23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? dar tartışıldığı göz önünde bulundurulursa, bu konuya özel bir bölüm ayırmayı uygun bulduk. Sanırım bu Fransız okuyucunun da aradığı bir bölüm olacaktır. Türkiye’ye has bir olgu olan Alevilik konusunda da bir yazı ayırmaya özellikle dikkat ettik burada. Hem konu çok önemli, hem de laiklik ve çağdaşlaşma sorunsalıyla çok ilişkili, hem de Fransa’da daha önceki akademik çalışmaların da gösterdiği gibi, bu konuya özel bir ilgi var. Genç kuşak araştırmacılar bu geleneği sürdürüyorlar. Dolayısıyla bu konuda yeni çalışmaların olması sevindirici bir şey. Diğer bölümde çok önemli bir konu olan ve yöresel gelişmeye de göndermeler yapan Kürt dosyası ele alınıyor. Türkiye’nin şu sıralarda en önemli meselesi olarak ortaya çıktığı söylenebilecek sosyal eşitsizlikler. Sanırım bu konu AB ile müzakere sürecinde daha aşikâr bir şekilde ortaya çıkacak. Gerçekten Türkiye’de bölgeler arası eşitsizlik konusunda büyük sorunlar ve uçurumlar var. Bu konu, meseleye çok vakıf bir bilim adamı, JeanFrançois Pérouse tarafından ele alınıyor. Beşinci bölümde ekonomi söz konusu. Burada sadece istatistiklerin, bilinen şeylerin ortaya koydukları değil de, paralel ekonomi de ele alınıyor. Kayıt dışı ekonomiyi ele almıyoruz (yani karanlık işver ler, esrar kaçakçılığı gibi), nedense iktisatçılar bu konuyu ele almakta çekimser davranıyorlar, ne de olsa bu konuda elde yeterince veri yok. Dolayısıyla, kayıt dışı ekonomiden çok, enformel ekonomi ya da özellikle tarımdaki kayıt dışı ekonomi (“économie grise”) ele alındı. Benim arzum biraz Tahtakale’den de bahsedebilmekti, ne var ki bunu yapamadık. Ama gene de, biraz bu konuya değinen bölümler var, özellikle de neden bilimsel bir şekilde ele alınamayacağı açıklanmaya çalışılıyor. Altıncı bölüm daha çok dış ilişkilerle ilgili, hem genel olarak dış ilişkilerin bir panoraması vermeye çalışılıyor, hem de özellikle Avrupa Birliği ile olan ilişkilerdeki belirsizlikler ortaya çıkartılmaya çalışıyor. Bu bölüme dış göç de dahil ediliyor. Nihayet en son bölümde de kültür sorunlarına eğiliniyor. Aynı zamanda zenginlik de ortaya konmaya çalışılıyor. Özellikle Alain Mascarou’nun edebiyatla ilgili yazısından ben şahsen çok şey öğrendim. Müzikle ilgili konunun uzmanı Sami Sadak’ın ve sinemayla ilgili Nicolas Monceau’nun makaleleri var. Nihayet çoğu okuyucunun ilk olarak okuduğu ve merak uyandıran mutfakla ilgili bir yazı var. Kitapta görebildiğimiz kadarıyla eğitim boyutu yok, bu bilinçli bir tercih mi? Bilinçli bir tercih değil. O eksikliğe dikkatimi çekmekle iyi ediyorsunuz, teşekkür borçluyum. Bir diğer eksiklik gibi görünen, etnik boyutun ele alındığı bölümde, Ermeni meselesiyle ilgili daha özel bir makale yazmayı düşünmediniz mi? Bu da haklı bir soru. Doğrusunu söylemek gerekirse üzerinde uzun uzun düşündüğümü söyleyemem. Ayrı bir makale yazmak doğrusu aklıma da gelmedi. Nedeni herhalde bu konuda bir makale yetersiz olabilirdi. Güncelliğinden ötürü ve Türkiye’de tartışılmaya başlandığı için böyle bir konuyu ille de koymak gerekli miydi diye düşünüyorum. Konu çok tartışılsa da, kaotik bir şekilde tartışıldı. Çok siyasallaştırıldığı için böyle bir kitapta yer vermekle, biraz da ödün vermiş gibi olacaktık. Ayrıca, böyle bir kitap içinde en çok dikkati çeken makale olmaya da aday olurdu. Birçok bakımdan sakıncalıydı. olarak Fransa’da ortaya çıkan çoğu genç kuşaktan genç derken, Bazin, Mantran, Melikoff kuşağı gitti artık, yenileri kastediyorum Türkologlar arasındaki uzmanlardan seçildi. Gerçi ayrıntıdır ama, Mantran’ın kitabına bakarsanız, yazarlar arasında hiçbir Türk yoktur onda. Bizim kitapta Türkiye kökenli araştırmacılar da var, bir kısmı da komşu ülkelerde yaşıyorlar. Örneğin, Ural Manço Belçika’da, Teoman Pamukçu Lüksembourg’da yaşıyorlar. Hepsi frankofon, doğrudan hiçbir makale çevrilmedi. Bu şunu da gösteriyor, 3050 yaş arasında rahatlıkla Fransızca yazan, Türkiye kökenli bilimsel dünyada artık kendini kabul ettiren bir kuşak da var. Kitabın zenginliğinin altını çizen temel özelliklerinden biri, her makale sahibinin kendi eğildiği konuda önemli bir bakış açısının hissedilmesi. Okuyucuya bilgi aktarırken aynı zamanda düşünmeye de iten bir özelliği var yazıların. Ancak hemen tüm bölümlerde, belli bir karşılaştırmacı yaklaşım kaygısı güdülmemiş. Örneğin, sivil toplumu anlatan makalede Müslüman ülkelerle karşılaştırma olmakla birlikte, başka bir coğrafya içinde bakıldığında, Doğu Avrupa’da ve özellikle Yunanistan ya da AB’ye kapıyı aralamış Romanya ve Bulgaristan’la karşılaştırma yapılmamış görünüyor. Öncelikle kitabı etraflıca okuyup derinine düşündüğünüz için teşekkürler. İlk kez böylesine kitabı etraflıca tartışmanın keyfini yaşıyorum aslında. Le Monde gazetesinin “art niyetli” olarak nitelendirebileceğimiz kitap hakkındaki yorumunda “kompilasyon / makalelerin üst üste ve sistemsiz derlenmesi?” kelimesini kullanmakta iki niyet görüyorum. Birincisi, kitabın bir kompilasyon olmadığını görememiş, çünkü kitabın bir sürekliliği, bir strüktürü var. İkincisi, bu ifade hem Fransız kamuoyunun hem de Le Monde gazetesinin Türkiye aleyhtarlığını da yansıtan bir ifade. Ancak kitaptaki “fil conducteur / ana eksen” Türkiye’nin modernlik arayışı. O konuda bir süreklilik var. Bunun dışında şunu ifade etmem gerekir ki, kitabı hazırlamak için ne kitabın yapısını düşündüğümde, ne makalelerin okunma düzeyinde, ne çalıştığım kurumdan ne de yayınevi Fayard’dan hiçbir itiraz, telkin gelmedi. Kitapta kıyaslamacı boyutun çok güçlü olduğu söylenemez belki ama birçok makalede yine de var. Dış göçte, ekonomide var. Fakat en çok referans verilen makaleler gerçekten Müslüman dünyadan. Böyle olması biraz doğal, çünkü Türkiye’nin İslam öğesi tarihi olarak çok ağır basan ve ihmal edilemeyecek bir öğe. Özellikle Ali Kazancıgil’in makalesinde, Türkiye’nin Arap dünyasıyla arasındaki farklılıkları üzerinde duruluyor ki, bunların üzerinde de zaten durmak gerekiyor. Osmanlı kültürü zayıf, devlet güçlü, Arap ülkelerinin devleti zayıf kültürü güçlü bağlamı tartışılır da olsa, biraz ger çeklik payı taşıyan bir argüman. Dolayısıyla, Türkiye’nin göz ardı edilemeyecek bir özgürlüğü var Müslüman dünya içerisinde ki bunun üzerinde durmak gerekiyor. Ancak, Güney Avrupa’yla ilgili yeterince kıyaslama yok gerçekten. Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz’le yapılabilecek kıyaslamalar var. O konularda belki sosyal bilimcilerimizin birikimleri çok güçlü değil, zira kıyaslama yapmak çok kolay iş değil. Doğu Avrupa’yla kıyaslamalar konusunda çok ikna olmuş değilim. Çünkü bunların siyasi ve tarihsel deneyimleri çok farklı. TÜRKİYE MÜSLÜMAN DÜNYASINDAKİ ÜLKELER Karşılaştırma yönteminin kullanıldığı makalelerde, Türkiye’yi Müslüman dünyasındaki ülkeler ve toplumlarla karşılaştırmak ne denli doğru ve bilinçli bir tercih? Bunun üzerine gitmek gerekebilir. Türkiye’yi sadece Müslüman dünyası içerisinde ele almak kültüralist sapma tehlikesini taşıyor. Yani, Türkiye’yi sadece Müslüman kültürüyle tanımlamak sakıncasını taşıyor. O öğenin ağırlığını kabul etmek gerekiyor kuşkusuz, fakat Türkiye’nin kıyaslanabileceği başka toplumlar var, ve bunlar Müslüman kültüre ait olmayan ülkeler. Böyle bir kitapta daha çok Müslüman kültürde yer alınmış olsa dahi, o kültüralist sapma muhtelif makalelerde reddediliyor. Dolayısıyla kitabın o kültüralist tuzağa düştüğü söylenemez. Fakat, dediğiniz doğru, bunun diğer çalışmalarda bundan sonra yapılması yüreklendirilmeli bence, yeterince bilgi donanımı varsa. Yani Türkiye’nin sadece Müslüman dünya içerisinde değil, diğer Akdeniz ve Balkan ülkeleriyle de kıyaslanması lazım. Ne var ki, Türkiye’nin karşılaştırmacı konumlandırılmasını şimdiden başka bir eksene yerleştirmek belki ileride bazı açıklamaları kolaylaştırabilir ve altı çizilmesi gereken örneğin sivil toplumda olduğu gibi gelişmeleri daha net olarak uluslararası platformda ileri sürmemiz için yol gösterebilir. Haklısınız, Türkiye’nin bazı Arap ülkeleriyle karşılaştırılması çok zor. Örneğin Kuveyt, Irak, Suudi Arabistan, Suriye. Bazı ülkelerle karşılaştırılması zor, fakat bazı sorunsallar etrafında karşılaştırılabilir. Laiklik konusunda mesela Tunus, çünkü Tunus’un Türkiye’den esinlenmişliği var. Fakat birkaç Müslüman ülkeyle kıyaslama zor da olsa mümkün: Mısır ve İran. Fakat sonuç olarak gözleminiz doğru, Müslüman olmayan ülkelerle de tartışma platformu mevcut. Ekonomik ve demokratik gelişme açısından, Müslüman dünyada Türkiye’yi ayrı bir safa yerleştiren vasfı, sivil toplumun gelişmiş olduğu örneğindeki gibi, Akdeniz havzasındaki Müslüman olmayan ülkelerle, hatta Fransa’yla dahi Akdeniz’deki en gelişmiş ülke olarak alırsak karşılaştırılacak birçok yönü var. Şöyle denebilir tabii ki, Malezya’dan Fas’a, Moritanya’ya bir İslam ekseni vardır. Türkiye’nin karşılaştırmaları bu eksen üzerinde yapılmıştır, bu eksen içindeki sosyal, ekonomik, kültürel evrim araştırılmıştır. Birkaç radikal Marksist araştırmacının Latin Amerika’yla karşılaştırmalı makalesi dışında, bugüne kadar doğru dürüst hiçbir Avrupa veya Akdeniz ülkesiyle, ne Yunanistan’la, ne Balkan ülkeleriyle, ne de Kafkas ülkeleriyle kıyaslayan araştırma hatta malzeme yok. Ol mayınca, sizin bu çalışmayı bu yönde yapmış olmanız çok doğal tabii. Birkaç çalışma oldu. İlkay Sunar, Sabri Sayarı’nın örneğin demokrasiye geçişi konu eden çalışmaları oldu. Burada da Güney Amerika ve Güney Avrupa üzerine düşünen birtakım bilim adamları vardı. Philippe Schmitter, Guillermo O’Donnell gibi birkaç kişinin İngilizce çalışmaları vardı. Örneğin, mutlakiyetçi, totaliter rejimler sonrasında medyanın evrimi konusunda Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın yer aldığı karşılaştırmalı araştırmalar bile yeni yapılıyor. Tabii sadece Türklerde değil, yabancılarda da bu tepeden bakış ortaya çıkıyor. Ben birtakım gruplar kurmaya çalıştım, Şirin de bilir onları, ECPR diye bir şey vardı, European Consortium for Political Research. Biz orada Güney Avrupa gruplarına falan giderdik. Onlar arasında bile “Bu Türkler niye buraya geliyor?” şeklinde ifadeler kullanılırdı. Yani Türkiye’yi aralarına almak istemezlerdi. Sonuçta, sadece Türkiye’deki ilgisizlik ve bilgisizlik değil, bu karşılaştırmaları yapmak konusunda çaba sarf ettiğiniz zaman onların o tepeden bakan tavrı da ortaya çıkıyor böylece. Belki bu direnme tavrının özellikle Balkanlar çerçevesinde çalışmalarda bir kırılma noktası var. Son senelerde Balkanların yeniden siyasi gündeme girmesi, araştırma konusu haline gelmesiyle Türkiye’yi bu eksene almaya direnme daha az gözlemleniyor galiba... Balkanlar da tabii eski Osmanlı eyaletleri ne de olsa. Ancak, örneğin Türkiye’yi Arnavutluk’la karşılaştırmak mümkün değil. Sadece bu kategori içinde görünmemizi de bizim reddetmemiz gerekiyor zaten. Belki en doğrusu Türkiye’yi Polonya ile karşılaştırabilmektir. Biz gerçekten “referans” kitap olarak tarif edebileceğimiz, özünde son derece komple bir çalışma olan kitabın önümüzdeki yıllarda daha da önem kazanacağına inanıyoruz. Yeni bir baskı söz konusu olursa, bir eğitim bölümü eklemeyi düşünür müsünüz? Belki Fayard’a kabul ettirmek ilk aşamada zor olabilir ancak denemeliyiz, doğru. YENİ PROJELER Semih Vaner’in yeni projeleri neler? Gittikçe Jön Türkler döneminin önemini tarihçi olmamakla birlikte, anlamaya çalışıyorum. O meseleye siyaset bilimci olarak yaklaşmak istiyorum. Sonra, diğer arkadaşların da hislerini yansıtır mı bilmem ama, bu kitabın bir an önce Türkiye’de geniş bir şekilde tartışılmasını isteriz tabii. Şimdiden Türkiye’ye, şimdiden 100150 kisiye ulaştı bu kitap fakat tabii ki Türkçeye çevrilmesi bu tartışmayı daha geniş bir tabana yaymak için önemli bir fırsat olur... CERI, Fransa’da Batı Avrupa’daki yabancı toplumlar üzerine siyasal bilimler alanında çalışmalar yapan en önemli araştırma kurumlarından bir tanesi. 4550 kadar araştırmacı çalışıyor, kimisi Japonya uzmanı, kimisi Çin Halk Cumhuriyeti uzmanı ve çalıştıkları ülkenin dillerini bilen, o konularda doktora yapmış olan kimselerden müteşekkil bir araştırmacı merkezi. Merkez, Fondation Nationale des Sciences Politiques’e (Ulusal Siyaset Bilimi Vakfı) bağlı. FNSP, ismi Vakıf olmakla birlikte, üniversite niteliğine sahip ve Fransa’daki elit tabakayı yetiştiren, bizdeki Siyasal Bilgiler Fakültesine tekabül eden, Institut d’Etudes politiques (Siyasal Bilgiler Enstitüsü) adlı eğitim kurumuna sahip olan, fakat bunun dışında araştırma merkezleri de olan büyük bir kurum. Kendi yayınevi çerçevesinde dergi ve diğer bilimsel yayınlar üretiyor. Fakat daha çok, cumhurbaşkanlarının, bakanların, diplomatların, mali müfettişlerin yetiştiği IEP vasıtasıyla tanınan bir kurum. ? KİTAP SAYI 842 21 UZMAN Kitapta 21 uzman var, bunları neye göre seçtiniz? 21 kişi bu sıralarda Türkiye uzmanı SAYFA 20 “Şu an Türkiye ile ilgili kitapların yoğun olduğu bir dönem. 1930’lar Fransa’sını andırıyor.” CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle