Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nihat Behram'la “Yalın Yürek Bayram Gümüş” üzerine... ları yere göre değil doydukları yere göre' ayarlı olanlarımız bu derin kültürü küçümser.. ‘RASLANTISAL KONUK’ Kendi coğrafyasındaki kültürel köklerini küçümseyen daha doğrusu kültürel köklerinden kopuk olanları 'rastlantısal konuk' olarak niteliyorsunuz.. Kuş bilimcileri böyle tanımlar. Yani göç yolunda rüzgâra kapılma, hayvanat bahçelerinden kaçma ya da sahiplerince doğaya bırakılma gibi değişik nedenlerle, olmaması gereken bir bölgede bir kuş gözlemlediklerinde 'rastlantısal konuk' diye kayıt düşerler. Yani o kuşun orada yetişme, var olma koşulları yoktur. Köksüzdür. Köklenmesi de mümkün değildir. Görüldüğü andaki 'popülaritesinin' nedenleri ne yerel ne evrenseldir. Sadece 'küresel'dir! Orası için geçmişsiz ve geleceksizdir. Bir sanatçı hakkında onun eseri esas alınarak bir değerlendirme yapılır. Siz alışılmışın dışında bir yöntem uyguluyor, dört mevsim günlük yaşam tepkilerini izleyip, 'beşinci mevsim' dediğiniz zaman diliminde Bayram Gümüş'ün hayatına, doğup büyüdüğü yerlere doğru, 'fırçası rüzgâr olan, boyasını sudan, topraktan ve havadan toplayan bir tabloda' bir yolculuğa çıkıyorsunuz... Bayram yalın yürek bir sanatçı. Mucizevi düşlerin kişiliğinde tıpkı çocuklardaki gibi doğallık taşıdığı bir sanatçı. Bayram'ın günlük yaşantısındaki mucizevi, abartılı düşlere sarılı doğal tepkileri, halk masallarındaki, seyirlik orta oyunlarındaki, aşık atışmalarındaki, efsane ve destanlardaki ruhu çağrıştırdı bana. Renklerinin köklerine doğru yolculuk duygusu da kendiliğinden oluştu. Bir ressamdan yola çıkıyorsunuz ama resim çözümleri değil, farklı bir kurguyla oluşturduğunuz öyküde şiirden müziğe dek sanatın bütün alanlarında geçerli bir omurga arıyorsunuz... Farklı alanlardan sanatçıların, farklı davranış ve tepkileri, farklı algı ve yorumları olmakla birlikte, mucizevi düş gücüyle gerçeği, yaşamı, yaşam gerçekliğini yorumlayıp yeniden yaratmak, bütün sahi sanatçıların özelliği, ortak değeridir. Sahi bilim adamı ve düşünürlerin de. Bu anlamıyla Lenin'in ve Einstein'in dehaları da gerçeğin, yaşamın, yaşam gerçekliğinin yaratıcı yorumuna yönelik mucizevi düşlerle örülüdür. Bayram Gümüş, eşi ve çocuklarıyla... ‘Hayatta kökü olmayan sanat sahi değildir’ Nihat Behram'ın “Hayatın renkleriyle ruhumuzu emziren Yalın Yürek Bayram Gümüş” adlı son kitabı Everest Yayınları’nca okura sunuldu. Kitap hakkında kapak tanıtımında, “Darağacında Üç Fidan belgesel anlatı olarak yazında yeni bir türdü. İlerleyen yıllarda efsaneleşti. Behram bu kez 'Toprakta kökü olmayan fidan gibi, hayatta kökü olmayan sanat da sahi değildir!' diyor. Ressam Bayram Gümüş'ün hayatından hareketle İstanbul tamirhanelerinden Toroslar'a dek yalın yürek bir tabloda renklerin hayattaki öz köklerini arıyor. Konusunda milat olacak bu belgesel anlatısıyla, Behram yine çok önemli bir derdi ucundan kanatıyor. Gerçeklikten can alan tutkusuyla, yurtseverlik duygusunun ateşiyle yine çarpıcı, yine sarsıcı, yine şiirsel ve okuyanda doyumsuzluk bırakan bir yapıt. Başlarsa önemli olacak yeteneklerin önünü açan bir başucu kitabı” deniliyor. Gerçekten, içeriğinin öneminin yanı sıra anlatımıyla da, daha ilk satırından insanın tutkuyla yapıştığı ve bitirmeden bırakamadığı bir yapıt. Behram'la kitabı hakkında konuşmaya bu duyguyla başlıyoruz. SAYFA 20 ? Denizcan KARAPINAR K öklerinize doğru çıktığınız yolculukta, kitabınızın daha başlarındaki bölümde, bir badem ağacının yanında Bayram Gümüş'le aranızda geçen bir diyalog var. “Bademden bir dal almadın mı?” diye sorduğunuzda sizi “Kıyamadım!”diye yanıtlıyor. Bölüm şöyle bitiyor: “Onun bu 'Kıyamadım!' yanıtı canımda sızı gibi yankılandı. Yol üstünde olmasak, 'Soludukça yolduğum kendi canımdan, kendi ruhumun yapraklarıdır!' diye bir şiire başlardım.” Bu şiir yazıldı mı? Okuduğunuz kitaba aktı! Köklerini aradığınız renklerin Yunus'a, Karacaoğlan'a, Dadal'a ve genel olarak Anadolu halk kültürüne tutunduğunu, oradan can aldığını söylüyorsunuz... Ruhumuzu emzirdiğimiz coğrafyanın gökyüzünü de söylüyorum, yeryüzünü de. Torosları, Nâzım'ı, T. Fikret'i, Dağlarca'yı, sularında dört denizin mıknatısını taşıyan ırmakları, Nakkaş Osman'ı, Matrakcı Nasuh'u, masalları, destanları, göknarları, ardıçları da... Ruhumuzu emzirdikçe ancak var olduğumuz o enginlikte daha niceleri var.. bunlar aklıma ilk gelenler.. Yozlaşmanın kökten kopmuş olmakla ilintisine işaret ediyorsunuz.. Sözgelimi bir insani değer olarak 'sevdanın yozlaşmasından' söz ederken kökünüz olarak sığınır gibi özellikle Karacaoğlan'a sarılıyorsunuz... Kökten kopmuş olmak da artık köksüzlüktür, can taşımaz.. Tabii ki sevda en yüce insani değerlerden biridir. Şimdi sizin bu konuda 'Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin' gibi kökleriniz var. Karacaoğlan 'sevda' değerini yeryüzünde ve insanlık tarihinde en derinlere işlemiştir. Ero tizm sevdanın ruh taşıyan sahi bir unsurudur. Ama müstehcenlik, pornografi ruh taşımaz. Sevdayla, cinsellikle ilişkisi sahtedir. Yozlaşma içerir. Bugün sunulan budur. Yozlaşma, magazinleşme, hormonlaşma, ucuzlama, sığlaşma, sahtelik, cansızlaşma, arabeskleşme var.. Bir arı bir gram bal sağmak için binlerce çiçek dolaşır. Balın sahisinin ardında arı var, çiçekler ve bu emek var. Kovanın yanına hormonlu su koyarsanız arı arabeskleşir. Arabesklik can değil tembellik, uyuşukluk içerir. Bu bal sahi değildir. Sahi olmasının köklerinden yoksundur, kopmuştur. Bugün kültürde de başat olan bu hormonlu fastfood kültürüdür. Ruhun sahiciliği de onu nereden emzirdiğine bağlıdır. Yaşadığımız coğrafyada binlerce yıla dayalı derin bir kültür olduğuna, bunun dünyada çağlar boyu birçok önemli sanatçıyı etkilediğine işaret ediyorsunuz... Öyle değil mi? 13. yüzyılda Avrupa feodalizmin karanlığında iken Anadolu'da Yunus diye bir güneş yok muydu? Goethe'de Mevlana şiirlerinin etkisi yok mudur? Rembrant'ı minyatürlerinden Mevlana portresi yapmaya götüren duygu nedir? Peter Brook'un en ünlü oyununun esin kaynağında minyatür yazmalarımız, efsanelerimiz yok mudur? Ve daha niceleri. Bir bizim 'doğduk ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 930