04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... Dubrovski ? Sedat DEMİR D ostoyevski düşündü ve gerçeği Rus halkına ilk gösterenin Puşkin olduğunu söyledi. ‘Puşkin Üzerine Konuşması’nda, Rus edebiyatının ilk halkası olan Puşkin’in temel yönlerini birkaç başlık altında sıraladı. On sekizinci yüzyılın sonunda dünyaya gelen Puşkin’in, Dostoyevski’ye göre, Romantizm ile geleneksel edebiyatı birleştirerek varsıl Rus gerçekçiliğini ortaya çıkaran dehası, roman dilinin evrenselliği ve biricikliği hiç unutulamaz ve bu sayılanlar Rus edebiyatının kaidesini oluşturur. Haklıdır da. Çünkü onun yazmaya başladığı yıllardan geriye bakıldığında Rus steplerinde yazabilen bir isme pek rastlanmaz. Onun ardıllarından ve öğrencilerinden Gogol ise ustasını şöyle selamlar: “Puşkin olağanüstü bir olaydır; belki de Rus bilincine özgü, eşi görülmedik harika bir olaydır.” Rus dilinin bu büyük ozanının özgürlük tutkusuyla geçen kısa yaşamı, edebiyatı kadar ilgi çekicidir. Kışkırtan, özgürlükçü ve aklı başında okurların beğenisini kazanan şiirleri nedeniyle otoritenin aman Voltaire, Rousseau okurken, diğer yandan Derjavin’in koşuklarını ve Jukovski’nin masallarını dinliyordu. Puşkin, genç yaşlardan itibaren politik tavrını ve poetik tarzını Çar yönetimine karşı durarak gösterdi. Açıkçası, şiir türünde en fazla örneği sürgün yıllarında verdi ve Rusya sınırları içinde onun tanınan yönünü şiir olarak belirledi. Aslında ozan olarak bilinen Puşkin’e uygulanan cezalar, onu iktidarı yoran, hicveden, toplumsal gerçekçiliğe yakın, epik bir düzlemde şiir kurmaya yöneltti. Kafkasya ve Kırım’da geçirdiği sürgün yaşamında yeni bir dünyayla tanışır ve bu bölgelerin izlenimleri en verimli haliyle ‘Bahçesaray Çeşmesi’, ‘Kafkas Mahkumu’, ‘Poltava’ gibi yurt ve toplum odaklı şiirlerine yansır. Yine aynı tarihlerde dünya edebiyatının anıtlarından biri olarak kabul edilen, Rus dilinin imkânlarından alabildiğine faydalanan manzum eseri ‘Yevgeni Onegin’i inşa eder ve ‘Byelkin’in Öyküleri’ni yazar. Bu öyküler, Rus edebiyatı için bir ayrıcalıktır; aynı dönemde kaleme aldığı ‘Dubrovski’ romanı gibi Rusya’da anlatı dilinin sadeleşmesinde önemli bir etkinliği vardır. BİR İNTİKAMIN ROMANI Puşkin otuzuna geldiğinde, on yedi yaşındaki, bir anlamda kendi talihini çizen olaya neden olan kişiyle, Natalya Gonçarova’yla evlenir. Çar, ilgi duyduğu Gonçarova’yı sarayda görmek için Puşkin’e bir unvan verir. Puşkin, değeri azımsanmayacak bu unvan karşısında öfkelense de, Çar’ın bu hediyesini reddedemez. Yazar bu sırada, yasalara ve iktidara karşı halkın isyanını ve peşi sıra sürüklediği romantik bir aşkı anlatan ‘Dubrovski’ romanını yazmaktadır ve doğrusu, yaşadığı dışsal sıkıntılar bu romana hâkimdir. Yazar, babasının ölümü ve köylüsünün zorba bir soylu tarafından acı çektirildiğini duyarak eğitimini yarıda bırakıp köyüne dönen genç Dubrovski’nin bir halk kahramanına dönüşmesini okur için hikâyeleştirir. Öte yandan, halk isyanının anlatıldığı bu romanda Rusya’daki sınıf algısının, oluşumunun bir kesitini sunar. Romanın içinde, kötücül bir ıslıkla ‘Zafer Şim Aleksandr S. Puşkin sız baskısı altındaki Puşkin, 1837 yılında cinayeti andıran bir düelloda öldürüldüğünde sadece otuz sekiz yaşındaydı. Ölümünden sonra, sağlığındayken açtığı yolda yürüyen Tolstoy, Gogol, Dostoyevski gibi, artık dünya edebiyat literatürünün en başında yer alan isimlerle karşılaşılır. Ve hepsi de belleklerini karıştırdıklarında Puşkin’i görüp kendi edebi varlıkları için ona minnet duyarlar. Aleksandr S. Puşkin, 1799’da ömrü boyunca sezgisini rahatlıkla kullanıp geliştirebileceği bir ailenin içinde doğdu ve öğrendiği Fransızca’yla Avrupa’daki düşünce ve edebi gelişmeleri yakından izlerken, nazım biçimine dayalı Rus edebiyatını özümsedi. Bu, onun geleneksel Rus ve çağdaş Avrupa eğilimini kaynaştırabilmesine olanak sağladı. Bir yandan şekleri Gürlesin’ adlı türküyü çalan derebeyi Kirila Petroviç’in ve onun kendisi için kullanmaktan çekinmediği bürokrasinin üzerine Dubrovski’nin mermileri yağar. Puşkin’in yazın alanında, toplumun tüm kesimlerinden insanların yaşamı ve Rusya tarihindeki halk başkaldırıları konusu önemli bir yer kaplar. İlk kez Puşkin, Rus halkının türlü katmanlarındaki gelenekleri ve yaşamı apaçıklığıyla sunmayı başarmıştır. İçerik bakımından aynı yüzyılda yazılmış Kleist’ın Michel Kohlaas’ını da anıştıran Dubrovski, aslına bakarsanız temelini gerçek bir olaya, Puşkin’in üzerine bir inceleme yazdığı on yedinci yüzyılda geçen ‘Pugaçev Ayaklanması’na dayandırır. Bu ayaklanmayı daha geniş boyutta, yazarın başyapıtlarından ‘Yüzbaşının Kızı’nda da görürüz. Puşkin, kahramanı Troyekurov Dubrovski’yi ve çevresinde gelişen olayları, romantik anlayış çerçevesinde ulusal, toplumcu ve gerçekçi bir tabana yalın bir anlatımla yerleştirmeyi başarmıştır. Yüzyıl sonra ülkemizde de edebiyata konu olan, dönemin Rus derebeylik düzeni ve ona hizmet eden yönetim yapısına satirik bir ifadeyle yaklaşır. Bunu yaparken hümanizm olgusunu asla elden bırakmaz. Bu yüzden okur, sinemaya ve operaya uyarlanan ‘Dubrovski’yi değerlendirdiği an, bütün diyaloglarıyla, gelenek ve yaşayış biçimleriyle aynı zamanda gülümseyen bir romanı elinde tutmaktadır. Puşkin, özellikle düzyazı yapıtlarında büyük Rus edebiyatçılarına ışık tutuyor, ülkesinin ve dünya edebiyatının üzerinde sönmeyen bir güneş gibi parlıyor. Dostoyevski’nin dediği gibi, “Puşkin’in dehasının bütün insanlığı içine alan bir kaplamı var. Göğsünde kendi ulusunun yanı sıra yabancı ulusların da yüreği çarpar.” ‘Dubrovski’ ise, Gogol’ün Ölü Canlar’ını da imler, neredeyse yazılacağını haber verir ve bu roman, hiçbir zaman tükenmeyecek, evreni açıklayan, yazıldığı dönemi efsunlamasıyla gelecekte de çoğalacak bir yapıt. ? Dubrovski/ Aleksandr S. Puşkin/ Çeviren: Sabri Gürses/ Merkez Kitaplar/ 108 s. yaşanan başka hayatları, an tadında bile olsa, ‘sert kahvenin’ karşısında duran Çehov bile kendisini her yere taşımazdı belki de! Tütün tarlaları ve tarla kuşları şahidim olsun ki abartmıyorum. Bu romanın içinden canı sıkılan bir ut taksimi geçiyor. Sessiz bir çığlık nasıl anlatılırsa, bir insanın ruhuna incinmenin ve kırılmanın o derin edebi uykusu nasıl akarsa öyle akıyor bu romandaki cümleler ve yaşadığı çağı sorgulamaktan da asla çekinmiyor. Aynı şarkıların başka türlü söylenmesi mi şu bizim yaşadıklarımız. “Şarkı söyleyen şairler” gibi, yazar da burada asla nefesini kısmıyor. Romanını Virginia Woolf gibi hem içine kapanarak hem de alegorik bir sancıyla yazıyor; daha da ileri gidiyor, buruk ve imkânsız bir maviden kendine kullanılmamış bir deniz yapmaya çalışıyor adeta! KİTAP SAYI ? Engin TURGUT B azen şaşırır kalırım, bir roman nasıl yazılır, kurgusu nasıl oluşturulur diye. İtiraf etmeliyim ki; roman okuduğum zaman bile, o romanın derdinden de ötesine bakarım. Yani Sartre gibi ben de ne anlattığından çok, neyi nasıl anlattığına dikkat ederim. Bir edebiyat eseri ruhuma değmeyecekse, bana yeni bir şey söylemeyecekse ona arkamı dönerim. Ebru Gökçen Emre’nin ilk romanı “Aynı Güneşin Çocukları”nı okuyorum. Öylesine saf ve öylesine ustaca yazmış ki, okuyanı hem sarsıyor, hem hüzünlendiriyor hem de bir solukta okurken kimi yerlerin altını çizemeden de edemiyorsunuz. Yazarın ilk romanı olmasına rağmen çok ustalıklı bir dil ve anlatımla su gibi akıp gidiyor adeta. Bu romandan alıntılar yapmak gerekiyor. Çünkü öyle sahici anlatmış ki doğudaki yalnızlığı ve acıyla kuşatılmış Aynı Güneşin Çocukları hayatları, okurken siz de o hayatların içine giriveriyorsunuz… Roman yazmak kadar bela bir şey var mıdır? Sanki romancı daha çok özgürleşiyor yazarken. İnsan roman okurken de yazarken de sanki hayatı yeniden öğreniyor. Ebru Gökçen Emre de yalnızlardan birisi olmuş. Kim ki yazıya ve yazmaya tutsak, kim ki hayatı yeniden ‘temize çekmeye’ kalkışıyor ya da tertemiz bir hayat düşlüyorsa yalnızdır diye düşünüyorum. İlk kitabıyla bunu başarmış bir yazar karşımızdaki. Doğu’nun belki de en gelişmiş ve mazlumiyetini ve masumiyetini ısrarla koruyan, bir yandan da sıkıntıların en yoğun olduğu şehirlerden biri olan Diyarbakır’da geçiyor romanın en can alıcı yerleri. Ama hayat nereden geçerse geçsin; Ebru Gökçen Emre, içinden akan her şeyi hayat sanıp yazacak kadar, uzaktan bir gurbet geçse, onu edebiyat tenhalığı ve sakinliği içinde romanın coşkusuna sokacak kadar yetenekli birisi. Roman sadece Zeynep ve Yekta karakteri üzerinde yoğunlaşmıyor. Romanın asıl derdi başka! Bir durumu, ? SAYFA 22 CUMHURİYET 930
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle