01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 1990 Y A Y 1 M L A N M A M I Ş R Ö P O R Trende "Ve vazaba geldı Eğınlı Bekır: Yıküsın htanbul, dedi Yıkılsın İzmir Lan hani benıtn ekmeğım, Bu ne bok kader? Toprağım yok, tarlam yok. Ne kadar Toprak var dünyada oysa ömrübıllah herkese yeter..." (Enver Gökçe) FEHMİ SALIK iğliBasmane yönünde banliyö trenindeyim. Tren tıklım tıklım. Yolcuların çoğu ayakta. Denizden yana pencere kenarında oturuyorum. Tam karşımda 80'ini raht aşmış doğulu bir yufftaş. Gözlerini denizden hiç ayırmıyor. Yüzünde "yıl yarası" var. Suratının sağ yanı bayağı yeşil, çaktırmadan bakıvorum. Bahanc arıyorum konuşmak için. İçimden, kalıbımı basarım güneydoğudan, diyorum. Belki Siverek, belki Hilvan. Onun da beni dikizlediğini ayrımsıyorum. Yeşile bulanık mavi, denizle gök arasında bir köprü oluşturmuş Körfez'in üstünde. Şubatın ilk çeyreğindeyiz. Gün, pazar; dcniz, dümdüz. Doğuda soğuğa, kışa mahkunı olan güneş, Büyük Efes Oteli'nin camlarına düşmüş, aley alev yanmakta. Yamanlar'dan kopup gelen hafif bir İmbat, daha denizin ortasına varmadan bo ğulmakta. Karşıyaka'daki gökdelen, Kadifekale'ye doğru bir selam gibi uzanmakta. Bir rehavet çökmüş İzmir'in üstüne; İzmir, mışıl mışıl uyumakta. Martılar kıyıya yakın beyaz bir çizgi oluşturmuşlar; biri konup biri kalkıyor. Tümünün yönü güneşe doğru. Salhane Durağı'nın orada, ben sormadan doğulu yurttaşım konuşuyor: "Bana bak beg, senin gettiğin yerden gelirem; Allahvekil, içinden geçeni bilirem. Neden mi suratımın bi yanı yeşil? Hemen diyem sana. Anam, yazıda başak toplarken çadırın gölgesınde uyutmuş beni. Dönüşte ne görsün bi de: Çöreklenmiş böyük bi yılan, sağ yüzümün alcında yumuşak bir yastıktır. O gün bugündür suratımın o yanı yeşildir. Âdım da orauan gelmedi işte: İkirenk Seyfo. Ya ne olacaktı kurban? Bizim adlarımızın sonu öyle biter hepçe. Saliho, Rızo, Fato. Adımız mirastlr babamızdan; ona da babasından. İşte böyle iki gözüm; Diyarbekir'denem. Dicle'den öte, Ambalı'dan. Arpa orağa geldiği zaman anamdan düşmüşem. Serencamım da o günden başlar. Dertle barabar böyümüşem. Gcrmişem ktl çadırı çölc doğru. Salmış ataşını üstümüze güneş. Alav ataş içinde her Dİr yan. Kimi gün de görünmez olmuş o koca güneş. Bulut gelmiş kara. Yeldir esmiş kara. Köçerik kurban. Yerimiz yurdumuz yok. Leyleğe, göçmen kuşlara benzerik. Ekmek atlı, biz yayan. Kütükte geçer adımız; Memmet oğlu, Ayşey'den doğma. Sayfamız, cildimiz var; hanamız yok. Gözünü sevmişem, hanasızlık zor. Tek çadırda on horanta. Kışın Antalya, İzmir; yazın Urfa, Diyarbekir. Gezerik begim. Bizim ölümümüz daha bi ağuludur. Heç unutmam bi gün hazan yaprağına dönmüştür gelinim Zeyno; tir tir titremiştir. Sora çok geçmemiş ataş sarmıştır her bi yanını. Anlamışam helbet işi kötüdür. Kaynı Saliho'ya yaman bağırmışam. Hadi yavrum, hadi koçum, tez uyan, durma. Arzuhal ver Diyarbekir'e, tilifon et, tel çek. Buna benzer nice bi yığtn şeyler demi şem. Mümkinatı yok, Saliho'nun sesî'çıkmaz, çık yoktur. Kızmışam hevallah. Cinlerim tepeme üşüşmüş. Yürümüşem Saliho'nun yacağına doğru. Ne gelmişse ağzıma veryansın etmişem. Sora akıl etmış eğıımişem. Ne görmüşem bi de bilir misen beg? Saliho'm, ölmüştür. Kulağımı sol memesinin alcına dayamışam; yüreği yerinde yoktur. Umutlanmışam sağ kulağım duymaz diyerekten bi de solu vermişem, gene yoktur. Titrcmişem. Topaç gibi fır dönmüşem olduğum yerde. Ben, ben değilem artık. Tut ki çadırın bi direğiyem. İğne batır kanım akmaz. Ağzımla burnumla kokJamışam yav rum; o hoş kokusunu ciğerlerime çekmişem. Nazar kılmışam gelinim Zeyno'ya! Zavallı karı, özümden beterdir. İki candır üstelik. Oğlumun ölüsünü, yatalak anasına vermişem. Anlamışam iş özüme kalmıştır. Duramamışam. Çekmişem doru kısrağı hazıra. Vurmuşam sırtına palanını. Kolanını muhkem bağlamışam. Bindirmişem gelin Zeyno'yu atın üstüne, aklımca hekime yollanmışam. Yerinde yoktur ay. Çok aramışam yıldız yoktur. Gece, boynuma oturmuş kapkara bi zulumdur. Bi gün sonra iki can olaraktan gömmüşem gelin Zeyno'yu kara toprağa." Duygulandı. Cebinden buruşmuş bir mendil çıkardı. Ağzında, burnunda, gözlerinde gezdirdi mendili. Bir iki kez burnunun çekti. Yutkundu. Boğazındaki çıkıntı, gittikçe irileşti. Derinden bir soludu; yeniden başladı Konuşmaya. "Tek avuçluk olsun toprağımız yoktur beg. Olsa buralara kadar kalkar gelir miyem? Toprak öyle hoş, öyle şirin ki sorma heç. Ah, bir olsa. Ellerimle eşerem onu. Ayaklarımla dfdik didik ederem. tepelerem. Avuçlar, mıncığını çıkarıram. Gece demem, gündüz demem; katlanıram her bi zorluğa. Toprak, tükenmez bi nimet begim, toprak, anaç. Kimine mezar, kimine de kazanç." Benım sormama gerek yok. O, içimden geçenleri anlatıyor zaten. "Kulağını aç da dinle. Komşumuz olur Akviran'dan Huriye. Belenir kara toprağa gün boyu. alnındaki karayazıyı çapalar. Bi gör ellerini begim, parmaklarını bir gör; allahvekil her biri bi tospağa Daşına benzer. Cümlemizin öyle. Bi lokma ekmek uğruna yüreğimiz atar. Yok begim, yok; kimseden umut yok. Medet yok kimseden. Yavrularımı hastalık, yoksulluk yedi; torunlarımı da baskı, zulum. Suçumuz nedir, ınan ki henüz anlamış değilem. Aslında ağıdımız, yazımız kara. Ne zaman gülaük ki begim? Fukarayı deve üstünde sokarmış yılan. Özüme sorarsan çok hayıflanmışam, niye ki o zaman sokmamış canımı yılan? Bu zamana niye gelmişem? Niye ölmemişem Kemal Paşa'yla barabar harbettiğimiz o yıllar? Demek ki bunca derdi, bunca yükü kaldırabimişem bu zamandır. Bundan sonra da kaldırıram beg. Torunum Mahmudo'yu Kıbrıs'a göndermişem 74'te. Ondan iki av önce toy düğün etmişem. Yunan'ın körkurşunu kar etmemiş Mahmudo'ma, Mahmudo'm dönmüş gelmiştir bizim o kara çadıra. Çadır, Diyarbekir düzündedir o zaman. Bi heç uğruna öz jandarmamıza hedef olmuştur torunum. Pılımı pırtımı toplamış Diyarbekir'den kaçmışam. Dolmuşuk trene begime diyem, tren zulmat kara. Dağ tükenmez, vol bitmez. Ne de böyükmüş memleketim. Çadırımı aürmüş barabar getirmişem. Gece girmişik İzmir'e. Her yan ışık, her yan gündüz. Işıklar sıra sıra dengizin içinde; yalap yalap kurban. Tut ki karıların boynunda balkıyan gerdanlık. Trenin ardınca sürünen ay, sönük bir korpaçası gibi yapışmış gökyüzüne. Bu ikinci girişimdir izmir'e begim. Az önce de demiştim. İlki Kemal Paşa'yla birlik Eylül'ün 9'u, öğümüzde Yunan gavuru. He vallah böyle begim. Mustafa Kemal da Mustafa Kemal hani. İnanın olsun, böyle senin gibi yakından görmüşem O'nu. Ataşa benzer bakışlanna dayanama Desen Bahadır Işler mışam, çekmişem gözlerimi gözlerinden. Ben de yabana atılır değilem o zaman. Buncasına derdi, kahrı da çekmemişem. Sırım gibiyem evel allah. Boyum fidan, bıyığım kaytan. Taşı ver avcuma, ezer suyunu çıkarıram. Aynen böyleyem he vallah. Ne bi fazla, ne bi noksan. Şimdiki halım da bu işte begim hikayat değer mi bilmem? Her neyse. Ben, son girişimizi bir iki sözle diyem sana. Basmahana'da yenmişem, bilmişen bu son duraktır. Göynümden kıl çadırı gerem, horantayı koruyam, demişem. Kesinlikle yer bulamamışam. Kimse tanımamış beni. Kırmızı kurdeleye baçlı gazilik beratımı eyice sarkıtmışam. Gözleri bi gazı görsün, demişem içindem. Oralı olmamış heç kimse. Oysam ki ben, gelmeden önce uşakların anasına çok demişem İzmir'i eyi tanıram, avuç içi gibi bilirem diyerekten anlatmışam, anlatmışam. Düzde, dağda, çadırda kulaklarını patlatmışam horantanın. Horoz kesilmişem ne ki var hepsinin başına. Gene akıl etmiş sormuşam Çiğli'yi birine. Adam gülmüş. O zaman anlamışam işte, başım dönmüştür. Binmişik bir baska trene, gerin gelmişik. Niye ki Çiğli'yi sormuşam diyeceksin beğim? Bizim karşı obadan olur Köseler'in Abbas. Tutmuş İzmir'in yoİunu bıldır. Gelmiş Çiğli'de Güzeltepe'ye yerleşmiş. Salmış habarını bize de: 'Davarı satsın, çadırını dürsün, horantayı toplayıp gelsin. Ne ararsan var burada. Her şey bol, her şey dolu dolu. Geldiğim günün haftası Tariş'e girmişem. Kapıda bekçiyem. İşimi sevmişem. Emeğimin karşılığını almışam. Halili Rahman bereketi kesesine devletin; dilerem zeval görmesin. Bi yıl içinde arsa almış, hemi de üstüne biriketten bir ev yapmışam. Kurtulmuşam artık kıl çadırdan.' Böyle salmış işte habarını Köseler'in Abbas. Az bi zaman geçti aradan, Tariş'in kapısı öğünde Abbas'ın ölüsünü buldular. Geride Abbas'ın dört uşağı, bi helâli, Tariş'in defterinde yazılı ismi, bi de briket duvarda asılı bekçi resmi kaldı. Kılı kıpırdamadı kimsenin; ne tilavuzyon verdi, ne gazatalar yazdı. Hani demişler ya beğim 'Abbas yolcu' aynı onun misali. Fukaralığm adı batsm begim. 'Olüm' denen o pis gâvurun adı batsın. İkisi de benimle olduktan sonra ha çadırı Diyarbekir düzünde germişem, ha İzmir Güzeltepe'de..." Düğmesine basılmış bir avgıt gibi birden sustu. Ne Dİr daha konuştu, ne de ben üstüne vardım... D CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 S A Y F A 2 4
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle