22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? çileri gibi… Bu gerçekten haçın hilale karşı hücumu muydu bir yerde? Ve daha acıklı bir gerçek; biz bir RomaGermen İmparatorluğu’yla savaşmışız ve hala da çağın şartlarına ayak uydurmak kaydıyla savaşıyoruz… “Haç hilale karşı” değerlendirmesi hemen hemen tüm Batılı yazarlarda var. Ben okuma sürecinde, olaylara ve tarihe objektif bakabildiğine inandığım yazarları çok daha fazla önemsedim. Benim için bu kitap, üç oğluma hatıra bıraktığım bir kitap. Burada bir harflik yanlışımın dahi, onları yanlış yönlendirebileceği ihtimalini bir an olsun aklımdan çıkarmadım. “Hilalin haça direnişi”, yabancı ve tarafsız yazarların yoğunlukla söylediği bir tümcedir. Ve dahası, Halil İnalcık bugün haçlı seferlerinin sürdüğünü, Turgut Özakman ise bunun bir haçlı seferi olduğunu söyler. Önemli olan, değerlendirmesi objektif olan bilim adamlarının yazdıklardır. Bir tarafından bakarsanız dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kahramanı Enver Paşa’nın harbi gibi de görülebileceği gibi, diğer taraftan da dünyanın gelmiş geçmiş en psikopat devlet adamının memleketi nasıl mahvettiğinin hikâyesi olarak da algılanabilir. Üstelik vatanı kurtarma teşebbüsüne zamanında hepsi soyunmuşlar. Jön Türkler yaş ortalaması otuzu bulmayan gençler zaten. Biz “Abdülhamit’i devirelim ve memleketi kurtaralım” diye yola çıkmış insanlar. Ne beklenebilirdi ki? Üstelik zaten bu “Jön” Türklerin hikâyesidir. Yani ne diyeceklerdi? “Biz devrim yaptık, bitti, gel Abdülhamit ve devam et” mi diyeceklerdi? Elbette ki dememişlerdir. Alınan sonuçlar çok doğal sonuçlar. Enver Paşa, Türk milletini yükseltip, yüceltmek gibi bir misyon mu edinmişti kendine? Vatanseverliğini tartışmak belki yersiz ama onun misyonu hayalperestliğine yenilmedi mi? Evet, tabii ki. Kendisine kesinlikle bir misyon edindiği çok belli. Ama bir tek o da değil ki. Hepsi, tüm Jön Türkler böyleler. Enver Paşa,1908 hareketinin ve ikinci meşrutiyet operasyonun, hürriyet inkılâbının öne sürdüğü birkaç kahramandan birisi. Ve yirmi yedi yaşındayken hürriyet kahramanı diye bu şehrin en tanınan üç beş subayından birisidir. Bir de şöyle bir gerçek var k; Einstein, yani dünyanın gelmiş geçmiş en büyük fizikçilerinden birisi “hayal bilimden daha önemlidir” diyor. Ama ne kadar hayal? Ben bunu bilemem. Ama bildiğim bu nesil bir hayalin peşine düştüğü. Bilim hayalsiz olmaz. Bu bir gerçektir. Mustafa Kemal de, dehşet bir hayal görmüştür. Ama bu devrin çocukları gençti ve o kadar da matematikle işi yürütmemişlerdi. Genelkurmay Başkanı geçen sene Sarıkamış için “göze alınabilir bir risk değildir” demişti. Mesele yalnızca Enver Paşa değil. Bugün Ermeni meselesi var, ama kimse bunu birkaç kişinin başımıza açtığı bela olarak algılamıyor. Bize, “Siz Türksünüz ve bunu bize siz yaptınız” deniyor. Dolayısıyla, Jön Türkler, Sarıkamış Harbi gibi şeyler bize ait şeylerdir ve başımızı çevirip yürüyemeyiz. “Bir dönemin gençlerinin ruhunu anlamaya çalıştım” “ERMENİ VE KÜRT OYUNCAĞI POLİTİKALARI” Ve günümüzde de sürekli ısıtılıp, Türklerin önüne konulan “Ermeni ve Kürt oyuncağı politikaları”… Fotoğraf aslında yine çok net. İngilizlerin Doğu Anadolu’da bir, Ermenistan ve Kürdistan kurarak Doğu’yu işgal etme ve Rusların da zaten Çarlık döneminin başından bu yana sürdürdükleri sıcak denizlere inme politikasını fiilen uygulayarak Çanakkale’ye ve tabii ki stratejik ve jeopolitik açıdan Boğazlara yerleşme arzuları… Bugün, sıcak gündemin maddelerini de göz önüne alıp fotoğrafa tekrar baktığımızda, “Ermeni ve Kürt sorunlarının” yaklaşık bir asırdır adeta hâlihazırda bir Batı politikası olduğunu görüyoruz. Siz tarihin birçok katmanına hâkim olduğunuz için ve o dönemleri araştırdığını için soruyorum; bugünkü Ermeni ve Kürt sorunları diye lanse edi len gündem maddeleri ve politikalar, tarihsel açıdan bir devam niteliği mi taşıyor? Halil İnalcık için dünyanın en önemli tarihçilerinden biri derler. Ve o bu sürecin hala devam ettiğini söyler. Çok uzun konuşulacak bir konu değil. Çok ironik ve çok açık. Özetlediğin, bugünkü politikalarla, o günkü politikaların tesadüf olmadığını söylüyorlar. Bir bildikleri vardır herhalde, boş konuşmazlar değil mi? O yıllarda, Turancılık meselesine Aydınların ve kimi İttihatçıların bunca sarılması bir ümitsizlikten, bir bedbinlikten mi ileri geliyordu? Halide Edip gibi Milli Mücadele’nin baş aktörlerinden sayılabilecek bir aydının tıpkı Sivas kongresinde Amerikan mandasını kurtuluş yolu olarak Gazi Paşa’ya önermesi gibi, Turancılığı, bir Turan ülkesi hayalini desteklemesi de bir başka tarihi ironi değil mi? Edirne’nin batısında yiyecek ekmek olmadığını gören bu nesle, bir Turan rüyası gördürüldü. İçlerinden bazılarından bu rüyayı görmüştür. Çok ciddi bir Turan hevesinin peşinde olduklarını görüyoruz. Kimi yazarların “bozgunda fetih rüyası” diye nitelendirdikleri bozguna uğramakta olan bir imparatorluğun yeni fetihler hayal etmesi gibi bir gerçek bu topraklara hâkim olmuş. Ve işin kilit noktası; Sarıkamış Kuşatma Harekâtı. Yapılan taarruz hem mantığa, hem matematiğe pek yatkı değil gibi. Rus Teğmen Bergmen dahi; Türklerin böyle bir savaş stratejisinin varlığına inanmaz, dahası ciddiye almaz. Sorun tamamen umuda dayalı bir yapılanmada ve stratejide değil miydi? “Umutsuz yaşanmaz” diyorsunuz ama, kış şartlarında çetin bir savaş veriyorsanız umuttan çok başka silahlarınız da olmalı. İşte tüm bunların irdelenmesi çok kolay değil. Olumlu veya olumsuz bir değerlendirme yapamam. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktan ısrarla kaçarım. Burada o kadar çok parametre var ki. Birincisi şunu sormak lazım; “kışın bu harekât yapılmamalı mıydı”? Oysa öyle bir şey yoktur; kışın da yazın da harekât yapılabilir. Burada önemli olan şu ki; bu harbi niye yaptığımız kadar, harbi niye kaybettiğimiz de önemli. Ve kaybediş gerekçelerine baktığımızda, sorumlunun yine kendimiz olduğunu görüyoruz. Bu harbi biz kendimiz kaybettik. Peki, kazanılamaz mıydı? Harbin kaybedilme gerekçelerini çok objektif bir biçimde yazan Ziya Yergök diye bir subay var. Onun harbi kaybetme gerekçelerine baktığımız zaman, ordu komutan olan Enver Paşa’dan diğer pek çok kolordu komutanı ve subaya dek pek çok askerin suçlu olduğunu görürüz. Bir adam rüya gördü diye bu kazanılamaz mıydı? Birçok subay da bu harbin kazanılacağını söyler. Harbi kazansak, Sarıkamış’ı alsak ne olurdu. Ziya Yergök Paşa gerekçeleriyle birlikte, çok daha kötü olacağını da yazar. Haklı pek çok bilgi de aktarıyor. Ziya Paşa “iyi ki kazanamadık” diyor. Çünkü ona göre Sarıkamış’ı alsaydık, tüm askerlerimizi Kars’tan getirdikleri askerlerle imha edeceklerdi. Bunu, altyapısı bozuk bir şehir veya Fransa’da olmayan ama bizde olan kuş gribi gibi görmeliyiz. Demek ki onlar olaya farklı yaklaşıyor. Yani altyapı yok. Yol yok, demiryolu yok, giyecek, yiyecek yok. Bir tek harbi kazansan ne olur, kazanmasan ne olur? Ama savaş stratejisinden uzak sarılmış mı sarılmamış mı, bunu değerlendirmem pek doğru olmaz. Benim için önemli olan bir dönemin ruhunu anlamak ve aktarmaktı. Bu olayları neden yaşadığımızı sorguladım. ? Sarıkamış’a Giden Yol/ Özhan Eren/ Alfa Yayınları/ 521sf. 842 SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle