28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Faruk Duman’la son romanı Kırk’ı konuştuk… ‘Kendi roman anlayışımı kuramam...’ dığı açıktır. Romanımın anlatıcısı sahilde pinekleyen bir devenin sesini duymaktadır; anlatımın çıkış noktalarından biri bu, beni yazmaya iten anlık esinlerden biri. Pîrî’de de benzer bir olağanüstü görüntüden çıkmıştım yola; karanlıkta, üstünde balıklar uçuşan bir deniz vardı. Yazılacak şeyle yazıyı başlatan şey çoğu zaman birbirinden farklı oluyor. dim anlatılar döneminin aracıydı, bugün yazıyoruz; bu bakımdan en azından geleneğin birer göstergesi olmaları bakımından bu eski anlatılar bugün bizim edebiyatımızın nesneleri haline gelmişlerdir. Kırk’ın Süleyman’ı da böyle. Zaten dikkat edilecek olursa Kuran’daki Süleyman’la benim Süleyman’ım farklıdır. EBLEH YAZARLAR Günümüz yazarlarını nasıl kategorize etmek olası? Bu noktada kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? Yazarı kategorize edemezsiniz. Kategorize edilmiş bir yazar için bu bir sorundur zaten. Burada Kırk’ta sözünü ettiğim yazar görüntüsünden söz ediyorsanız, şunu hemen belirteyim; orada söz konusu edilenin yalnızca birey olarak yazar/yazarlar olmadığını düşü Faruk Duman son yapıtı 'Kırk'la bu kez insan bilincinin varlığa ve yokluğa dair olduğu bir anlatıyla karşımıza çıkıyor. Duman'la romanını konuştuk. ? Mehmet ÇAKIR omandaki general karakteri ile Kenan Evren arasında benzerlik seziliyor. Dünya ve Türkiye tarihi açısından baktığınızda "cunta"ların insan ve toplumlar üzerindeki biçimleyici etkisini nasıl yorumluyorsunuz? Kırk’ın generali daha çok bir işaret olmalıdır; zaten bizim algıladığımız askerin belirli kodları var, bu kodlar benim anlattığım komutanda da görülebilir. Okurumun bu hikâye kişisini buradan açacağını düşünüyorum, yine de bu elbette onun bileceği iş. Ama Kırk farklı bir şey, tabii benim işaret ettiğim, benim anladığım bir roman biçimi, burada bu bakımdan yaptığım işi açıklamam beklenemez. Ama şunu da elbette söylemek isterim: Bizde, bizimki gibi bir ülkede nasıl olur da askerin, cuntaların romanı yazılmaz? Elbette belirli dönemlerin romanları yazıldı, hem de çok güzel yazıldı. Ama sonuçta asker, general ya da bir cunta önderi, yalnızca ruh çözümleyicilerin değil; edebiyatçıların da incelemesi gereken bir alandır, yazınsal alana girmeliydi. Bunu ne bakımdan söylüyorum; bir cunta ve buna paralel olarak bir kıyıcı askeri önder, her şeyden önce, halkın sinir uçlarını yok eder, onu tepkisizleştirir. Bizde darbe dönemlerinin böyle bir etkisi olmuştur. Bizdeki isyan geleneğini hasara uğratmıştır. Bugün bunun öyle korkunç sonuçları var ki; kendi ağacımızın, suyumuzun, kuşlarımızın kişisel çıkarlar uğruna yok edilmesine bile ses çıkaramıyoruz. Belki de istedikleri buydu, tabii başka alanlarda da böyle değil mi? Okulda eylem yapan üniversite öğrencilerini linç etmek istiyorlar, neden? Örneğin özelleştirme karşıtı olduklarından. Eylemci diyor ki, özelleştirmeye izin verme, işsiz kalırsın. Bunu söylemekle en hafifinden "anarşist" olmakla suçlanıyor. Bu, sinir uçlarının yok edildiğini göstermiyorsa nedir? Ama Kırk’ta temel sorunun bu olmaCUMHURİYET KİTAP SAYI SÜLEYMAN’IN HİKÂYESİ Romanda Süleyman Peygamberin hikâyesine yer vermişsiniz. Mitler, efsaneler ve sembollerin yazın anlayışınızdaki yeri nedir? Süleyman’ın hikâyesi bir başlık olarak var yalnızca romanımda, yani bir gösterge olarak bulunuyor, yoksa bütün olarak değil. Süleyman mitsel bir dil tartışmasıdır bana göre. Benim bu R yatın savunulması gerekmez; kendini koruyan bir şeydir o. Ama sinir uçlarının korunması gerekir ve bu biraz da sanatın işidir. Yani bizde yaşamımızı sınırlayan, özgürlüğümüzü yok eden, bizi yoksullaştıran, güzel doğamızı yağmalayan, çocuklarımızı okulsuz, babalarımızı işsiz bırakan şey, kendi yazarını da yaratacaktır nasıl olsa. Romanınız için bir tür belirlemenizi istesem, ne söylersiniz? Roman romandır. Roman türü diye bir şeye inanmıyorum; yani bütün o sınıflandırmalara; polisiye roman, serüven romanı, aşk romanı, siyasal roman, vs… Eğer bunu soruyorsanız. Bana göre bir roman bütün bu saydığımız özellikleri taşıyabilir. En belirgin örnek, Eco’nun Gülün Adı romanı. Polisiye roman sınıfına da girebilir, tarihsel roman sınıfına da. Ama politik yönleri de çoktur. Ama roman türlerini sınıflandırmayı sevenler de çıkabilir. Öyleyse okur istediği sınıfa koyabilir Kırk’ı. Romanınızdaki karakterleri sık sık hayvanlarla özdeşleştiriyorsunuz. Bunun nedeni nedir? Hayvan aktarımı, kültürümüzün, dolayısıyla dilimizin en eski özelliği. Bana göre bizim iletişim biçimlerimize ve edebiyatlarımıza renk katan bir özellik, büyük bir zenginlik aynı zamanda. Bütün insanlık kültüründe var. Kafka’nın bir ‘Kovalı Süvari’ öyküsü vardır, bilir misiniz? Yoksul köylü, kömür kovasını alır ve kömürcüden ricaya gider, gecenin bir vakti. Belki böylece bir kova ödünç kömür alacak, geceyi donmadan geçirecektir. Kova yolda bir ata dönüşür; yürünen belki kısa bir mesafedir, ama ata dönüşen kovayla birlikte yol nasıl uzamıştır. İşte bunu ancak bir at gerçekleştirir. Dilin en eski dayanağıdır hayvan. Onlardan koptukça dilimizden de koparız. PÎRÎ VE KIRK ‘Kırk’ ikinci romanınız. İlk romanınız ‘Pîrî’yi düşündüğünüzde, roman anlayışınızdaki değişimlerden söz eder misiniz? Kendi roman anlayışımı kuramam, böyle bir şeye hem girişemem hem de belki hatta bunun tersi bile geçerli olabilir. Yani eğer bende oluşmuş bir parça roman, öykü anlayışı varsa, onu bulup yok etmek isterim. "Piri" ile "Kırk" arasındaki süreci yorumlar mısınız? Ben Pîrî’nin yine bizim yaşantımıza yaptığı göndermelerle birlikte okunmasını isterdim; bu bir ölçüde oldu da. Burada kitaplarımın açıklamasını yapmak, nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini anlatmak bana düşmez. Hatta belki böyle bir şeyi beceremem de. Ancak, yazdıklarımın, farklı dönemleri bulunduğunu bilmekle birlikte, bir bütün olarak algılanmasını da isterim. Kitaplarım arasında bir akışkanlık sağlamak isterim. Bağımsız birer yapıttırlar elbette, ama aynı zamanda bir bütünün parçalarıdırlar. Kültürümüze ait bilgileri/duyguları kullanarak bize özgü bir tarih yazmaya çalışıyorum, bu aynı zamanda dilimizle algılama biçimlerimizin de bir tarihidir. Romanın adı,‘Kırk’, esprisi nedir? Bunu siz söylemelisiniz. ? Kırk/ Faruk Duman/ Can Yayınları/ 111 s. SAYFA 11 küçük hikâyemde de bu yanıyla ele alınıyor. Ama burada genel olarak şunu söylemek isterim: Eski hikâyeler toplumun bilinçaltında birer tomurcuk gibi kalırlar. Doğal olarak bunların ne vakit açacağı kolay kolay kestirilemez. İşte günlük konuşmalarımızın içinde bunlardan ister istemez yararlanırız. Böylece bunlar iletişimin bir yolu, bir de dilimizin tadı haline gelirler. Ama hemen belirtmeliyim: Eski ya da köklü diyelim, deyişlerle hikâyeleri oturup seçmiyorum ben. Benim dilim bu, elimde bu var. Bunlar çoğu zaman birer tohum gibi benim yazı alanıma girip boy verirler. Ancak elbette yazdığım öyküyü, romanı bunlara yaslamayı hiçbir zaman seçmem. Walter Benjamin, bundan böyle ‘hikâye anlatma’ dediğimiz şeyin mümkün olamayacağına inanıyordu. Çünkü anlatma daha eski, ka851 nüyorum. Bir kere sözcüklerin zihinde açılmasıyla ilgili pasajlara girince, bir yanıyla düşünsel bir yapıt olarak tasarladığım Kırk’ın yazı alanına girmemesi düşünülemezdi. ‘Ebleh yazar’ ifadesiyle başlayan bölümü bizde yaşanan askeri darbelerle sanatımız arasında bir köprü kurmak/kurabilmek için yazdım. 80 sonrası yaşananların en acılarındandır bana göre; yazıyı bir iş olarak görmeye başlayınca, bu ebleh yazar, sanki "insan kaynakları" sayfalarında aramıştır yayıncısını; eline "bond" çantasını alır, takım elbisesini sırtına geçirir ve "iş"ini medyaya ve yayıncıya sunar. Hedef kitle beklemektedir orada nasıl olsa... Bu böylece edebiyat çevresinin nasıl değiştiğini, geleneklerin, böylece aslında birikimin nasıl, hangi yöntemlerle yok edildiğini gösterir. Gerçekte, bir bakıma, edebi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle