle dünyayı değiştirmeye çalışıyoruz, ancak ben büyük meseleleri değiştirmek için, ilk olarak küçük meselelerden başlamız gerektiğine giderek daha çok ikna oluyorum. İnancım şu ki, daha makul bir dünyaya ulaşmanın anahtarı güven içinde saygı duyulan ve sevilen çocuklardan geçiyor. ? Inger Frimansson Inger Frimansson: “Tek ilgim cinayetin nasıl olabildiğinedir” ürekli yazarım, dört yaşımda harfleri ilk öğrendiğimden beri yazıyorum. Utangaç ve sessiz bir çocuktum, konuşkan değildim. Konuşmak yerine yazardım. Evde oturup çizmeyi, boyamayı ve yazmayı çok severdim. Annem, çoğu zaman “temiz havada oynamam” için beni dışarı çıkmaya zorlardı. Her anne bunu yapar. Bugün bile mavi gökyüzü, parlak kış günleri, aydınlık havanın meraklısı değilimdir. Bunlar, bana çoğu zaman seçme şansım olmadığı zamanları hatırlatır. Metni ve resimleriyle küçük kitapçıklar yapardım, hatta bir süre sonra cinayet ve şiddet üzerine heyecan verici kitaplar bile yaptım. Gazetecilerde satılan ucuz detektiflik hikâye kitaplarından etkilenmiştim, daha doğrusu kapaklarından. Hiçbir zaman okumadım onları. Okulda deneme yazılarında çok iyiydim. Tabii ki yazar olmak istiyordum, ama aynı zamanda da eğer “gerçek” bir işim olmazsa hayatımı kazanmamın imkânsız olduğunu da biliyordum. Bu yüzden gazetecilik okudum ve 30 yıl gazeteci olarak çalıştım. Evlendim 2 çocuğum oldu. İlk romanım basıldığında 40 yaşındaydım. Bugüne kadar 25 roman, psikolojik deneme, kısa öyküler, küçük çocuklar için kitaplar ve hatta şiirler yazdım. Siz çok hoş ve naziksiniz, nasıl oluyor da bu kadar korkunç suç romanları yazabiliyorsunuz? Bu tür sorularla çok sık karşılaşırım. Cevabım, bunu ben seçmedim olacak. Yarattığım karakterlerimin seçimi bu. 12 adet, içinde cinayet, katil olmayan roman yazmıştım. İtiraf edeyim, hiçbirinde bir yenilik yoktu. Bu ilk romanları sıklıkla kadın bakış açısından yazardım. Kadınların statü olarak, sosyal, ekono “S mik, biyolojik olarak güçsüz durumda olduklarını düşünürdüm. Eğer o yoksul kadınlarla ilgili her şeyi yazabilirsem, belki de dünyayı değiştirebilirdim... Ancak yavaş yavaş, insanların yoksul, güçsüz kadınları okumaktan hoşlanmadıklarını fark ettim. Hatta ben bile bu tür başlıklardan sıkılmıştım. Tam da bu zamanlarda, Justine sahneye çıkıverdi! “İyi Geceler, Sevgilim” romanımın hayatımı değiştiren baş karakteri Justine Dalvik. Justine kötü, içler acısı bir çocukluk yaşamıştır. 4 yaşındayken annesi ölür. Babası, sekreteri olan sabırsız kadın Flora ile evlenmiştir. Okulda zorbalıkla karşılaşır. İsmi tuhaftır ve annesi yoktur. Çocuklar çok acımasız olabiliyorlar. Bu kitabı yazma nedenlerimden biri de her zaman bu zorbalık meselesini düşünmüş olmamdır. Çocukluğumda vardı, bugün de var. Ben zorba biri değildim ya da zorbalığa da maruz kalmadım. Fakat, orada durup zorbalığa sessiz tanıklık edenlerden biriydim ve durdurmak için de hiçbir şey yapmazdım. Hikâye, Justine yetişkin olduğunda başlayacaktı. 45 yaşlarına gelmiş olmalıydı. Henüz mağdur durumdaydı, çocukluğundan kalma fiziksel bir yarası olduğunu hatırlarsınız. Ona öç alması için yardım edecektim. (JustineJusticeAdalet) Fakat nasıl? Bildiğim tek şey en azbir ya da iki kişi öldürülebilirdi.Ve insanları nasıl öldürürürsünüz? Bilmiyordum. Justine de bilmiyordu. İlk romanlarımı, kısa süreli işten ayrılma dönemlerimde ve zaman buldukça yazmıştım. Sadece birkaç ayınız varsa, çok araştırma yapacak zamanınız olmaz. Fakat bu sefer, Justine'e öç alabilmesi için yardım etmekte kararlıydım. İçinde yaşadığım barışçıl İsveçli topluluğa bakındım. Birden bana çok sıkıcı ve donuk göründüler. Justine'i dünyayı görmeye İsveç'ten dışarı gönderecektim. Bu sebeple, Nathan'la tanışıp ona âşık olmasını sağladım. Nathan, ondan biraz daha gençti ve ondan oldukça farklıydı. Birçok kez evlenmiş, boşanmış, maceracı biriydi. Maceracılar için tur yapan bir seyahat acentasında işe başlamıştı ve ilk deneme gezisini Malezya'daki yabanıl ormanlara yapacaktı. Justine'e, benimle bu geziye gelmek ister misin, cesaret edebilir misin? diye sordu. Şimdiye kadar hiçbir beyaz kadının gitmediği yerlerdi. Justine tabii ki onunla gitmek isterdi. Ona âşıktı. Ve sanırım Nathan'da ona. Fakat belki de, bir başka nedeni daha vardı. O yaşta bir kadının böyle bir güçlüğe ne kadar katlanabileceğini görmek istiyordu. Açık havada bir yaşama hiç de alışık olmayan bir kadın. Seyahatteki tüm güçlükleri anlatabilmek için neye benzediğini bilmem gerekirdi. Ben de ormana gidip dene yimlemeliydim. Bu mutlak bir şarttı. Hikâyenin geçerliliği için detaylar çok önemliydi. Açık havada yaşama alışık değildim. Hem ben, hem de Justine (değişik gruplarla) sonunda fark edecektik ki, bu büyük bir mücadele olacaktı. Bilirsiniz, yabani ormanda yürümek olanaksızdır. Emeklemek, çamurda yuvarlanmak, sık sık tökezlemek ve elinizden çalıların dikenlerini ayıklamak zorundasınızdır. Ben ve Justine en yaşlı olanlardık. Gençler sık sık bizi beklemek zorunda kaldılar, onlara yetiştiğimiz anda da hemen yola devam etmekte istekliydiler. Durum zorlayıcıydı, sıcaklık ve nem de cabası. Nem çok fazlaydı ve ormana girer girmez, kıyafetleriniz kokmaya başlayıveriyordu. Diğer rahatsız edici bir şey ise, sülüklerdi. Dar kıyafetlerle kendinizi korumaya çalışsanız bile geliyorlar, derinize ulaşma yolunu buluyorlardı. Acıtmıyorlardı ancak çok kan aktığından tabii ki hoş bir durum değildi. Isırmaları Mersedes amblemine benzer bir iz bırakıyordu ki böyle bir detay da bir yazar için özel sayılırdı. Gece, yerde yatıyorduk, başımızın üstünde sadece birer parça plastik vardı. Bu da yetmezmiş gibi her akşamüstü sağanak halde yağmur başlıyordu. Boşuna yağmur ormanları dememişler. Her şey sırılsıklamdı. Hiçbir şey tam kurumuyordu. Evet, çok zor ama aynı zamanda çok önemli günlerdi. Justine, barışçıl İsveç'te hiçbir zaman rastlamayacağı türden iyi bir silah, ok atan bir üfleme borusu bulmuştu. Ve eve dönerek “iyi Geceler, Sevgilim” romanını yazdım. Yayıncıma müsveddesini gösterdiğimde, onun yazdıklarımı özel bulduğunu fark ettim. Ama neyini özel bulduğunu anlamadım. Kitap yayımlandı, İsveç Akademisi Suç Romanları ödülüne aday olması benim için müthiş bir şaşkınlık sebebi oldu. Gözlerime inanamadım. Anlaşılan bir suç romanı yazmıştım!!! Kitap sadece aday gösterilmemiş bir de ödüle layık bulunmuştu. Ve insanlar kitabımı alıp okuyorlardı. Şu anki baskısı, ilk baskılardan çok farklı. Birden ve hayatımda ilk kezbirçok yabancı ülke yazdıklarımla ilgilenmiş ve haklarını satın almışlardı. Amerika'daki son yayınla birlikte kitap 9 ayrı dile çevrildi. Bu benim en büyük hamlem oldu. Ve neticede okuyucunun isteği bu tür kitaplar olmalı diye düşündüm. Böylece karakterlerim öldürmeye devam ettiler. Birçok suç romanı yazarının aksine, ben katillerin açısından, mutsuz insanların içlerinden sesleniyordum ve çoğu zaman da sıradan insanların birden maruz kaldıkları durumlardan çıkışları için şiddet kullanmaya zorlanmalarından. Hiçbir zaman hikâyelerime polisler, soruşturmalar katmam. Cinayetin çözümü ile ilgili değilimdir. Tek ilgim cinayetin nasıl olabildiğinedir. Karakterlerim çok kırılganlar. Görünüşte gayet normal insanlar ancak içlerinde büyük bir kara delik var gibi. Ben insanların neden katil oldukları ile ilgiliyim, arka plan ile... O hale nasıl geliyorlar? Karakterlerine ve zihinlerine biçim veren nedir? Aynı zamanda onları korumaya çalışırım, her zaman ve tüm kalbimle. Onları severim. Yaşamlarını mahvetmelerini istemem. Benim onlara karşı bir sorumluluğum var, çünkü ben bir yaratıcıyım ve onlara: Şimdi dikkatli ol! Onu yapma! İçki içKİTAP SAYI ? SAYFA 16 CUMHURİYET 930