28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Atatürk, Türkçenin geniş topluluklarca benimsenmesi için, Türk Dil Kurumu’nun halka açık bir kuruluş olmasını istemişti. Bu nedenle dilcilerin, edebiyatçıların dışında, değişik alanlarda çalışan nice Türkçe dostu Türk Dil Kurumu’na üye olmuştu. Atatürk’ten başka dilin önemini kavrayan önder çıkmadığı için toplumsal yozlaşmadan kurtulamıyoruz. ktay Akbal öyküye de, köşe yazılarına da deneme ustalığıyla bakmasını bilen bir yazar. Eleştiri anlayışında da deneme tadı var. Birikimi olmayan yazar bir yapıtı bilgi aktarımıyla değerlendirmeye çalışırsa yetersiz kalır. Nice okumalar, ilişkiler yumağının kazandırdığı duyarlıklar, sağlıklı bir birikime varmanın ölçütleri sayılabilir. Cahit Külebi, o birikimin kazandırdığı kişiliğine bakıp, Oktay Akbal’ı, iyi bir şiir eleştirmeni olarak görürdü. Oktay Akbal, Türk Dil Kurumu’nun anayasal yapı içindeki durumunu eleştirirken, ‘‘Atatürk, kalıtını bağışladığı kurumun böyle bir yapılanma içinde olmasını istememişti’’ demeye getiriyor (CUMHURİYET, Tarihsel İhanet Düzeltilmeli, 7 Şubat 2006). Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’nun yapılanması birbirine benzemez. Atatürk, Türkçenin geniş topluluklarca benimsenmesi için, Türk Dil Kurumu’nun halka açık bir kuruluş olmasını istemişti. Bu nedenle dilcilerin, edebiyatçıların dışında, değişik alanlarda çalışan nice Türkçe dostu Türk Dil Kurumu’na üye olmuştu. Türk Dil Kurumu yeni yapılanmasına geçerken 500’ün üzerinde üyesi vardı. Türk Dil Kurumu’nu ‘‘akademi’’ kimliği içinde düşünen dilciler, özleşen dilini yaşatan edebiyatçılara biraz hoşgörüyle baksalar da, başka alanlardan gelen dilseverlere aynı yakınlığı göstermemişlerdir. Hele hukuk, felsefe, tarih alanlarından gelip Türk Dil kurumu Başkanlığı’na seçilen dilcileri yadırgamışlar, orayı kendi alanları olarak görmüşlerdir. Bu anlayış, yeni yapılanmada öylesine ağırlık kazanmıştır ki, yeni dili yaşatacak olan edebiyatçılar da yönetimin dışında bırakılmıştır. CHP, ‘‘Bu kurumlar Atatürk’ün düşündüğü kurumlar mıydı’’ sorusunu sonuçlandırmak için açtığı ‘‘tespit davası’’nı kazanamamıştır. Ama bu durum, şimdiki Türk Dil Kurumu’nun Atatürk’ün kurduğu kurum olduğu anlamına gelir mi? Biçim olarak Atatürk’ün kalıtından yararlanıyor görünmesi, öz olarak onları Atatürk’ün kurumu saymamızı gerektirir mi? Yapısal değişikliğin yapıldığı ilk yıllara dönelim. Mustafa Şerif ONARAN Dergilerden O Türk Dil Kurumu ne durumda? luk aldığını da belirtmiş olmaktadır. Hem bir başına sorumluluk alıyor, hem ‘‘imlâ’’ yerine ‘‘yazım’’ sözcüğünü yeni yapılanmadaki ‘‘Bilim Kurulu’’na kabul ettiremiyor. Bu çelişkili durumu anlamak da kolay değil. Yirmi yıl sonra 24. baskısı yapılan, ‘‘Yazım Kılavuzu’’ adıyla çıkan yeni kılavuz, kimi değişik yazımlarda ortak bir anlayışa varırken Hasan Eren’in ‘‘İmlâ Kılavuzu’’nu tam olarak düzeltememiş, üstelik bileşik sözcüklerde gene tartışmalı bir uygulamayı sürdürmüştür. (YAZIM KILAVUZU, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2005). Yeni kılavuzun, 24. baskı olarak, ‘‘Yazım Kılavuzu’’ adıyla yayımlanacağını öğrenen Hasan Eren, Türk Dil Kurumu Başkanlığı’na bir yazı göndermiştir. Belge özelliği taşıyan, hele ‘‘yazım’’ sözcüğünü Ceyhun Atuf Kansu’nun bulup önerdiğini anımsatan bu yazıyı okurlarımın ilgisine sunuyorum: Ankara, 9 Ağustos 2005 ‘‘Türk Dil Kurumu Başkanlığı’na, İmlâ Kılavuzu’nun Yazım Kılavuzu adıyla yayımlanması sevindiricidir. Yazım’ın değerlendirilmesi Türkçeye ve kurumun amaçlarına uygun olumlu bir adım olacaktır. Yazım sözü Dr. Ceyhun Atuf Kansu’nun buluşudur. Eski bir yönetim kurulu toplantısında Gramer Kolu Başkanı, İmlâ Kılavuzu’nun baskıya verileceğini açıklamıştı. Bunun üzerine söz alarak imlâ sözünü yadırgadığımı, TDK amaçlarına ters düştüğünü belirtmiştim. Toplantıda imlâ sözüne bir karşılık bulunması önerildi. Bu öneri üzerine yazma, yazılış gibi karşılıklar ortaya atıldı. Sonunda Ceyhun Atuf Kansu’nun yazım önerisi oylandı, kabul edildi. Ben yıllardan beri yazımı kullanıyorum. O açıdan Türk Dil Kurumu’nun Yazım Kılavuzu’nda bu güzel terimin değerlendirilmesini sevinçle karşılıyorum. Bu yolda karar veren çalışma arkadaşlarımı kutluyorum.’’ H. Eren Hasan Eren’in yazısında ‘‘imlâ sözü’’, ‘‘yazım sözü’’; ‘‘sözcük’’ anlamına kullanılıyor. Şimdiki Türk Dil kurumcular da ‘‘sözcük’’ dememeye özen gösteriyorlar. Oysa ‘‘imlâ’’ yerine ‘‘yazım’’ demeyi yeğleyen Hasan Eren, özleşme Türkçesinden yanaydı. Örnekse ‘‘edebiyat’’ yerine ‘‘yazın’’ sözcüğünü öneren de oydu. Türk Dili dergisinin kapağına ‘‘Dil ve Yazın Dergisi’’ alt başlığının konmasını da o istemişti. Ama yeni Türk Dil Kurumu Başkanlığı’na geldiğinde, nasıl ‘‘yazım’’ yerine ‘‘imlâ’’ demek zorunda kaldıysa; Türk Dili dergisinin alt başlığından önce ‘‘yazın’’ sözcüğünü çıkarıp unutturmaya çalışmış, sonra ‘‘edebiyat’’ sözcüğünü kullanmak gereğini duymuştu. Belki bu olay da ‘‘Bilim Kurulu’’nun baskısıyla olmuştur. Ama ‘‘sözcük’’ün kullanımı günümüzde böylesine yaygınlık kazanmışken, şimdiki Türk Dil Kurumu’nun ‘‘kelime’’de direnmesi neden? BİLEŞİK Mİ, BİRLEŞİK Mİ? Dil Derneği ile Ali Püsküllüoğlu ‘‘bileşik sözcük’’ terimini kullanırken şimdiki Türk Dil Kurumu ‘‘birleşik sözcük’’ demeyi yeğliyor. Oysa ‘‘bileşik sözcük’’ terim özelliği kazandığı için, özellikle dilbilgisi alanında kullanılması uygun düşer. Şimdiki Türk Dil Kurumu hem Türkçe Sözlük’’te bileşik sözcüğünü ‘‘birleşerek oluşmuş’’ diye tanımlamayı unutmuyor, hem dilbilgisi terimi olarak kullanmaya önem vermiyor. ‘İMLÂ KILAVUZU’ ‘‘82 Anayasası’’ndan sonra, yeni Türk Dil Kurumu’nun başına getirilen Hasan Eren’in ilk işi, ‘‘İmlâ Kılavuzu’’ adıyla, yazım kurallarını altüst eden yeni bir kılavuz çıkarması olmuştu (İMLÂ KILAVUZU, Hazırlayan: Hasan Eren, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1985). ‘‘Bir dilin yazımı kullanıla kullanıla oluşur’’ diye bir söz vardır. Hasan Eren bu anlayışı göz ardı edip tartışmaya açık bir yazım anlayışını yeniden gündeme getirmiştir. Üstelik kılavuzun başına hazırlayan diye kendi adını koyarken, sorumluSAYFA 28 Yazım kılavuzlarında bileşik sözcüklerin kullanılması sorun olmayı sürdürüyor. Hasan Eren’den başlarsak, bileşik sözcük tanımında ortak bir anlayışa varıldığı, ancak uygulamada bu tanıma uyulmadığı görülür. Bileşik sözcük yeni bir kavramı karşılar. ‘‘İmambayıldı’’ dediğimiz zaman, imamın bayılması değil, bir patlıcan yemeği akla gelir. Dil Derneği’nin kılavuzu ile Ali Püsküllüoğlu’nun kılavuzunda ‘‘imam kayığı’’ (tabut) ile ‘‘imam suyu’’ (rakı) ayrı yazılır. Eski Türk Dil Kurumu’nun yazım geleneğine göre ‘‘argo’’ sözcükler genel dile tam kazandırılmış sayılmaz. Yeni Türk Dil Kurumu’nun Yazım Kılavuzu’nda ‘‘imamkayığı’’ neden bitişik yazılmıştır da, ‘‘imam suyu’’ ayrı yazılmıştır? Öyle anlaşılıyor ki bileşik sözcüklerin yazımında ortak bir anlayışa varmak daha bir hayli zaman alacaktır. DERNEK YAPISI Türk Dil Kurumu’nun dernek yapısında Yönetim Kurulu’nu oluşturan 35 kişi yeni üye seçiminden çalışma yöntemine kadar her işi düzenleyen en önemli organdır. Yürütme Kurulu’nu seçen de bu organdır. Yönetim Kurulu her dönem üçte bir oranında yenilenme olanağını bulurdu. Genellikle ‘‘Merkez Listesi’’, karşı listelerden daha çok oy alarak yönetimi ele geçirirdi. Dernek yapısı içinde, yönetimde yer almak anlayışı, küçük oyunlara yol açardı. Toktamış Ateş’in üye seçilmeyişindeki oyun da bunlardan biri olabilir (CUMHURİYET, Gene Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu, 9 Şubat 2006 Perşembe). Yeri gelmişken anımsatayım: Toktamış Ateş’in babası Ahmet Ateş eski edebiyatı iyi bilen bir edebiyat insanıydı. Türkçenin yazı dili, şiir dili kadar gelişme göstermemiştir. Ahmet Ateş’in, Ataç’ın devrik tümcesini eleştiren yazıları bir zamanların tartışma konularıydı (TÜRK DİLİ, Nurullah Ataç ve Türkçenin Nahvi, Kasım 1953 Türkçenin Sözdizimi ve Nurullah Ataç, Ocak 1954). Türk Dil Kurumu’nda takım çalışmasının önemine inananlar, karşılarındaki anlayışla amansız bir savaşıma girişirler. Dernekçiliğin doğasında olan bir çatışmadır bu! Oktay Akbal da, Sami Karaören de o savaşımın ne denli acımasız olduğunu çok iyi bilir. Türk Dil Kurumu özerk yapısı içinde her türlü denetime açık bir kuruluştu. Nitekim ‘‘12 Eylül Yönetimi’’ Türk Dil Kurumu’nun defterini dürmek için Tavazar Paşa gibi bir denetçiyi göndermesine karşın; ‘‘Ben hiçbir kurumun bu kadar düzenli çalıştığını görmedim’’ demek gereğini duymuştu paşa. Şimdiki Türk Dil Kurumu, eski Türk Dil Kurumu’nun anlayışıyla mı çalışmasını sürdürüyor? Anayasanın 134. maddesi; ‘‘Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatlar saklı olup kendilerine tahsis olunur’’ sözü, bu kurumların eski varlıklarını korudukları anlamına mı gelir? Yeni Türk Dil Kurumu’ndaki ‘‘trilyonluk yolsuzluk’’u bir yana bırakalım. Özleşme çalışmaları eski gücünü koruyor mu? Türk Dili dergisine çağdaş edebiyatın sesi yansıyor mu? Özleşme etkinliğine pek de olumlu bakmayan hükümet, Türk Dil Kurumu’nun çalışmasına da önem vermiyor. CHP ile kurumlar arasındaki yargı sorunu çok daha eskilere dayanır. Kurumlar özerk kimliğine kavuşmadan bu sorunlara sağlıklı bir çözüm getirileceğini sanmıyorum. O yargı aşamalarına ayrıca değinmek gerekecek. Yazıyı, Milattan Önce 552479 yıllarında yaşayan bilge devlet adamı Konfüçyus’un sözleriyle bitirmek anlamlı olacak: ‘‘Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılamazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.’’ Atatürk’ten başka dilin önemini kavrayan önder çıkmadığı için toplumsal yozlaşmadan kurtulamıyoruz. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnu?n oluruz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 842
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle