01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 1990 Y A Y I M L A N M 1 Ş R Ö P O R T A J Allahın Gölgesinde Koşanlar BEKİR YILDIZ erde mi gökte mi anlayamıyorum. Yaralı bir kuş gibi çırpınıp duruyorum salonda. Bir koltuğa çöküyorum sonunda. İşte, birkaç geceden beri duyduğum sesler gene başladı dışarda. Ellerimle kulaklarımı kapatıyorum. Sanki duyduğum sesler, gıcırtılı sesler, daha bir çoğalıyor beynimde. Yerimden fırlıyorum. Perdeyı açıyorum. Geccnin içine bakıyorum. Sese doğru bakıyorum. Orada, az ötede çocuk parkında, salıncağın biri gidıp geliyor. Gidip geldikçe gıcırdıyor. Gözlerimi alabildığınce açıyorum. JBakışlarım karanlığı aralayınca, salıncağa bınmiş bir yarasa görüyorum. Kanatları bir kapanıyor, bir açılıyor. "Tanrım, sen böylesi büyük bir yarasa nasıl yarattın? Neden yarattın?" diye inliyorum. Perdeyi kapatıyorum. Salondan yan odaya geçiyorum. Birkaç günden berı hazır olan valizimi, çantamı alıyorum. Uyandırmamaya özen göstererek karımın saçlannı okşuyorum. Kıpırdanıyor. Bckliyorum. Kıpırtısı, uykuya katılınca çıkıyorum evden. Parka doğru yürüyorum. Salıncaktaki yarasaya usulca yaklaşıyorum. Korku, bacaklarıma dolanınca duruyorum. Yarasa üçbeş adım ilerimde. Kocaman kanatları, gecenin içinde hâlâ açılıp kapanıyor. Birkaç adım daha atıyorum. Salmcak duruyor ansızın. Yarasa atlıyor yere. Yanımdan hızla uzaklaşıyor. Tanıyorum onu. Ö, bir yarasa değil şimdi. O , komşu kızı Fadime. Aylardır görmediğim, ononiki yaşlarındaki Fadime'yi, meğer çarşafa sokmuş ailesi. Gündüz, insanlar arasında günah olur diye, gece salıncağa biniyor çocuk Fadime... Fadime, belki de secdeye kapandığında, ben uçuyorum Ankara'ya doğru. Uçağın içi ışıl ışıl. Başımı, küçücük pencereye iyice dayıyorum. Dışarısı yok ama. Kimbilir hangi dağın, ovanın, köyün üzerinden uçuyoruz. Bu sıra bir ses duyuyorum. " Ç a y mı kahve m i ? " " Ç a y " diyorum hostese. Çayımı içtikten sonra başımı gene dayıyorum küçük pencereme. Bu kez aşağılarda ışık kümeleri görüyorum. Işığın olduğu yerde insan vardır, diye düşünüyorum. İnsanın olduğu yerde de acılar... Neden geccnin bu saatinde Ankara'ya uçuyorum ben? Diyarbakır'a, oradan da Urfa'ya gitmeyecek miydim? Yeğenim gerçekten kayıp mı olmuştu? Ateşe mi girmişti? Deli mi olmuştu? Bir işkencede mi ölmüştü? Daha geçen yıl, kendisiyle Urfa'da görüşmemiş miydik? Gecenin bu saatinde neler oluyordu aşağı denılen yeryüzünde? Uyuyan milyonlarca yoksul insantn çeplerinden paralar mı çalınıyordu? Enflasyon canavarınin hırsızlar sebekesi, gizli oturumlarla, paranın değerini mi düşürüyorlardı acaba? "Kemerlerinizi bağlayınız. Ankara için inişe geçiyoruz. Hostesin sesi tükenmeden Ankara görünüyor. Ankara ışıktan bir orman gibi. Alçalıyoruz. Kızılay alanı, Meclis binası, MamaK Cezaevi... Ansızın yeryüzü kararıyor. Uçağımız turluyor belki de. Karanlık... Ankara, gene askeri bir darbeye mi hazırlanıyor yoksa? Scyrekleşen ışıklar arasına dalıyoruz. Küçük darbelerle sallanıyor uçağımu. Gökyüzü, tersyüz olup düzleşiyor sanki. Alan... Bekleme salonuna giriyorum. Diyarbakır'a gıdecek uçağın hareketine daha saatler var. Kararsızım. Sonunda kente gidiyorum. Bir sabahçı kahvesine giriyorum. Elleri kelepçeli gençten birisi, masaya başını koymuş uyukluyor. Yanında iki candarma... Yakın bir masaya oturuyorum. UykuS A Y F A 2 0 Y Oesen. Bahadır işler lu gözlerle çevremdekileri süzüyorum. "Çay," diyorum candarmalara. "Çay içelim. Benden." Ses çıkarmıyor candarmalar. Bu sıra, eli kelepçeli genç bajını kaldırıyor. Kelepçeli ellerini masadan alıp dizleri üzerine koyuyor. Çaylar geliyor. Sözün kapısını nasıl aralamalı, diye düşünüyorum. "Suçu ne?" diye soruyorum sonunda. "Hırsızlık" diyor candarmalardan birisi. Hırsızın yüzüne bakıyorum. Limon sarısı bir yüz... Dudakları titreyerek karşı çıkıyor. "Yok" diyor. "Hırsız değilim ben. Hırsız olsaydım, köyde kalır mıydım hiç." "Köyünde yakalandı," diyor aynı candarma. "Ankara'da bugün mahkemeye çıkacak." "Ne çalmış?" diye soruyorum. "Babasını," diyor öteki candarma, silahını yana bırakıp bir sigara yakarken. İstanbul'da, yarasa sandığım, gece salıncağa binen kız... Şimdi de Ankara'da, Dabasını çalan bir hırsız... "Babanı nasıl, neden çaldın?" diye soruyorum. "Böylesini hiç duymamıştım da." "Uzun hikayenin özeti şu" diyor hırsız. "Babam köyde hastalanıp komaya girdi. Ankara bize yakındır deyip hastaneye yetiştirdik. Birkaç gün sonra, baban öldü, dediler. Tabutla, kefen alıp geldik. Ölümüzü vermediler. Hastane bakım parası istedi. Bizde para ne gezer. Eletek öptüm. Borcum olsun dedim, devlete. Kabul etmediler. Bir yandan babamın ruhu gelip çöktü üstüme. Bir yandan parasızlık. Sonunda, bir gece vakti, va Allah deyip morga indim. Babamın ölüsünü sırtladığım gibi köye yetiştirdim. Bir güzel dualayıp gömdük. İz sürmüş devletimiz. ölünün kırkı çıkmadan, candarmalar gelip yakaladılar beni. Bir sigara versene kardeşim." İki sigara yakıyorum. Birisinı eli kelepçeli gencin ağzına uzatıyorum. Candarmalar ters ters bakıyor. "İzninizle" diyorum. Seslerini çıkarmıyorlar. Hırsız; sigaradan derin bir nefes çekiyor. Dumanını üflerken söyleniyor. "Çalaığım mal değil, para değil," diyor. "Babamın ölüsü be... Öz be öz babamın ölüsü. Sen hâkim olsan ne karar verirdin bey? Bugün mahkemeye çıkaracaklar da.." Kahveden çıktığımda, güneşle yüz yüze geliyorum... Uçağımız Diyarbakır havaalanına inışe geçtiğindc, dirilip canlanıveriyorum ansızın. Diyarbakır, Una'ya yakın çünkü. Nerde benim yeğenim? CUMHURİYET KİTAP SAYI 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle