Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yaşar Çabuklu’dan ‘Uzam ve Kötülük’ Modernite içindeki tekinsiz öğe: Yaşar Çabuklu’nun Uzam ve Kötülük isimli kitabı yabancılaşma, modernite, postmodernizm gibi kavramlara eleştirel bir bakış açısı getirirken okurun biraz gerileceğini söylemek gerek. Zira kitap ilk satırından son satırına kadar okuyanı tekinsizlik hissiyle kuşatıyor. ? Belga ALINAK ünümüz Türk denemeciliğin önemli isimlerinden biri sayılan Yaşar Çabuklu’nun denemelerden oluşan yeni kitabı Uzam ve Kötülük yayımlandı. Yaşar Çabuklu’nun okurları bilirler ki Çabuklu, kitaplarında doğrudan doğruya kötülüğü ele alır. Bu kitapta da kitabın iskeletini kötülük oluşturuyor. Kara konulara merak saldığını ifade eden yazar uzam ve kötülük ilişkisini teoriksosyolojik olarak ele alıyor. Yazar, kitabın arka planında tarihe ve alanında uzmanlaşmış düşünürlerin de görüşlerine yer vererek kötülüktekinsizlik üzerine konumlandırdığı kitabını güçlendiriyor. Yaşar Çabuklu, iki başlık altında topladığı denemelerinin ilk bölümünde gündelik hayat ve özel uzam (mekân) üzerinde duruyor. Çok eskilerde gündelik hayatın toplumsal hayattan ayrı, özel bir bölümü oluşturmadığını söyleyen yazar, özel hayat ile kamusal hayat arasındaki sınırın belirsiz olduğuna dikkat çekiyor. Günümüzde şikâyetlerimizin başını çeken yabancılaşmanın tohumlarının atıldığı 17. yüzyıla gelindiğinde gündelik hayatın sarsıldığı görülüyor. Bu sarsıntının temelinde bilimin, felsefenin, sanatın “yüksek” alanlar olarak gündelik hayattan kopuşu yatıyor. Bu çerçevede yüksek faaliyetlerin alanı olarak tanımlanan kamusal alanda kadının varolamayışının nedenleri üzerinde duruluyor. Öyleki özel, gündelik hayat kadınlarla, aileyi ilişkilendirirken, kamusal alanın hâkimi rasyonellikle özdeşleştirilen erkeğe ayrılıyordu.18. yüzyılın aydınlanma düşüncesi sadece erkekleri “aydınlatmayı” hedeflerken kadınları “karanlıkta bırakıyordu.” 19. yüzyıla gelindiğinde ise değişen bir durumun söz konusu olmadığı kitapta şu cümlelerle ifade CUMHURİYET KİTAP SAYI Kadın G ediliyor: “Disiplinin, yüceliğin hâkim olduğu kamusal alanda erkekler kendilerini büyük davalara adıyorlardı. Gündelik hayatla birlikte düşünülen kadınlara gelince onların payına düşen çocuk bakımı, ev işleri, alışveriş vb. sıradan işlerdi.” İşte bu noktada kadın mücadelesinin izlediği yol anlatılıyor. Hıristiyanlık ideolojisine, din adamlarının iktidarına karşı duruşları, burjuva aile modelini eleştiren kadınların aslında karanlık odalarda medyumluk yapan kadınlardan oluştuğunu okumak şaşırtıyor aynı zamanda da düşündürtüyor. Ev içine hapsetmek isteyen ahlaka meydan okuyan tavırları ile kamusal alanda yer bulmaya çalışan kadının modernite anlayışının neresinde durduğunun da sorgulandığı kitapta, modernliğin ürettiği bir kavram olan “Tekinsizlik” üzerinde duruluyor. Normalliği kurmak isteyen modernlik normal dışı kabul ettiği ötekini tekinsizlikle ilişkilendiriyor. Kitabın sayfalarını çevirdikçe modernitede kadının aslında öteki ve tekinsiz olarak tanımlandığı gerçeği ile karşılaşılıyor. İşte bu noktada kadının eve kapatılma sürecindeki asıl neden gözler önüne şöyle seriliyor: “Kadın kendi içini kapatamıyorsa, ev onu dışa kapamalıdır. Evin dışa bağlılığı, kadının dışa bağlılığının teminatıdır. Hapishane, kışla, akıl hastanesi, okul vb. gibi ev de kapatılma mekânıdır. Bu mekânda da kamusal alanın mantığı devam etmekte erkeğe çalışma odası, kadının payına ise giyim, makyaj odası ve mutfak düşmektedir.” KONTROL TOPLUMU Modernliğin güç kaybedip postmodernliğe bağlı yaşanan değişimler üzerinde de durulan bu ilk bölümde özellikle yavaş yavaş disiplin toplumundan kontrol toplumuna geçildiğine vurgu yapılıyor. Buna bağlı olarak sınırsız tüketim sonucu yalnız ve yabancılaşmış bireyin yaratıldığının da altı çiziliyor. Yalnızlığa itilmiş bireylerin içsel tepkilerini de beraberinde getirdiği çok açık. Bu içsel tepkilerden biri bulimi (aşırı yemek yeme) diğeri ise anoreksi (yemek yemeği reddetme). Kitapta 851 yok etme pahasına erkekliğin kurduğu kadın bedenikimliği modeline tepki göstermesidir.” diyor. Kadın, bedenini baskılayan anlayışa tepkisini gösterip kamusal alanda var olmaya çalışırken eril söylem bu defa Emily Dickinson gibi evinden dışarı adım at(a)mayan kadınları da yaratıyor. “Ev kadını hastalığı” olarak da bilinen dışarı çıkma korkusu yani agorafobi kitapta, kadınların bedenlerini ve yerlerini terk etmeyi reddederek erkekliğin soyut, bedensiz, steril kamusal uzamına tepki göstermesiydi şeklinde açıklanıyor. “KÖTÜLÜK...” Kitabın ikinci bölümünde insanlık tarihine damgasını vurmuş olan bir olgu olan “Kötülük” üzerinde duruluyor. Bu bağlamda Saul Newman, Nietzsche, Arendt, Georges Sorel, Sartre gibi düşünür ve yazarların kötülük ve şiddeti tanımlayan görüşlerine yer veriliyor. (…) Modernliğin, kitleleri “duygusal olarak işin içine katarak” onların kendi şiddetlerini kendilerinden gizlemelerine olanak veren büyük söylemleri 1960’lar sonrasının postmodern toplumunda gücünü kaybetmeye başladı. Artık insanlar kendi şiddetlerini ‘devletlerine devrettiklerinin’ daha çok farkındalar ve kayıtsız bir şiddete daha çok açıklar. (syf:136) Kitaptan bire bir alıntıladığım bu bölümle günümüzde yaygınlaşan linç girişimindeki pervasız rahatlığın sebebi de gün yüzüne çıkıyor. Kitapta linç ve hınç duygularını içselleştiren ve uygulayan bireylerin şiddete yakın durma nedenleri masaya yatırılıyor. Yazar, bu bağlamda muhalif birey ve grupların kendi farklılıklarını kaybetmeden şiddeti dışlayan bir tutumla kalabalıkların üzerinde dolaşan “lanetin” ortadan kaldırılabileceğini savunuyor. Yaşar Çabuklu’nun Uzam ve Kötülük isimli kitabı yabancılaşma, modernite, postmodernizm gibi kavramlara eleştirel bir bakış açısı getirirken okurun biraz gerileceğini söylemeden geçmek istemem. Zira kitap ilk satırından son satırına kadar okuyanı tekinsizlik hissiyle kuşatıyor. ? Uzam ve Kötülük/ Yaşar Çabuklu, Everest Yayınları/ 186 s. SAYFA 23 anoreksi konusunda uzman görüşlerine yer veriliyor. Bazı uzmanlara göre anoreksi kadınların incelik normlarına aşırı bağlılığın, toplumsal kontrole teslim olmalarının bir sonucudur. Bazılarına göre ise anoreksi “kadın kimliğinin reddedilmesi” anlamına geliyor. Yazar, “Anoreksi, içinde protestocu bir yan taşır. Kadın bedeninin kendini Yaşar Çabuklu Kitaplığı Kovulanın İzi (Metis, 2001), Özgürlükçü Düşüncenin Peşinde (Metis 2003), Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset (Kanat Kitap,2004), Toplumsal Sınırında Beden (KanatKitap,2004).