29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Başlığı gördüğünde canı sıkılmıştır, biliyorum. “Şu Sadık’ın yaptığına bak birader,” demiştir, “böyle başlık mı atılır yazıya?” Durun, iyisi mi şu başlığı yeniden düzenleyeyim bir çalım, Fethi Naci’ye yakışacak bıçkınlıkta. “Ha şöyle!” deyip yüreğine su serpilsin hiç değilse onun da: “Ulan, Fethi Naci öldü mü be?” M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası T urhan Günay da olmasa, “Fethi Naci” adına rastlayamayacağız sanki. Bereket arada ustanın seçtiği öyküleri yayımlıyor da, Türk yazınının gelmiş geçmiş bu en büyük bir iki değerinden biri bütün tazeliğiyle çıkageliyor önümüze. Cumhuriyet Kitap, yalnız “kitap” değil, “yazın” dergisi aynı zamanda. Turhan Günay’ın yanında genç bir kadro da yoğun emek katıyor “ek” konumundaki bu yayına. Gerçekten de görsel yönetmen Dilek Akıskalı’dan Tülay Doruk’a, Adam Sanat’ta, Varlık’ta yayımladığı şiirlerle dikkati çeken Mehmet Çakır’a genç bir kadronun dizgiden, düzenlemeye, fotoğraflardan iletişime, yazı akışına dek emeği unutulacak gibi değil! Uğradığımda başlarını kaldırmadan çalıştıklarına tanık oluyorum hep. Diyeceğim Fethi Naci adı Cumhuriyet Kitap’ta yer alırken Turhan Günay’ın yanında onların da emekleri söz konusu... Ama unutulmuşçasına neden kıyıda tutuluyor Fethi Naci? İşi bitmiş de köşeye itilivermişçesine. Bana kalsa 2007’yi sekseninci yaşı nedeniyle Fethi Naci yılı ilan ederdim baştan sona! Özellikle Türk romanıyla öyküsünde Fethi Naci’nin temel bir iki yönlendiriciden biri olduğunu bilmeyen kaldı mı? Peki niye bu “sessizlik”? Düzenli yazdığı dönemlerde sıklıkla değindiği tutumlardan biri de buydu işte onun: üzerinde durulması gereken bir yazar ya da yapıt çıktığında ortaya sessizlikle karşılandı mıydı, kalemine sarılır, demediğini bırakmazdı. Şimdi yukarıdaki başlığı gördüğünde canı sıkılmıştır, biliyorum. “Şu Sadık’ın yaptığına bak birader,” demiştir, “böyle başlık mı atılır yazıya?” Durun, iyisi mi şu başlığı yeniden düzenleyeyim bir çalım, Fethi Naci’ye yakışacak bıçkınlıkta. “Ha şöyle!” deyip yüreğine su serpilsin hiç değilse onun da: “Ulan, Fethi Naci öldü mü be?” Fethi Naci’nin romanımız, öykümüz, şiirimiz kadar denemeyle eleştirimizin gelişimi üzerinde de önemli rol oynadığı görmezden gelinebilir mi? Sözgelimi “Hoş geldin Semih Gümüş!” deyişi, bir söz kalıbına dönüşmedi mi neredeyse? Onun Beşir Fuat’tan Ataç’a, Sabahattin Eyuboğlu’dan Vedat Günyol’a, Asım Bezirci’den Rauf Mutluay’a, Memet Fuat’tan Yıldız Ecevit’e eleştiriye emek vermiş herkese yer açtığı; andıklarımın verimleri üzerinde, aramızda derinliğine bağlar kurmamızı sağlayacak ölçüde durduğu, düşünceler ürettiği biliniyor... Yalnız bunlar mı? Ahmet Oktay’dan Doğan Hızlan’a, Füsun Akatlı’ya, daha kimlere kimlere, eleştiri yazınımıza katkıda bulunmuş kim varsa, herkese de yer açmıştır o! Soru şu: Fethi Naci’nin bu sevecen tutumu ortadayken, günümüzde eleştirel yazılar kaleme alan onca insan, bu alanda ürün ortaya koyan öteki kalemdaşlarının verimlerini neden konu almaz kendilerine? Eleştirmen, eleştirmenin kurdu mudur ki, biri ötekinin verimi üzerinde durmasın? Sözü Necmiye Alpay’ın Yaklaşma Çabası (Kanat, 2005) adlı kitabına getirmek istiyorum... KİTAP SAYI Fethi Naci öldü mü? BİRBİRİYLE GİRİŞEN TÜR ÇİFTİ: DENEMEELEŞTİRİ Yazılarını izliyordum elbette, ama kitaplarını okumuş değildim henüz. Tadını usumda gezdire gezdire, beğenip yüreğime sindire sindire okudum Yaklaşma Çabası’nı. Geniş oylumluydu da üstelik, ama bir günde okuyup bitirebildim yine de ben. İlkin Yaklaşma Çabası’nın ortaya çıkış biçimine değiniyor Necmiye Alpay: “Bu kitap bir yazılar toplamı. Yamalı bohçadan çok, yapboz bütünlüğündeki toplamlardan. Yapbozun bazı parçaları eksikse de, oluşan tablonun uçları açık.” Yazar, “Sunuş”ta daha, okuru nasıl bir yoğunluğun beklediğini gösteriyor denebilir. Hangi sorunsallara uzanıp bunlar arasında gezineceğini... Yapıt “deneme” olarak niteleniyor. Evet, Yaklaşma Çabası, genel anlamda bir denemeler toplamı olarak nitelenebilir. Ne var ki, bunlardan kimilerinin eleştiri türünün birer verimi bağlamında alınamayacağı savlanamaz hiçbir zaman. O halde bir yanıyla sorgulayan, öte yanıyla yargılayan çift dilli, çift türlü bir yazılar toplamıyla karşı karşıyayız Alpay’ın veriminde. Ne yalan söylemeli, kendime pek yakın buluyorum bu çift başlı türü. Nitekim bu yönde verimlenmiş bir dizi yazı da ben kaleme almıştım yıllar önce Çağdaş Türk Dili’nde. Üstelik “Denemeleştiri” başlığı koymuştum yazılarıma. Bir baktığınızda deneme, bir baktığınızda eleştiri... Denemeden, eleştiriden gelen, ama kendisi deneme de eleştiri de olmayan bir tür belki. Necmiye Alpay’ın Yaklaşma Çabası’ndaki “denemeler”ini okurken bunları düşünmeden edemedim. Ne var ki bu yöndeki dile getirişim bir düşünce yuvarlaması olarak alınsın isterim yine de. Alpay, denemelerini, “eleştiri”lerini yukarıda vurguladığım çift dillilik, çift türlülük temelinde örgüleyip yapılandırırken bilimci yanının da katkısını alıyor. Böyle olduğu için de alaysamadan, polemikten alabildiğine uzak tutuyor kendini. Baştan sona ciddi bir yazar o. Kimileyin polemiğin kaygan düzleminde yol alıyormuşçasına izlenim bıraktığı görülmüyor değil. Sözgelimi Ahmet Oktay’la karşılıklı yazı verimleri buna örnek gösterilebilir. Ama bakıyorsunuz, bıçak sırtı konumundaki yazın türü polemikten özellikle uzak tutuyor kendini yazar. Örneğin Hasan Öztoprak’ın, dönemi içinde yoğun tartışmalara yol açan romanı İmkânsız Aşk için kaleme aldığı yazısında soğukkanlı, nesnel bir tutumla romana yaklaştığını somut biçimde gösteriyor bence. Necmiye Alpay, genellemeler yaparken ya da tek tek örnekler üzerinde dururken de bilimci tutumu serimliyor sü851 rekli. Bu çerçevede yeterli kanıtlara yaslanmadan genellemeye girişmediği gibi, tek örneğe değgin çalışmasında, attığı adımlarda da öteki tekleri dikkate alıp değerlendirdiği anlaşılıyor. Yani kendi düşüncesini olguya yakıştırmak yerine olgunun nesnel konumunu, sınırlarını saptamaya girişiyor, yanı sıra örneklerle de pekiştiriyor bunu. Yargısına bundan sonra gidiyor. Sonra bu yargıların, bunların üst bükümlenmesi olarak alınabilecek genellemelerin nasıl da köklü bir birikimden geldikleri sezilebiliyor hemence. ŞİİRLE ROMANIN TAHTEREVALLİSİNDE Yaklaşma Çabası’nda iki tür, ağırlıklı yer buluyor kendisine: şiir, roman. Alpay’ın, yapıtlarla bunların verimleyicilerini nasıl bir yöntemle ele aldığı, bunlara yaklaşım biçimi görülebiliyor yazılarında. Bu yöntemin, bilimcilerin çalışmalarında gözlenebilecek yöntemle örtüştüğü söylenebilir pekâlâ. Örneğin aşağıdaki ele alışına bir göz atalım yazarın: “...İlber Ortaylı’nın şu içerikte bir sözüne rastlamıştım: Toplumları bir açıdan şiir toplumu ve düzyazı toplumu olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Şiir toplumları tehlikeli toplumlarıdır./ Ortaylı’nn sözünü ettiği tehlikeyi (tarihin yazıyla olan ilişkisini de göz önünde tutarak) biraz deştiğimiz an, karşımıza yazısız toplum çıkıyor. Şiir, geleneksel olarak yazısız yapabilen bir edebiyat türü. Buna karşılık, yazısız roman, yazısız öykü, yazısız eleştiri ya da deneme olamıyor.” (49) Farklı, yeri geldiğinde bilgilendirici, yeri geldiğinde düşündürücü, sorgulayıcı, yargılayıcı yazılar bunlar. Şiir ya da roman üzerine verilmenmiş öne sürüşler, Alpay’ın bu alanlarda kendisini nasıl da geliştirdiğinin, dile getirdiği herhangi görüşün nasıl da yoğun birikime yaslandığının ipuçlarıyla dolu. Necmiye Alpay, şiirle romanın kendisiyle bunlar üzerine yapılmış siyasanın çok farklı yerlerde durduğunu söylerken buna değgin çeşitli örnekler verip “yazının nitelendirilmesi” bağlamında şöyle bir değerlendirmeye girişiyor: “Sanatsal olandan dolaysız bir yarar beklediğinizde sanatı araçsallaştırmış oluyorsunuz. Söz konusu yararın yüce, iyilikçi, eşitlikçi vb. olmasının uzun erimde bir önemi kalmıyor... O yararı sağlayıp sağlamadığı ölçülmeye başlanıyor ve ardından da, nasıl yaparsa o yararı artıracağına ilişkin reçeteler sökün ediyor.(...) Bunları demekle saltık bir estetizmin sa vunuculuğunu mu yapmış oluyorum? Hayır, saltık değil. Kültürleri ve siyasal dönemleri/ oluşumları aşan bir özerklik/özgürlük alanı olarak sanat alanının savunusunu yapmaya çalışıyorum.” “Edebiyatı konu alan eleştirinin, tümüyle değilse bile ağırlıklı olarak /öncelikle edebi yönle uğraşması beklenir. (...) Tersi durumda, konumuz edebiyat değil, politika olur. Böyle yazılmaz demek istemiyorum Ama, politika yazdığınızı kabul etmeniz gerekir o zaman.” “Kültürel odalar oluşturuluyor gerçekte. Belki insanlar kendi sanat yaşantıları için, sınırlı, kendilerine yakın, sıcak bir tür yuva, bir tür niş oluşturup oraya sığınmayı seviyorlar. Politika da orada olsun bitsin istiyorlar.” (22, 23, 25, 27) Sonra da şu öne sürüş: “...Sanattan dolaysız bir yarar beklediğiniz ölçüde okuru göz önünde bulundurmak zorundasınız. Bu dolaysız yarar, okuru belirli bir siyasal görüşe kazanmak olabileceği gibi, yazarın ün ya da para kazanması da olabilir.” (44); “Sanatın bir zanaat yönü, bir de aslı var.Bir yapıtta bunlar çeşitli bileşim, karışım ya da oranlarda bulunabiliyor. Zanaat yönü dediğim, yaratıcı olmayan biçimdir: Verili ölçülere uygun, ustaca işlenmiş olanı ortaya koyar ve araçsallaştırılmaya elverişlidir. Sanatın aslı ise, insan denen varlığın en lanetli, en üstü örtülmüş, yine de en burnumuzun dibinde olan yanlarına yaklaşmaya çalışan yöndür. Biçimini de ona göre bulur ya da yaratır. Zanaat, rahatlatıcı ve oyalayıcıdır. Sanatsa kurcalayıcı.” (59) Biraz daha devam edelim mi: “İçtenlik, sanat yapıtında temel gereklerden, özelliklerinden biri. Ama içtenliğin tersi her zaman içtenliksizlik (samimiyetsizlik) değil. Yaratıcı kişi kendi içini kapattığı, fazlaca terbiye ettiği, iç dünyaların gerçekliğini değil de dışsal bilgi/kaygı ve benzerlerini hareket noktası kıldığı ölçüde dıştanlaştırıyor yapıtını. İçten dışa doğru değil, dıştan içe doğru hareket ediyor en fazla. Oysa bu konum, sanat dışı zihinsel etkinliğin konumu. Sanata özgü olan, içten dışa doğru hareket.” (344) YAZINSAL TÜRLERDE SIRAT KÖPRÜSÜ: POLEMİK Şiire de romana da hep içerden bakan bir tutumu var Necmiye Alpay’ın, ama iç odalarında bunca gezindiği halde yapıtların, verimleyicileriyle herhangi bir polemiğe giriştiğine tanık olmuyoruz hiçbir zaman. Örneğin Nâzım Hikmet şiiri üzerine de, Ece Ayhan şiiri üzerine de çok farklı yaklaşımlara kapı aralayan öne sürüşler getirirken bunları dayanaklara oturtmaktan vazgeçmiyor. Kendi öne sürüşlerinin arkasında dururken şıpın işi yargılardan kaçınıyor hep. Geçmişte, kimi eleştirmenlerce dile getirilmiş görüşlere de yer açıyor yazar. Örneğin Fethi Naci, Ahmet Oktay, Memet Fuat, Asım Bezirci, Hüseyin Cöntürk, Enis Batur, Tahir Abacı, Mustafa Öneş, Eser Gürson, Zeynep Oral vb. yazarlar da Alpay’ın yapıtında yer buluyorlar, eğer değindiği yapıt ya da şair, yazar üzerine düşünce belirtmişlerse. Yaklaşma Çabası’nı okuduktan sonra, keşke dedim Necmiye Alpay bu kitabını iki ayrı cilt halinde hazırlamış olsaydı. Öyle ya “şiir yazıları” da, “roman yazıları” da bağımsız kitaplar olmayı çoktan hak etmiş görünüyor bana. Asıl önemlisi, bu denemeler toplamının bizi, geniş okuma kültürüyle, bunun kazandırdığı birikimle yazan, savlayışlarını geniş bir yelpazeye yayarak tanıtlamaya girişen güçlü bir eleştirmenle tanıştırıyor olması. Yüksek düzeyli bir kitap Yaklaşma Çabası. Tüm yazıncılar, birinci dereceden yazınseverler mutlaka okumalı bu nedenle. Alpay’ın eleştirilerine, değerlendirmelerine katılsalar da katılmasalar da... Ama sahi, siz bırakın Necmiye Alpay’ı, Fethi Naci’nin yazınımız için taşıdığı değeri bilmiyorsunuz daha, değil mi? ? SAYFA 29 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle