28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sanat, bir çocuğun yaşamına nasıl katılır? Ya da çocuk sanata nasıl girdirilir? Sanat, o en genel hayatın içinde bir yaşam yongası, yaşam nesnesi yapılarak elbette. Sergi, sanatın, en temel yaşam gereçlerinden biri olduğu gerçeğini bize bir kez daha somutladığı için de ilginçti elbette. Özellikle çocukların şakacı, cin zekâlı dostu olup çıkmıştı Picasso. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Sabancı’nın Picasso’sundan festivalin sinemasına... Herhalde Sabancı köşkündeki hat sanatçılarıyla kol kola yapıyordu gezintilerini. Öyle ya bizimkilerle Picasso bire bir örtüşmüş olmalıydı. Picasso yüzyıllar sonra resimdeki soyutlamayı bir adım öteye taşımış, hat sanatçılarımız da ulaştıkları soyutlayımın simgesi yazıyı yüzyıllar sonra bir adım daha resme yaklaştırmışlardı. Picasso bize hayatın içindeki o kapkara şakayı gösteriyordu herhalde! Eğitmenlik de üstlenerek... Gelin, bir de Picasso İstanbul’da (Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi yayını, 2005) adlı katalog kitap aracılığıyla izleyelim sergiyi. Sözgelimi, kitabın “Sunu”sunda, Güler Sabancı şu vurguyu getiriyor: “Picasso sergisinin Türkiye’ye gelmesine verdiğimiz desteğin önemli hedeflerinden biri de, bu sergiyi mümkün olduğunca çok çocuğun görmesini sağlamaktır. Çağdaş Türkiye’nin geleceği için çok önemli olan çocuklarımızın şartlanmamış beyinlerinin Picasso’nun yaratıcılığı ile tanışmasını çok önemli buluyoruz.” (7,8) Torun Bernard RuizPicasso ise, “Picasso Renk ve Gölge” başlığı altında şunları söylüyor: “Pablo Picasso, 19.yüzyılın sonlarında Málaga’da doğdu. Oraya ilk gittiğimde ve daha sonraki ziyaretlerimde, İspanya’nın güneyindeki Endülüs bölgesinin kendine has karakterinin büyükbabamın çocukluğunu ve kişiliğini nasıl şekillendirdiğini, ve üzerindeki etkisinin ne denli güçlü olduğunu keşfettim ve daha iyi anladım. Picasso’nun Barcelona doğumlu olduğu, hatta Fransız olduğu çok yaygın bir yanlış anlamadır. Oysa onun sanatını her zaman anavatanı Endülüs’ün ışığı, tabiatı ve tarihsel çeşitliliği beslemiştir. / Güney İspanya’nın kurak topraklarında otlaklar, zeytinlikler ve dağlar yan yana sıralanır. Afrika kıyılarından çok uzak olmayan Endülüs, doğuda Akdeniz, batıda da Atlantik sularıyla yıkanır.” “Pablo Picasso’nun eserlerinde, belleğinde yer etmiş olan bu çocukluk anılarının ve onların ilham verdiği renk, ışık ve gölgelerin yeri çok önemlidir.” “…Pablo Picasso, 1934’ten sonra İspanya’ya hiç gitmedi, ancak köklerine hep bağlı kaldı. Bütün eserlerinde Akdenizliliğinin izlerini görebilirsiniz.” (13) Sanatın neyin soyutlayımı, dönüştürümü olduğu konusunda siz neler düşünüyorsunuz acaba? SANAT, ÇOCUKLUĞUMUZUN MÜZESİ Marilyn McCully “Pablo Picasso: Giriş” başlıklı yazısında yukarıdakine benzer bir saptama getiriyor: “Picasso, çocukluğunda hiç durmadan resim yapmak istediğini hatırlıyor. Ömrü boyunca esas olarak yaptığı da buydu: Sanat yapıyordu o, vaktinin çoğunu stüdyosunda ya da atölyelerde, heykel, seramik ve baskı yaparak geçiriyordu. İnanılmayacak kadar güçlü bir görsel belleği vardı, yapıt yaratmanın yeni yollarını keşfetmekle kalmıyor, çoğu kez kabul görmüş teknikleri, malzemeleri ve geleneksel konuları da baş aşağı çeviriyordu. Konularının esin kaynakları çok çeşitliydi: Sevgilileri, ailesi ve dostlarından oluşan yakın çevresi; olaylar ve cukluk rüyasını gerçekleştirmişti.” (31) Michel Leiris ise “Sanatçı ile Modeli” başlıklı yazısında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Picasso’nun kendi sanatı hakkında söylediklerinin çoğu yazıya dökülmüştür. Aslında sanatları demeliyiz, çünkü yapıtları hem üslup, hem de ifade aracı bakımından çok çeşitliydi; resim, heykel, seramik ve değişik grafik sanat türlerinin her birinin peşinden bıkıp usanmadan koşmuştu, sanki mimarlık dahil her şeyi denemekte kararlıydı (…), ayrıca her tekniğin olanaklarını olası sınırlarına kadar taşımak istemişti. Ancak …Picasso asla sanatı konusunda kuramlar üretmeye kalkışmamıştı.” (45) Abidin Dino “Picasso ile Vallauris’te İki Gün” başlıklı ilginç yazısında şöyle anlatıyor onu: “Bir de bakıyoruz elinde bugüne değin yaptığı en güzel güvercinlerden biri; sonra bir ikincisi; sonra bir üçüncüsü. Tüm bunları gerçekleştirirken güvercin taklidi yapıyor, bir yandan da güvercinleri iyi tanıyan Agard ile güvercinlerin yaşamı üzerine bilgi alışverişinde bulunuyor. / Picasso ressam olmasaydı bir mim sanatçısı olurdu. Güvercinlerden söz ederken güvercin oluyor.” (47) Bütün bu değerlendirmelerde söylenilmek istenen çok açık: Pablo Picasso hep çocuktu! Evet, doğru, belki de bu nedenle onu izleyenlerin başında çocuklar geldi, bir noktada buluşmuş oldu bizim çocuklarla o koca çocuk… Sakıp Sabancı Müzesinin yan salonunda bir Picasso belgeseli de izledik. Yönetmen HenriGeorge Closout imzalı Picasso’nun Gizemi (1982) adlı belgeseli ağzımız açık izledik diyebilirim. Müzeden çıktığımızda baktık ki Uluslararası İstanbul Film Festivali başlayıvermiş. Gözünüzü kısıp da uzaktan şöyle bir süzdünüz mü, İstanbul daha yirmi beş yaşında. B ir ay öncesinden kararlaştırmışız, 22 Mart’ta Picasso’nun sergisine gideceğiz. Vildan Ertürk’ün rehberliğinde grupça. Kimlerden mi oluşuyor grup? Semih Poroy’la Bilal Kayabay’dan, Turhan Günay’la benden. Geldik Sakıp Sabancı Müzesine, baktık ki sergi kuyrukta. Öylesine Picassovari bir kuyruk ki, hayran olmamak elde değil. Semih’le Turhan, gözleri arkada bıraktılar Picasso’nun bu imzasını, gazetedeki işlerine döndüler. Beş saat boyunca tartışa konuşa gezindik sergide. Sabancıların ünlü atının terkisinden boğaza bakarak kahvelerimizi yudumlarken biraz bahar sarhoşuyduk belki, ama bundan daha çok Picasso’nun büyüsüne kapılmış birer sanat gezginiydik asıl. Her birimiz kendi âlemimize dalmıştık, ama aynı düşü görmüşçesine şaşkındık yine de. Picasso’yla ilk kez 1960 başlarında ortaokulun birinci veya ikinci sınıfında tanıştığımı anımsıyorum, resim öğretmenimiz ressam Besim Yazıcı’nın sınıfa taşıdığı birbirinden değerli röprodüksiyonlarla. Sanat, bir çocuğun yaşamına nasıl katılır? Ya da çocuk sanata nasıl girdirilir? Sanat, o en genel hayatın içinde bir yaşam yongası, yaşam nesnesi yapılarak elbette. PİCASSO ADLI ÇOCUKLA SANAT YOLCULUĞU Sergi, sanatın, en temel yaşam gereçlerinden biri olduğu gerçeğini bize bir kez daha somutladığı için de ilginçti elbette. Çocuk, genç konuk sayısı da bunu destekliyordu zaten. Özellikle çocukların şakacı, cin zekâlı dostu olup çıkmıştı Picasso. Buna, görmeyen yurttaşların, yanındakiler aracılığıyla sergiyi gezmeleri eklenince, Picasso’nun görmeyi de aşan boyutu olduğunu kavramakta gecikmiyordu insan. Sonra dikkat ettim, sergiye gelenlerin tamamına yakını, hadi diyelim %90’ı kadındı. Demek ki Picasso bize, sanatın yalnız çocukluk olduğunu göstermiyor, bunun bir dişilik türevi taşıdığını da vurguluyordu bana göre. Öyle ya, kadınlar yeryüzünün ilk sanatçıları değil miydi? Öyleyse ne kadar kadın varsa, Picasso’yla yanıt haklarını da kullanıyorlardı kuşkusuz. Picasso, sabahtan akşama boğazda geziniyordu ama bizim haberimiz olmuyordu demek ki. mekânlar; sanat tarihi… Yani en geniş anlamda, özel yaşamı sanatını besliyordu. Picasso’nun çalışma biçimi buydu, sanatına bunca güvenli yaklaşmasının kökeninde de, yurdu İspanya’da geçen çocukluğu yatıyordu.” (17) Bu çocukluk olgusunu son dönemine de yayıyor yazar Marilyn McCully: “Picasso’nun son tablolarında, sanki yaşamak için sanat yapmaya devam etmek ihtiyacındaymışçasına bir telaş içinde olduğu görülür. (…) Gerçekten de bütün bir yaşam boyu neredeyse hiç durmadan sanat yaparak, Picasso ço SİNEMA DA ÇOCUKLUKTAN BAŞKA NEDİR Kİ?.. Sinema da bir çocukluk elbette. Düşle gerçeği sanatla yaşamı aynı arabaya koşulmuş bir çift at gibi elimizin altında mıncıklayıp yoğururken, sanatı çocuksulaştırma olanağı veriyor bu bize. Agâh Özgüç’ün Türlerle Türk Sineması / Dönemler/ Modalar/ Tiplemeler (Dünya, 2005) adlı ki tabı, festival günlerinde dostluk kurabileceğimiz bir yapıt. Özgüç, Türk Sinemasının dönemlerine, modalarına, tiplemelerine günümüzden kalkarak bakarken buna çok uygun düşen bir yaklaşımla ansiklopedik bir kitap da koyuyor ortaya. Bu arada başlangıçta daha, söz konusu serüvene yönelik okuru “‘minör’ (bir) yolculuğa” çıkarmayı ihmal etmeden. “Dönemler/Modalar/Tiplemeler” dedim ya, neler neler yok bu başlık altında, insan şaşakalıyor. Gerçekten de “Tarihsel Filmler”den, “Operetler, DanslıŞarkılı Filmler”e, “Edebiyat Uyarlamaları”na, “Engelliler Teması”ndan “Cinsellik Teması”na, “Efeler ve Eşkıya Tiplemeleri”nden “Türk Sinemasında ‘Kürt’ler”e birbirinden farklı, birbirinden zengin öyle açılımlar getiriyor ki, insan özetleme bağlamında da olsa sinemamızın topluca ele alındığı bir ansiklopedinin sayfaları arasında gezindiği izlenimi edinebiliyor kolayca. Üstelik yazar, işlevini göz ardı etmeden bol alıntıya yer verirken bundan, anlatısını renklendirmek amacıyla da yararlanıyor. Sözgelimi şakacı tutumu ya da ilginç göndermeleri için dayanak yapabiliyor alıntıları. Ama gürültü patırtı çıkarmadan, abartmadan. Bu arada dipnot göstermeye gerek duymuyor ama. Belli ki kafasını karıştırmak istemiyor okurun. Bölüm sonlarındaki kaynakça yetiyor yazara, okurun da bununla yetinmesini istiyor belli ki... Kitap sonuna eklenmiş dizin ise iyi bir yol açıcı. Türlerle Türk Sineması / Dönemler/ Modalar/ Tiplemeler başlıklı ansiklopedik yapıt, Türk sinemasının tüm dönemlerini popüler düzlemde kuşbakışı bir gözden geçirme çalışması olarak da alınabilir pekâlâ. Ancak bunun eleştirel yaklaşım içerse de dizgeli bir sinema eleştirisi biçiminde yapılandırılmadığı açık yine de. Görüldüğünce yazarın böyle bir amacı da yok zaten. Agâh Özgüç tatlı, yer yer alaysamaya dayalı bir anlatımla kitabını örüntülerken sıkmadığı gibi, okuru anlatılanların peşinde sürükleyen bir biçem de yakalıyor. Sinemamızın bütününe “Dönemler/ Modalar/ Tiplemeler” bağlamında bakmak, kitaba farklı bir açılım getiriyor çünkü. Ben kendi payıma büyük tat alarak okudum kitabı. Yazarın dönemlere bakarken, eleştirel yaklaşımlara açtığı yer, bunlarla sağladığı alaysama, hatta arada bir açıktan açığa geçtiği dalga, doğrusu ya, kitabı uçurucu önemli bir etken... Hoş göndermeler, iğneleyici çağrışımlar şaşırtıcı biçimde akışkanlık kazandırıyor anlatıya. Ne ki yazarın, anlatım dilini iyice gözden geçirmesini dilerdim kendi payıma. Çünkü kimi tökezlemeler, okurun yer yer kitaptan kopmasına yol açabilecek bir tehlikenin de imlerini veriyor bence. Kaldı ki genelde çapaklı bir anlatımı var yazarın. Üstelik dizgi yanlışlarının da azımsanmayacak boyutta olduğunu ekleyeyim. Ama siz siz olun, festival filmleri arasında tatlı bir heyecanla koşuştururken Agâh Özgüç’ün Türlerle Türk Sineması adlı yapıtıyla kol kola girmeyi unutmayın sakın! Ceplerinizin birine kendi çocukluğunuzu, ötekine Picasso adlı hiç büyümeyecek o çocuğu da almış olarak... ? KİTAP SAYI 842 Pablo Picasso SAYFA 10 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle