03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

hep bu hayvanlara inanıyoruz ve özgürlük bekliyoruz onlardan 1870 SAVAŞ Bir dinle bak nasıl inliyor orman, bir dinle yüzyıllık hırçın yelleri, nasıl tane tane, hiç yorulmadan, masallar aktarıp geçmişten onlar zulmü türkülerle anlatıyorlar! Böyle türkü oku okuyacaksan, Haykır ey güzel kız, bu dertli günde, Haykır nasıl satar dostunu insan ve nasıl yıpranır gençlik de güç de, genç dulları böyle ağlatan ne var ve neler çekiyor evsiz çocuklar! Ya haykır, ya da sus, yakamı bırak! Yüreğim titriyor uçacak hemen, Uçacak sevgili, kendine gel, bak! Uçacak o yere, ki her an derinden Gürleyen en korkunç kindar seslerle ve ölüm öncesi son nefeslerle... Tam orda... fırtına dalları kırar ve kılıç çelenkler örer onlardan; orda ağız açmış ne vadiler var, ki kurşun sesiyle çınlar her zaman orda ölüm gülüş gibi incedir, buz mezarda tatlı bir dinlencedir! Ah, bu türküleri ve bu gülüşü hangi ses haykırıp getirir bana? Kanlı bardağımla, ki görünüşü aşkı da şaşırtır, çıkıp meydana bir şarkıyla haykırayım içimi neyi sevip neyi özlediğimi. 1871 Cevat ÇAPAN Şiir Atlası Hristo Botev/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin Atasoy ‘Özgürlük cenginde ölen, ölmez ki...’ Hristo Botev (18481876) Bulgar edebiyatında hiç tartışmasız ‘tüm zamanların en büyük şairi’, o ülke tarihinin ‘en büyük devrimcisi’, ulusunun kalbinde de ‘en büyük yurtsever’ olarak kabul görme mutluluğuna ulaşmış, eşine ender rastlanan yüce bir kişiliktir. Macarlar için Petörfi neyi ifade ediyorsa, Bulgarlar içni de Botev aynı şeyi ifade etmektedir. Hem sadece bu kişilerin şiir alanındaki yetenekleri ve ulusal davaya ölümüne bağlılıkları dolayısıyla değil, onların yaşamöykülerinde birçok benzerlikler (ikisi de, ülkesinin özgürlüğü adına, çok genç yaşta er meydanında can vermiş) bulunması nedeniyle bu böyledir. Bir devrimci olarak çekirdekten yetişen Botev (Babası Botyu Petkov o zamanın ünlü devrimcisidir) doğduğu kasabada (Kalofer) arayıp bulamadıklarını okumak için gittiği Rusya’da (186518767) fazlasıyla bulmuş, öğrenimini yarıda kesip kendisini tamamen aktif devrimciliğe adadıktan sonra, bunu ölümüne değin (1876) kalem ve kılıcıyla aralıksız olarak sürdürmüştür. Kısaca söylemek gerekirse, Botev’in 175 kişilik bir çeteyle ülkesini Osmanlı egemenliğinden kurtarmaya kalkışma ütopyası (belki de çılgınlığı) ve birçok arkadaşıyla birlikte feci bir şekilde bilerek ölmesi (1876), onun adını tüm dünyaya duyurmakla kalmamış, bir efsaneye dönüştürmeye bile yetmiştir. Hristo Botev, tüm olağanüstülükleriyle, çağının, yani içinde bulunduğu sosyokültürel ve özellikle de siyasal ortam ve koşulların hazırlayıp yetiştirdiği tipik bir Balkan fenomenidir. Dünyanın tüm önemli dillerine defalarca çevrilmiş olan bu büyük şair, aslında topu topu 20 şiir bırakmıştır arkasında. Ne ki gerek kullanılan arı duru ve halk zekâsının tüm ziynetleriyle parlayan zengin diliyle, gerek duygularının derinliği ve şiir tekniğinde göstermiş olduğu erişilmez ustalığıyla o, bugüne değin, Bulgar şiirinin tüm katmanlarını sezilir bir biçimde etkilemiş, gelecekte de etkileyeceğinde hiç kuşku yoktur. Dostlar yüzüme güldüğü zaman Gülmem gerekir elbet benim de, Onlar bilmez ki, gençlik bahçemde Her şeyi yaktı kırağı çoktan! Ne bilsin onlar? Hem dostum mu var Sırrımı tek tek paylaşmak için; Kime âşığım ve acep niçin Kahreder beni boş kuruntular? Dünyada başka kimsem yok, anne, Tek sensin aşkım, inancım benim; Seni hep sevmek istesem bile Erir, dayanmaz buna yüreğim. Ah, ne çok, ne çok isterdim, anne, Mutluluk ve şan bize de gülsün. Acayip bir güç çağlarken bende, Düş dünyam, yazık, battı büsbütün! Sen yapayalnız bir garibansın, Aç kollarını hemen gireyim. Yaralı gönlüm ve genç yüreğim Kara yazgın’çin ağıtlar yaksın. Babamı ve can kardeşlerimi Bastığım zaman bağrıma şevkle Gam yemem soğuk sarsa tenimi, Gam yemem mezar çürütse bile. 1867 ELEJİ Söyle, yoksul halkım, söyle, kim seni köle beşiğinde böyle sallayan? O mu, hani çarmıh üstündekini delik deşik etti çivileyerek; ya da seni masallarla tavlayan ‘‘Sabrın sonu selâmettir!’’ diyerek. O mu, ya da yardımcısı, kardeşi Yahuda’nın, Loyala’nın varisi, güvenilir hain, ya da benzeşi fakirler ağlatan yaratıkların, kardeş satmış, baba vurmuş birisi, öncüsü en yeni çılgınlıkların? O mu? Hadi söyle! Hiç tınmıyor halk. Pranga seslerinden korkunç ve derin ne mümkün özgürlük sözünü duymak: öfkeli halk gösteriyor gizlice, kaputlu safını seçkin türlerin, güdülen cüppeli bakar körlerce. Halk gösteriyor, kan revan içinde kızıl ter suluyor mezar taşını; saplanmış bir haç var canlı etinde kemirilmiş kemikleri küf yiyor karayılan emmişse de naşını yerli ve yabancı hâlâ emiyor. Zavallı kölecik susuyor ve biz arsızca, gamsızca gün sayıyoruz yulara gireli beri ensemiz halka pranga vurulduğu yıllardan Dert ve yokluklarla geçiyor gençlik Damarda hırçın kan coşuyor esrik, Bakış üzgün, akıl yoksun sezgiden İyilik mi, kötülük mü bu gelen... Yürekte anıların ağırlığı var Kinci bellek yorgun tekrarlamaktan Göğüste ne bir aşk, ne damla iman ne de bu ölümcül düşte bir umar uyanır diye bir akıl evlâdı! Bizde böylelerin delidir adı, ama budalaya saygı her yerde: Hakkında ‘‘O zengin’’ denildiğinde Kaç kişi yaktığı sorulmaz bile, sorulmaz kaç fakir soyduğu günde Rabbi kandırması mihrap önünde duayla, yeminle, yalan sözlerle. Üstelik bu toplum vurguncusuna papaz ve kilise açmışlar kucak vahşi öğretmen de hayrandır ona bir de gazeteci, ukala ahmak, hani demişler ya Tanrı korkusu bilgelik harcıymış... İşin doğrusu bunu koyun kürklü o kurtlar demiş niyetleri bir temel inşa etmekmiş, kurmak için yalan saltanatını vurup zincirlere insan aklını. Süleyman, o zalim fuhuş hastası, Zeki azizlerin öğüt babası aptallar içinde iyi halt etmiş böylece cenneti çoktan hak etmiş‘‘Tanrı’dan kork, demiş, krala sahip çık!’’ ve hâlâ makbul bu rezil saçmalık. Mukaddes aptallık! Çağlardan beri Vicdanla us onla cenktedir yine Ne yiğitler kahrolarak can verdi hem de ulaşmadan hedeflerine. Bu dünya alışmış boyunduruğa zulme, kötülüğe ve her buyruğa; ağır demir eli öpmek marifet ve dinlemek yalanları tınmadan: dövülürken yalvar, sakin ol, sabret, canavar derini yüzdüğü zaman ve kanını hırsla emerken yılan sadece Tanrı’dan bekle selâmet: ‘‘Yarabbi bağışla, günahkârım ben!’’ yalvar, yakar, inanmaya devam etTanrı yüz çevirmez, sevilmeyenden... Dünyanın hali bu! Zulüm ve yalan Bu melun toprakta hüküm sürüyor! Rehine olarak burda durmadan Gece gündüz ne nesiller çürüyor. Kan ve günah batağı bu diyarda, alçaklığın, sapıklığın, feryadın, gözyaşının arttığı bu diyardakaynadığı yerde binbir belanın!bir savaş coşuyor ve kutsal sona koşarken... Etrafta yükselecek tiz ‘‘Ekmek veya kurşun!’’ diye sesimiz. 1871 HACİ DİMİTIR Sağ o, sağ! Balkanda batmış kanlara yatıyor gencecik, inildeyerek, yatıyor, göğsünde derin bir yara, yatıyor dev gibi, dünyalara denk. Atılmış bir tüfek öte tarafa, beride, ikiye kırılmış kılıç; perdelenen gözler, devinen kafa ağızda evrene yönelik bir hınç. Yatıyor koçyiğit, güneş göklerde mıhlı gibi kızdırıyor durmadan; sanki orak türküsü var bir yerde ve daha çok boşanıyor sanki kan. Vakit orak vakti!.. Ey köle kızlar Haykırın bu dertli türküyü sonsuz! Yak güneş, bu esir toprağı naçar! Bu yiğit ölür mü?.. Sus ey kalbim, sus! Özgürlük cenginde ölen ölmez ki: matemini tutar onun gök ve yer ve doğa ve vahşi hayvanlar dahi... âşıklar onun’çin türküler söyler. Gündüz dişi kartal onu gölgeler yavaş yavaş yalar yarasını kurt; bir doğan sürekli üstünde döner ve sanki ondadır beklenen umut. Akşamdır, ay doğar ve tüm yıldızlar Gülümserler gök kubbenin koynundan orman hışırdar ve bir rüzgâr başlar, haydut şarkısını tutturur Balkan. Ve peri kızları akpak, benzersiz bir şarkı başlatıp hepsi bir anda,basarak yemyeşil otlara sessiz yiğide koşarlar bu zor zamanda. Biri, yarasını sarmalar hemen, soğuk su serper yüzüne biri, ama o seyreder hiç çekinmeden ağzından öpen o en son dilberi! ‘‘Karaca nerde, hemşirem, söyle? Nerde benim sadık çetecilerim? Canımı al, ama söyle de öyle,hemşirem, ben burda ölmek isterim!’’ El çarpıp sarmaşan peri kızları şarkılarla tutup göğün yolunu,şafak kovana dek karanlıkları ararlar hep Karaca’nın ruhunu. Ortalık ağardı. Balkanda yine koçyiğit upuzun, kanı akıyor,yarasını kurt yalıyor sevgiyle, kızgın güneş yakıyor mu yakıyor. 1873 İLK SEVGİLİME Bu aşk şarkısını bir yana bırak, yüreğime zehir akıtma benimgençlik yaşamadım bir genç olarak, yaşamış da olsam, önemsediğim yok asla nefretle dediklerimi, önünde ayakla ezdiklerimi. Bir nazik bakışın, bir ‘ah’ın için gözyaşı döktüğüm günleri unut: o zaman kuluydum öz zincirimin benim için gülüşündü tek umut, dünyayı delice horlar olmuştum çamurlara gömülmüştü her duygum! Eski delilikler, eskisin bırak, aşk ateşi sönmüş bu göğüslerde mümkün değil onu yeniden yakmak hele hüznün hâkim olduğu yerde, hele yaralıysa tümden derbeder ve yürek nefrete batmışsa eğer. Sen genç ve güzelsin sesin harika, dağın şarkısını hiç dinler misin? Kulak verir misin ağlaşan halka? Bense âşığıyım yalnız o sesin oraya koşuyor kalbim ha bire o, kanlar içinde kaldığı yere. N’olur söyleme bu zehir sözleri! ANNECİĞİM Sen misin anne böyle inleyen, Sen misin üç yıl beni ilenen, Ki berduş gibi geziyorum bak İğrenç şeylerle karşılaşarak? Mirasyedilik mi söyle ne yaptım, Kalbinde onmaz dert mi bıraktım, N’ettim ki, anne, hiç yeşermeden Sararıp soldu gençliğim neden? SAYFA 30 CUMHURİYET KİTAP SAYI 833
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle