28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Rıza Kıraç ile "Araf'ta Bir Melek"i konuştuk “Benim derdim aslında ‘hikâye’ anlatmak” Yeri nedir sizde genel anlamda? Ya da ÜsküdarBeşiktaş arası vapur ilham kaynaklarınızdan birisi midir örneğin? Yerin ve zamanın benim için hiçbir önemi yok. Ne İstanbul ne de onun çağrıştırdığı şeyler benim için bir şey ifade ediyor. Aslında ben de İstanbul’a sonradan göçmüş biriyim. "Araf’ta Bir Melek" de bunun en iyi göstergesi diye düşünüyorum. Elimde olsa (bazen mümkün olmuyor, hikâye izin vermiyor!) hikâyelerimi ve romanlarımı herhangi bir uzamda, herhangi bir zamanda kurmak isterim. İstanbul’da yaşamanın tek avantajı Türkiye’de farklı kentlerde yaşayan insanların kültürlerini bir arada görmek. Ve "İstanbul Edebiyatı"ndan her geçen gün biraz daha tüylerim diken diken oluyor! Kimi yazarlarımızın samimiyetinden kuşkum yok elbette, gerçekten İstanbul’un havasını solumuşlar ama birçoğu İstanbul’un "öte yakasını" görmezden gelmiş. Orada ne olup bittiğinden bahsetmiyor. Farkına vararak ya da varmayarak hikâyesini anlattığım insanlar bir yoluyla İstanbul’a sonradan gelenler. Yani bir yanıyla İstanbul’un yabancısı, ne aristokrat ne de mal mülk sahibi karakterler. Onlar için İstanbul belki gönüllü sürgün yeri. Benim için de farklı değil. Bu yüzden kendimi yabancı hissediyorum; burada doğup büyümeme rağmen. Yazdığım üç romanın karakteri de İstanbul’a dışarıdan gelen insanlar. Bu bir tesadüf değil, o karakterlerdeki değişimi anlatıyorum. Şimdi bu serinin dördüncüsünü yazıyorum. Diğerlerinden daha sert ve acımasız olacak, çünkü büyük şehirde "ahlak"ın kimseye faydası yok! Üniversite öğrencisi olarak gittiğiniz İzmir için durum nasıl peki? İzmir başka bir şeydi. Sadece bir yıl okudum orada ama tuhaf bir etki bıraktı. İstabul’da o zaman paso çıkarmak istedim, pasoya "taşra öğrencisi" yazdılar. İstanbul, İzmir’i taşra görüyorsa tuhaf bir durum yok mu? Neyse, bir dizi tesadüf sonucu İzmir’de okudum. Geç bir yaşta üniversite okumaya karar verdim; bu yüzden yine dışarıdaydım! Ve orada okuyup yazmak için daha çok vaktim vardı, bunu çok iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. "Komşumun Uzun Kızıl Saçlı Sevgilisi"ndeki öykülerin büyük bir kısmını orada yeniden yazdım ve "Senin İçin Değil"in bir kısımını da. Ama onları daha sonraları yeniden ve yeniden yazıp son halini verdim. İzmir’de daha çok kendimle baş başa kaldım. SinemaTV eğitimi alıyorsunuz. Yönetmenlik, senaristlik gibi buna bağlı işlerle meşgul oluyorsunuz. Edebiyatınızı besleyen ana damar olarak görüyor musunuz eğitim aldığınız dalı? Şayet yazmıyorsanız, hikâye anlatmayı beceremiyorsanız sinema eğitimi almak sizi mekanik senaryolar yazmanın dışında başka bir şeye sevk etmez. Ama yazıya meraklıysanız, sinema okuKİTAP SAYI Rıza Kıraç yeni bir öykü kitabı yayımladı geçen günlerde ‘Araf’ta Bir Melek’. Kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız, şimdilerde insanoğlunun nasıl da bir boşluk içine düşüp, oradan son bir kurtulma çabası sarf ettiğini. Kıraç’ın metinlerinde karşı duruş her daim devam ediyor! İsyan bayrağını göndere çekmiş durumda! Bir anlamda da benzeşimler çıkarmakta tepkisel ortamla olağan arasında, ki şöyle diyor satırarasında: "Ben kendimce sıradanuç gibi görünen şeylerineylemlerin aslında ne derece birbirine benzediğini anlatmaya çalıştım." Yazar kimliğinin yanında sinemacı da olan Rıza Kıraç’la uzun bir söyleşi yaptık; yazın ortamıyla buluşmasından bu yana geçen süreci, sinemayı da işin içine katarak irdeledik… SAYFA 16 ? Erdem ÖZTOP S evgili Rıza Kıraç, edebiyat serüveninizin başlangıcına giderek, geçmişten günümüze gelen bir yol izleyelim istiyorum. Biraz anlatır mısınız, yazma serüveninizi? Nasıl başladı, fişekleyen olay ve zaman usunuzdadır muhakkak? Yazmak bir serüven mi bilmiyorum, aslında futbolcu olmak istiyordum. On dokuz yaşıma kadar top oynadım. İyi bir okur değildim. Bendeki cevheri (varsa tabii...) ilkokuldaki öğretmenim görmüştü ve beni tokatlamıştı. Çünkü yazdıklarımın bana ait olduğuna inanmamıştı. Beş yıl öğretmenliğimi yapan ve ancak ikinci sınıfın sonuna doğru okumayı söken bir çocuğun beşinci sınıfta böyle şeyler yazması akıl alacak bir durum değildi doğal olarak. Ödevimi arkadaşımın yanında yazmıştım. Yani tanığım vardı. Sonra bir tokat daha yedim, bu "aferin" tokatıydı. Bunu hiçbir zaman unutmadım; bugün başka bir anlamı var. İyi bir şey de yapsanız, kötü bir şey de, tokatlanıyorsunuz! Normal koşullarda benim yazıyla ya da yazının herhangi bir alanıyla ilgilenmemem gerekiyor; ne olduysa lise yıllarında oldu. Futbol oynamaya ilgim her geçen gün biraz daha azaldı. Çünkü üç yıllık okulu beş yılda bitirebildim. Kendimi bir anda kitapların içinde buldum. İnşaat Meslek Lisesi’nde okuyordum ve inşaatçı olmak gibi bir niyetim yoktu. Neye ihtiyacım olduğunu bilmeden aramaya başladım. Nasıl bir ortamdı? Mesela o hararetli dönemlerin içinde büyüyorsunuz… İzler ne(ler)? Gerçek anlamda ilk öykümü lise son sınıfta yazmıştım. Edebiyat hocama götürdüm anlamadı öyküyü. O zaman yalnız olduğumu anladım, yani bana yol gösterecek bir hocam olmayacaktı. Türkiye keskin bir değişim yaşıyordu ve giderek politikleşiyordum, bir yanıyla kendimi ifade etmem gerekiyordu. O yıllar politik gruplarla ilişkiye geçmeye başladım, bu hem edebi bir arayıştı, hem de politik bir arayış. Çeliktepe’yle Gültepe arasında bir sokakta doğdum, büyüdüm ve hâlâ aynı sokakta yaşıyorum. O yıllarda ciddi bir "sol" potansiyel vardı. Sonra bunu harcadılar! Tabiri caizse mahallemin dışına çıktım! Her türlü, politik, edebi toplantıları takip etmeye, kendimi eğitmeye çalıştım. Yazmakokumak hep ön plandaydı; nereye gidersem gideyim, kimlerle politika yaparsam yapayım yine tek başımaydım! Bu beni daha çok yazmaya ve okumaya yönlendirdi. Çünkü, yazan biriyseniz, sizin gündeminiz diğer insanları ilgilendirmiyor. Bunlarla tek başınıza başa çıkmak zorundasınız. DÜŞÜNSEL ARKADAŞLAR... Okul ve sokak arkadaşlarınızı saymıyorum, ruhsal ve düşünsel arkadaşlarınız kimlerdi? Hangi yazarlardan beslenerek ilerliyordunuz? Bunun yanıtını vermek gerçekten çok zor. İnsan ilk gençliğinde okuduğu hemen her kitaba hayranlık duyuyor. Belki yazdıklarıma ters düşecek ama Orhan Kemal’in "Bereketli Topraklar Üzerinde"si, Yaşar Kemal’in "İnce Mehmet"i, Oğuz Atay’ın "Tutunamayan"ları, Ahmet Önel’in "Matinede Mükremin"i, Sevgi Soysal’ın "Yenişehir’de Bir Öğle Vakti" beni çok etkilemişti. Bunların yanında bir dolu politik kitap ve tabii ki Marx ve Engels’in "Komünist Manifesto"su. Ama beni yazın anlamında besleyen şairler de var; Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Edip Cansever, Turgut Uyar, Attilâ İlhan ve Âşık Veysel... Ama yazmaya başlayınca hayranlık duyduğum bütün yazarları unutuyorum. Onları okumuş olmak bir yandan da handikap; özgüveninizin dibe vurmasına neden olabilir! Doğmabüyüme İstanbullusunuz! ? CUMHURİYET 851
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle