Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
sesler, bir kehanet gibi, dolaşarak ağızdan ağıza yayılıyor: Kosova, Kosovar, Slobodan, Milosevic; ölümleri düşünüyorum üzerinde durmadığımız Cevat ÇAPAN Şiir Atlası düşünüyorum bütün isteklerimizi: Eros! Eros! Eros! sadece kentlerde yaşadığını sanıyorum Eros’unhatırlatıyor bana kente gitmekkimseyi aptal göstermez bu yırtık pırtık elbise; Eros’u aldatmaya hayır çıplak istiyor seni, yalnız ölümsüz tehlikeli her şey, her şey andır inanıyorum ölümsüz olabiliriz bir gece de olsa iki hafta da yaşadıkça; zamanı değil, buradayız genç değiliz artık, inanmayalım bundan böyle ölümsüzlüğe; çok yakınız şu anda ölenlere öylesine sevecen, öylesine körpe, öylesine genç bazıları, öylesine taze, öylesine tehlikeli, yalnız öylesine, Tanrım, nasıl ağlıyorlar ıssızlıkları içinde inanmaya devam edenler ölümsüzlüğe. düşün uyuyorken öldüğümüzü uyandır ve seslen: geceye sokul taşıyorum içimizde bir yerlerde kıpırtısız ölümsüzlük otunu bir ip bağla parmağına yıllar öncesinin soğuk gecelerini değil hatırlatsın ipek tenini zamanlar öncesinin bronzluğunu, pürüzsüzlüğünü kasların, ne şu, ne bu Kuzey, Güney güçleri de değil gövdeleri örseleyen ten deniz güneş budaklı çam ağaçlarının, evin arasından ateş ateş ateş hayır, o zaman değil, böyle anlarında güneşin unutma sanat uyuşturucudur, diyenleri gerçek gibi sıcak ateşler içinde çiziliyor sınırlar gerçek olan şeylerin gölgeleri gibi bana biraz değer ver bu sabah güneşinin uzaklığında bu sınırlarda hatırlat banadirenme gibibak neler var karşıda: Juffrou’ların evinden yükseliyor duman. ÇİFTLİKTE BİR İŞ TATİLİ Bu tatil, bırakıyorum gündelik işlerimi, Miller’in yapıtlarını incelemeyi, akşamları ateşin yanında, çiftlikte, çiftçilerle, oturma odasında, otururken, iş olsun diye bir örgü örüyorum, rasgele, örneksiz, kaldırıp başımı, gösterdim ördüğüm şeyi, sordum neye benzettiklerini yanıtladılar “üç inek memesi”, sonra “deniz yeşili bir kırda atlar”; ama ben, gece gündüz alevleri göğe yükselen dört parmaklı sarı sabır çiçeklerini düşününce, “sert çizgilerle kan rengi bir bezeme çizen eller örneği ateşten taçlar” diyorum onlara. CUMHURİYET KİTAP SAYI 851 Joan Metelerkamp/ Şiirler/ Çeviren: İlyas Tunç ‘eksikliğini hissettiğimiz, gerekli olandır bize’ Güney Afrikalı şair, Joan Metelerkamp, 1956 yılında Pretoria’da doğdu, çocukluğu KwaazuluNatal’da geçti. 20002003 yılları arasında New Coin şiir dergisinin editörlüğünü yürüttü. Doktorasını, şair Ruth Miller üzerine yaptı. İlk kitabı, ‘Towing the Line’ ile ‘Sanlam1991’ ödülünü aldı. 1990’lardan bu yana çeşitli dergi ve gazetelerde ürünleri yayımlanan Metelerkamp, Knysna kentine yakın bir yerde baba çiftliğinde, kocası ve iki oğluyla birlikte yaşıyor. Lirik, içsel, öyküsel bir anlatımı olan şairin yayımlanan şiir kitapları: Towing the Line (Halatı Çekmek), Carrefour, 1992; Stone No More (Taştan Değil), Gecko Poetry, 1995; Floating Island (Yüzen Adalar), Mokoro, 2001; Requiem (Ağıt), Deep South, 2003; Carring the Fire (Ateşi Tutmak), Substancebooks, 2005. UFUKTA GÖZLENENLER kum tepesinin arkasından kanatlanan iki çakalkuşu iki paraşüt uçuyorlar geriye inanın bana yükselen hava çekiyor onları aşağılardan akçayel öyle kuvvetli ki yüzdürüyor paraşütleri gökyüzünün içinde tutuyor kolayca her birini geçerek kendinden şiire hayır, ama gereksinim dedi arkadaşım, güvendiğim biri âşık olmuştum bir keresinde eksiklikten doğan şiirlere ona kim inanacak kim söyleyecek kimin fark etmesi gerektiğini sinsice gelen bu akşamı gittikçe daha yakından batan ilk bahar güneşiyle güneye doğru genişliyor açısı kızıllaşan tepenin arkalarda sürüklenmiş bulutlar pencereden bakıyorken eksikliğini hissettiğimiz, gerekli olandır bize, sana, bana belki bir paraşüt, belki kaygısızlık, uyuşturucu belkiTUHAF BİR ŞEKİLDE ağır işlerden sonra kendine getiririm seni yoğunlaşarak, aklın başında atarsın üzerinden giysilerini çakıllı bir patikanın ortasında SAYFA 30 derinlerinde kırların bir yılan örneği yorgun, kirli, geldiğim bu kent kahrolası kovulmuşum oradan – elektrikli teller gerilmiş duvarlar boyunca çekiliyorum geri Ölüler Ülkesi’nden dönmüşüm sanki imkânsız temkinsiz yürümek uyum içinde kendi yaşamlarıyla eski arkadaşlarımın hepsi seçenekler düşünemezlermiş gibi Pretoria’da yalnızca sekiz kişi geldi şiir okumaya canlandırdı bu tuhaf mahalleyi sakız ağacına benziyor çınar, büyülü, yeni çıkmış yapraklarıyla kim söylüyor düş gördüğümü, evde öyle yalnızım kiÖLÜLERİ HATIRLAMAK “ölüleri hatırlamak, sevgili ölüleri” Kavafis Sabahleyin oturuyorum güneşte, ev işlerinden sonra, oturuyorum, içleniyorum, ayaklarımın dibinde köpekler, inliyor güneşte, kıvranıyor, gölgede kedi, şimdi, yükselen güneş, tekdüze sesi çamaşır makinesinin, düşünüyorum bütün gereksiz işleri, her günkü sıradan işleri, yeniden, hep yeniden; bazıları ertenmiş, bitmiş işleri; düşünüyorum yaşlı amcaları, çekilirken gölgeye görüşmüyorduk tartışıyorduk, horlamaktan uyuyamayanlarla, sıcacık yataklarından çıkanlarla, sabahleyin oturanlarla güneşte tepeden tırnağa uykusuz; “onu başar” amcaları düşünüyorum “bravo”nun, “aferin”in yılmaz amcalarını Belgrad gecelerini ölesiye düşleyen; bu sabah ısınan dizler, yakınlığı güneşin, gölgede uyuyan kedi, tarlanın karşısındaki kulübeden yükselen duman sönmüş bir ateşin gölgeleri gibi, hatırlatıyor orayı Juffrou’ların terier köpekleriyle yaşadıkları yeri, kulübelerinden yükseliyor duman, başlıyorken gündelik işlerine bayan Juffrouanlıyorum dumanlardan meşgul olduğunubu sabah biliyorum ne kadar ölümlüyüm, biliyorum ne kadar uzağım gençlikten, konuşarak kendi kendime dalıp gidiyorum