Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 1990 Y A Y I M L A N M A M I Ş R O M A N Salkım Hanım'ın Taneleri T YILMAZ KARAKOYUNLU opkapı tramvayı, Liman H a n ' ı n ö n ü n d e k i durakta bekliyordu. Gecenin son tramvayına yetişmek isteyenlerin telaşlı ayak sesleri, caddeye sağanak halınde inen y a ğ m u r u n şakırtısı ile karışıyor; sonra her şeye boş vermiş bir umursamazlıkla ctrafa savruluyordu. Islak ve keskin bir rüzgar, sokakta kimi bulursu ustura gibı suratına çarpıyordu. Tramvaya önccden binmiş birkaç kişi, yağmurun tozlu camlara sıvadığı kirli ıslaklığın arkasından seçilcbiliyordu. Yüzleri yorgundu... Gece nöbetini bitirmiş son tramvaycılardı çoğu. Gecenin yansına doğru Bahçekapı plantonluğunun ışıkları söner. Tramvayların caddeye yansıyan ölgün ışıkları, ancak parke taşlarının görünmesine imkân verecek kadar çevreyi aydınlatır. Sokağın iki tarafına dizilmiş büyük ambarların kepenkleri ö n ü n d e yığılmış çöplerin kokusu etrafa yayılır. Gecenin geç saatlerinde kediler, köpekler, bazan da insanlar bu çöpleri karıştırıp rızklarını bulmaya çahşırlar. Ç o ğ u geceler, insanlarla köpekler arasındaki b u e k m e k kavgası, küfürlü bir savaşın en çirkin şekliyle sona erer. Elindeki taşı köpeğin sırtına indiren aç adamın m u t l u halini, inleyen köpeğin kaçışı izler. Köşeyi d ö n ü n c e birden yükselen hanlar:n demir kapıları üzerine yerleştirilmiş küçük lambaların ölgün ışığı altında bazan han bekçileri yarenlik eder, vakit öldürürler. Hanların karşısında sırayla dizilmiş tuhafiye mağazalarının süslü vitrinleri parlak ışıklarıyla herkesin gözünü alır. Sert suratlı mankenlere giydirilmiş gömlekler, kıravatlar dimdik durur. Gecenin karanhğı içinde, bu asri mumyalar, ceset yeşili yüzleriyle insanın içini ürpertir. Kadınlar için şöyle sere serpe bırakılmış iç çamaşırları, geleni geçeni kendine çeken bir yosmalık taşır gibidir. Yaz geceleri, el ayak çekilince han bekçileri bu vitrinlerin önünde toplanıp u z u n uzun seyrederler. Hepsi de iç geçirip yorgun bir bekleyişte hasret gidermiş gibi m u t l u b i r istekle döner yerlerine. Ç o ğ u n u n içindeki en b ü y ü k arzu bu vitrinlere bakmaktır. İskeleye yanaşan son vapurun düdüğü duyulunca han bekçileri, sahile doğru yürür, gelenler arasında bir hemsehrisini bulmak ümidi ile vapurdan çıkanları seyreder. Vapurun iskeleye yanaşması ile birlikte telaşlı sesler, ürkek koşuşmalar ve şaşkınlık içinde ne yapacağını bilmeyen korkulu bir kalabalığın uğultusu duyulur. İlk geldikleri şehrin karşısında duraksayan insan sesleri titrektir. Korkunun insanı yalvartır... İskelenin yanına sıralanmış at arabalarının seyisleri, gelenlerin yükünü taşımak için dil dökerler. Çoğunun Türkçesi anlaşılmaz. Hepsinin elinde meşin kamçıları güven duymak için tuttukları iflah gibidir. Meydan bu saatte simsiyahtır. Gelenler, kendi işini kendi görmek isteği ile etrafı kollar; sonra, adres sormak için alttan alan sesle yardım ister. İstanbul'a ilk gelen insanın yüreğinde ister istemez bir korku vardır. Haydarpaşa vapurundan boşalanlar sırtlarındaki yüzleri ile Bahçekapı plantonluğunun çatısı altına sığınıp yağmurdan korunmak istiyorlardı. Toros Ekspresi'nden çıkan yolcuların çoğu, bu büyük şehrin bilmedikleri araçları ile dağılıp bir yerlere gideceklerdi. İstanbul, her akşam biraz daha doluyordu. Dört kişiydiler. Erkek orta yaşlıydı. Güçlü kuvvetli görünüyordu. Omuzunda büyük bir denk, elinde ıplerle sıkıca sarılmış bavullar vardı. Başında eskimiş kasketi, yakasız gömleği ve yeleği ile küçük kasaba esnafıS A Y F A 14 nın kokusu duyuluyordu. Kadın, tertiplı birisiydi. Otuzunda görünüyordu. Bir elıyle oğlan çocuğunun elini tutuyor, öteki eliyle bavulun bir ucuna yapışmış dengesiz yürüyordu. İlk görenler bakat olduğunu sanabilirlcrdi. Belli kı, içlerinde cn yorgunuydu. Arada bir, bavulun öteki ucunu tutan ınce yapılı kızına şefkatli bir sesle güç vermeğe çalıs.ıyordu. Hadi kızım! Dayan! Az kaldı. Sonra, sesine istemediği bir korku sindirip kızını yüreklendirmek istiyordu. Babanı kaybetmeyelim. Bu şehirde tek başımıza ne yaparız? Keşkc Niğde'de kalsaydık. Kalmadığımız daha iyi. Neden? Kadın cevap vermedi. Tam nedenini kendisi de bilmiyordu ama; kocasının bir pisliğe bula^acağını hissetmiş; korkusunu açıkça söylemek yerine Istanbul'a göçmeyi özendirmeyi daha uygun bulmuştu. Adamın gözü dışarda değildi; evine zamanında geliyordu. İçkisi, kumarı da yoktu; ama, konuşmalarından korkuyordu. Şimdi harp zamanı; küçük kasabada kalmak yerine büyük şehirde kaybolmak daha akılhca diye düşünmüştü. Baba epey önde gidiyordu. Sırtındaki dengi tramvayın sahanlığına atıverdi. Sonra bavulları dengin üstüne koyup, geriye dönüp bağırdı. Çabuk olun! Kalkarsa, ne yaparız? Yağmur artıyordu. Gelenlerin gücü tükenmiş, karşılarındaki bilinınezhğın yarattığı korku yüklerini daha da arttırmıştı. İçerde oturana seslendi: Üuruverin azıcık. Çocukları getirecem. Koşup küçük oğlanı kucakladı. Kızıyla karısının ortaklaşa taşıdığı ağır bavulu yüklendi. Dördü birden plantonluğun sundurmasına sığındılar. Hepsi sahanlığın önünde toplanmışlardı. Eşyalarını içeriye koymuş lar ama, tramvaya binmeğe cesaret edemiyorlardı. İçerdekine sordu. Erkeğin sesi yumuşaktı. Bu Haseki'ye gider mi? Hani hamamın olduğu Haseki'ye? Kimse cevap vermedi. Plantonluğun önündeki tramvaycılara döndü. Yüzünden yalvaran bir çökmüşlük görülüyordu. Yalvaran yüzün çizgileri hemen yumuşar. Meşin ceketli, meşin kasketli olanı hem başını salladı hem ccvapladı. Gider! Sonra ekledi. İstersen arkadakine geç; yeşil olanına... Daha ucuzdur. Bu kırmızı olanı pahalıdır. Üç kuruş... Birinci Mevki... Erkeği, kolundan tutarak yeşil vagonun kapısına kadar götürdü. Raylı demir kapıyı ardına kadar açtı. İyiliksever birisiydi. Hadi, getir denklerini buraya. , Önce adam kırmızı vagona doğru koştu. Sonra çocuklar babalarını izlediler. Kadın olduğu yerden kıpırdamadı. Adam, yerleştirdiği dengini omuzlamak için bavulları yere indirdi. Tramvayın içinden bir ses platona doğru bağırdı. Bırak yahu, bu saatte ne fark eder ki, yeşil ya da kırmızısı... Alt tarafı üç kuruş... Planton, tecrübeli bir endişe ile cevapladı. Ya köntrol gelirse? Hem sana, hem ona yazık olur. Kadın hızla kocasının yanına koştu. Eli koynundaydı. Bırak orda kalsın. Üç kuruş farkı veririz. Plantonun sesi toktu. Üç kuruş mühimdir, hanım! Kadın başını salladı. Ben de öyle!... Avucunu plantona uzattı. Yağmur, avucunun içinde küçük bir göl oluşturdu. Paralar suyun içinde parıldıyordu. Kocasının kolunu tutup sahanlığa yöneltti. Çok yoruldum. Sonra çocuklarını tutup tramvaya bindirdi. Ve yağmur adam akıllı boşandı... uesen Kemal Gokhdiı C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYI 20