01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1 9 8 9•1 9 9 0 Y A Y I M L A N M A M 1 Ş Ö Y K İ) Birincilik ödülünü alan Yurdaer Erkoca: 'Oyküyle söz kestik' 'Randevu' adlı öyküsüyle, Yayımlanmamış Öykü dalında birinciliği kazanan Yurdaer Erkoca Nietzsche'nin bir aforizmasından yola çıkarak oluşturmuş öyküsünü. Erkoca 'Randevu'da bir ilişkiyi, yıllar sonra karta basılmamış film negatifleri olarak tanımlıyor ve "geçmişi çoğaltarak var oluşumuz üstündeki örtüyü kaldırırız" diyor. urdaer Erkoca'nın oyküyle olan ilişkisi 6 yıl öncesine dayanıyor! Arada pek çok kez öyküye "ihanet" ettiğini ama bir türlü kopamadığını söylüyor Erkoca. Katıldığı ilk yarışma ile kazandığı birinciliği ise, "Söz yüzü&ünün birden parmağına geçirilivermesi" olarak nitefiyor. "Oyküyle aramız son zamanlarda açık'tı biraz" diyor. "Sonra biraz yalnızhğımın, biraz da kaybedebileceğimin korkusuyla işi ciddiye aldım. Sözlendik. Onun bütün çevrcsi ve ailesinin gözleri önüne serildi bu ilişki. Kabul edilir miyim, edilmez miyim diye düşünürken söz yüzüğü parmağıma geçiriliverdı. Hem hoşuma gitti kabullenilmem, hem dehşetli ürktüm ilişkimizin gözler önüne serilmesinden. Beklentilerin bini bir para şimdi." "Randevu"da bir ilişkiyi, yıllar sonra karta basılmamış film negatifleri olarak tanımlıyor ve onun ölümün solgun ışığında kartlara basıp çogaltmaktan söz ediyorsun, hikâye de bir anlamda kartlara basıp çoğaltma olarak görülebilir mi, ne dersiniz? ERKOCA Haklısınız. Proustçu bir yaklaşımla edebiyatın da görevi budur zaten, uçup giden geçmişi edebiyat aracınğıyla yakalarız, geçmişi çoğaltarak varoluşumuz üstündeki örtüyü kaldırırız. Insan yaşamının sırlarını, çok fazla farkında olmadan, bilincinde olmadan yaşadıklarımıza dönüp bakmakla, anlama ve anlam verme çabasının ışığı altında çoğaltarak ele geçiririz. Edebiyatı, bu arada hikâyeyi de bu çoğaltma işleminin sonucu olan ve bize var oluşumuzun değijik boyutlarını gösteren irili ufaklı kartlara benzetebiliriz. Ama edebiyatın bunu günümüze ve geleceğe ilişkin bir kaygıyla yaptığını unutmamız gerekir. Eyleyen varlıklar olarak kararlar ve yargılara ihtiyacımız var. Doğru yanlış, iyi kötü, haklı haksız, suçlu suçsuz, yararlı yararsız gibi. Din, ahlak, bilim ve ideolojiler yargılar oluşturmamızı ve var olan yargılarımızı pekiştirmemizi sağlar. Edebiyatın bize vermeye çalıştığı ise (daha genel anlamda sanatın diyebiliriz) var oluşumuza ilişkin anlamlar. Anlama yeteneği ve çabasının projektörlerini var oluşun üzerinde dolaştırarak, var oluşun değişik boyutlarını göstermeye çalışır bize. Bize şu çağrıyı yapar: Benim evrenime girerken doğru yanlış, iyi kötü, haklı haksız gibi yargılannı kapıdaki vestiyere bırak, sadece anlama çabanla gir içeri, bunu başarabilirsen çıktığında kendini zcnginleşmiş hissedeceksin ve vestiyere bıraktıklarını alıp bir eskici dükkâmmn yolunu tutacaksın. Yanlış anlaşılmasın; her edebiyat eseri böyle bir evrene sokar bizi demek istemiyorum. Kundera'S A Y F A 8 Y Yurdaer Erkoca: "Eyleyen varlıklar olarak kararlar ve yargılara ihtiyacımız var; doğru, yanlış, iyi kötü gibi..." (Fotograf: Kaan Çaydamlı) nın söylediği gibi "insan yajamının göreliliğinin bilgcliğine" sanip bir yapıt için böyledir bu. "Belirsizliğin bilgeliği" içinde yapılan bu yolculuk günümüz ve gelecek için zengin bir anlam dağarcığı hediye eder bize. Var oluşun üstündeki örtüyü biraz daha aralamış, kendimizi biraz daha tanımış hale geliriz. Nostaljik bir tutumun sonucu değildir bu. Bugün ve gelecek için ihtiyacımız vardır buna. Bugün ve geleceğe sırtını dönenin geçmişte de bulacağı bir şey yoktur. Geçmişi anlamlandırmayanı ve bu anlamları çoğaltamayanı gelecekte bekleyen ise içgüdülerinin ve dış belirlenimlerin kısır döngüsüdür. Bir anlamda özgürlüğün yitirilmesidir bu. Sonuç olarak söylediğinize katılıyorum, öykü, ki ben buna romanı da ekliyorum, geçmişin kartlara basılıp çoğaltılması. Proust'un bireysel belleğiyle de sınırlı değil bu geçmiş; benzetmenin taşıdığı edilgin ve mekanik içeriğe önlem olsun diye uzattım lafı bu kadar. Ve bir anda hikâye ile özgürlük borunu iç içe girdiler. Sartre'ın kulakları çınlasın. Edebiyatla özgürlük kavramının bu kadar çabuk buluşması herhalde Türkiye'de yaşıyor olmamızın belirlediği bir tutumun sonucu. En azından benim açımdan böylc. Aforizma öykünün tüm dokusuna sinmiş. önce hangisi vardı? Aforizma mı öyküyü yarattı öykü mü aforizmayı? Önce aforizma vardı. Ve aforizma öyküyü yarattı. Nietzsche'nin birçok aforizması gibi bu aforizma da uzun zamandır kafamda dolaşıp duruyordu ve özellikle aydınlan daha iyi anlamama yardımcı oluyordu. O haliyle bana yetmiyordu; ete, kemiğe, cana büründürmek istiyordum onu. Sonunda "Randevu" çıktı ortaya. Somutlaşınca aforizmanın imgesel gücünü yitirdiğini düşündüm. Başlangıçta hiç niyetim yokken, öykünün alımlanması ve yeniden üretilmesinde kılavuzluk yapsın diye koydum öykünün üstüne. Öykünün bitiminden sonra aforizmayla başbaşa bırakmak istedim okuru. İtiraf etmem gerekirse istediğim durumu yeterince anlatamamış olabileceğimin kuşkusu aforizmanın gücüne sığınmaya itti beni. Bu da yazar için bir talihsizlik belki de. "Randevu"daki kahramanını "O zamanlar dünyayı kurtarıyorduk ve isimizi çok ciddiye alıyorduk. Ciddiyet, demiştim bir keresinde ona, cinselliği öldürür..." seklinde konuşturuyorsun. öykünün, kuşagınla da bir hesaplaşma içerdiğini söyleyebilir miyiz? Bir hesaplaşma olduğunu söyleyemeyiz sanıyorum. Öykünün böyle bir amacı olmamalı zaten. Kahramanım bir dönemi yaşamış binlerce insandan biri ve bu, onun bakışı. Aynı dönemde farklı yaşantılan olan yüzlerce insanın varlığından çekinmeden söz edebiliriz. Fakat buna rağmen söylediği bir dönemin karakteristik bir özelliğini vurguluyor. Benim açımdan, söylediği bir olumsuzlama içermiyor, bir özelliği gösteriyor sadece. Olumlama ve olumsuzlama sahip olduğumuz bakış açısına göre değişir. 80 önesini konu alan ve çoğu bence dışarıdan bakışın ürünü olan yapıtlarda cinselliğin "hakkınca" yaşanmamış oluşu, gelişmemiş bireyselliğin ölçeği olarak kullanıldı. Bence bireyselliğin ölçeği tercih yapabilme gücümüzdür. Tercih yapmamızı belirleyen etkenlerin analizine girmeye kalkarsak, kimse kendini kurtaramaz. D Seçicl Kurul Füsun Akath, Melih Cevdet Anday, Prof. Cevat Çapan, Gürol Sözen, Celal Üster NOT: Bu dalda yanşmaya 423 kişi 423 yapıtla katıhh. Yurdaer Erkoca, 1962 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ye orta öğrenimini İstanbul'da tamamladı. 1980 yılında İstanbulÜniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde öğrenimine başladı. Aynı bölümde Prof. Dr. Nermi Uygur'un danışmanlığında "Bilgisel Arka Planıyla David Hume'da Skeptisizm" adlı mastır tezini verdi. Hürriyet gazetesinin Kültür ve Sanat Servisi'nde ve Gösteri dergisinde çalıştı. Şu anda Edebiyat Fakültesi Sistematik Felsefe Kürsüsü'nde doktora yapıyor. Bir buçuk yıllık evli. C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle