01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YIJNUS fSADİ Ö D Ü L L E R İ 1 9 8 9 . 1 9 9 0Y A Y 1 M L A N M A M I Ş R O Kuzey Işıkları EMEL EBCİOĞUI astanclcrin, butiklerin ve mağazaların ıslak caddeye yamıyan renk renk ışıklarını geride bırakmış, kendi mahallelerine giden ara yollara sapmışlardı. Yılnıaz'ın tüm çabalanna karşın sokaktaki eukurlara gırmekten kurtaramadığı araba sendeleyerck ılerlerkcn, on koltuğa tutunmuş olan Hande, bahçeler icinde tek tek evler olarak anımsadığı küçuk sokakları doldurmuş apartmanlara hayretle bakıyordu. O zaman da apartmanlar vardı kuşkusuz, o zaman da çevrede tek tük apartmanlar vardı, ama böylesi... Araba kendi sokaklarına girer gırmez, Cihan da onunla birlikte başını uzattı ve perdelerinden sarımsı bir ışık dağılan odanın içını görebilmeleri olasıymışçasına, ıkisı de gozlerırıı koşedeki evın üst katındakı pencereye diktiler. Hande, "Geleceğimizi bilıyor m u ? " dedı, havaalanından beri yolu iyi göremedığını bahane ederek konu^mayan Yılmaz'a. "Geleceğimizi söylediniz mi?" P Yılmaz arabanın anahtarını çekti: "Haydi, iniyor muyuz? Koşmazsak ıslanırız, ona göre. Evden şemsıyesiz çıkmanın cezasını bugünkü kadar ağır ödememişimdir!" Hande'nin gözleri yukardaki pencereden aşağıya, salonun camlarına kaydı. O n ikı vıl önce sıcak bir eylül akşamı gelinliğiyle ayrıUığı ve kapısının üstündekı pırinç levhada halâ " S Ü L E Y M A N R E N D A " yazılı; yazları gül, kışları da sabun kokan evleri... Anıları kadar kendısini de severdi evin, Mermer girişini, aydınlık odalarını, bahçeye açılan mutfağını, üst kattaki geniş balkonunu... Köşedeki pencereden gelen ölgün sarı ışığı unutmuştu bir anda. "Haydar efendi geçen sene güllerin hepsini sökmeye kalkmış, doğru m u ? " Yılmaz soruyu yanıtlamak yerine farları söndürdü, eliyle vitesi bir daha kontrol etti ve bagaja sığmadıkları için ön koltuğa konmuş çantalardan birini alarak kapısını açtı. İnerken yolun kenarındaki su birikintilerıni fark etmemiş olan Cihan ise neredeyse ayak bileklerine kadar gömüldüğü çamurlu sulara bakarak: "Türkiye'deyim" diye söylendi. " H e r seferinde şu tepkileri yaşamasam olmaz!" İçine su dolmuş ayakkabılarını hırsla silkelerken, önce Hande'nin valizlerini taşımaları gerektiğini söyledi Yılmaz'a. Sonra da arabadan çıkmasına yardımcı olmak için Hande'ye elini uzattı. "Annem uyuyor m u ? " Esra, uykulu ve şiş gözlerle Cihan'a sarıldı: "Yarın sabah görüşürsünüz artık, önce bir dinlenin bakalım." "Işığı yanıyordu da..." "Hemşire kalıyor yanında." Cihan'ın sivri burnu iyice sivrilmiş, neden bu kadar zayıf? "Koca adam oldun, büyük adam oldun, ama galiba aynı zamanda da iskelet adam oldun!" Esra, parmaklarının ucundayken bıle ancak omuzuna yetiştiğı Cihan'a bir kez daha sarıldı. "Ycmek pişireni yok k i ! " Kendini attığı koltuktan eliyle Nazife Hanım'ı gösterdi Yılmaz: "Şimdi börekler, dolmalar, üç günde eski haline döner. Öyle değil mi Nazife H a t u n ? " "İyiyim ben. Annemi hemen görsek iyi olurdu." Esra, Hande'nin yorgun olduğunu, bir parça oturup dinlenseler daha iyi olacağını anlatmaya çalışıyordu Cihan'a. Gerçekten de yol yorgunuydu Hande. üelhi'den sonra Tahran'da aktarma yapılırken, rezervasyon yanlıjlığı nedenıyle yedi saat Tahran Havaalanı'nda kelimenin tam anlamıyla perişan olmuş; Yeşilköy'e gelince de S A Y F A 12 Desen Kemal Gökhan Yılmaz'la birlikte üç saat Cihan'ın uçağını beklemişti. Yüzü sararmış, o canlı gülümsemesi ağırlajmış. Bej rengi keten ceketinin düğmelerini teker teker çözerken, üstündeki yaz giysileriyle bir tuhaf durduğunun farkında olduğunu belirtmekten de geri kalmıyor Hande: Yola çıkarken hava o kadar sıcaktı ki Delhi'de! Ama merak etmesindi Esra, başka şeyler de getirmişti... "Evet, merak edilecek bir şey yok." diye karıstı Yılmaz. "Üç koca bavul taşıdık. Hande'nin giyimi konusunda endişeye düşmemize gerçekten gerek yok!" "Hande'yi rahat bırak şimdi!" Esra, kollarını ablasının boynuna doladı. Yumuşacık Hande. Yumuşacık ve mıs gibi de sabun kokuyor! On sekiz saattir yolda olan bir insanın üstüne hiç olmazsa sigara kokusu, toz kokusu, ter kokusu olmaz mı? Hayır, Hande mis gibi sabun kokuyor! Çocukluklarında banyodan çıkınca sırayla babalarını öpmeye giderler; o da aceleyle basını kaldırdığı kitabının arasından: "Saatler olsun" derdi. Öpüceğe Karşılık vermez, ama sanki banyodan yeni çıkan kendisiymiş, öpülmesi gereken kendi yüzüymüş gibi, yanağını uzatırdı Süleyman Bey! Bir tek Hande'de dağılırdı ilgisi. Hande yanına gelince kitap kapatılır, Hande babasının kucağına oturur, bir değil, birkaç kez babasını öper ve uzun bir "Ohhh!" çıkardı babasının ağzından. "Mis gibi kokuyorsun!" Gerçi banyo yapmasa da mıs gibi kokardı Hande. Esra'nın hiçbir zaman anlayamadığı bu giz, özellikle annesinin kendisine adetinin bitip bitmediğini sorduğu, saçlarının yağlandığını uyardığı veya yatmadan önce çarçabuk yıkanmasını söylediği günlerde kafasının içinde koca bir soru işareti halini alır (çünkü bir gün önce yıkanmıstır, adeti çoktan bitmiştir, annesinin anıştırdığı gibi pis kokma veya yağlı saçlarla gezme olasılıgının olmaması gerckir, ama nedense annesi bir türlü vazgeçmez nasıl koktuğunu hatırlatmaktan!) ve merak ederdi. Nasıl olup da Handenin her zaman paketi yeni açılmış Puro sabunu gibi koktuğunu çok merak ederdi. Banyoda saatlerce derisini kazırcasına keselenmenin de, yarım kalıp sabunu tüketinceye kadar sabunlanmanın da bir yarar sağlamayacağını kendi kendine öğrenmisti. Kimse söylememişti. Kendi kendine öğrenmisti ki Hande farklıydı. Sonra o oda vardı, Hande'ye verilen büyük oda. Hande evlenip gıttikten sonra dahi, kendisinin oraya geçmesini kabul etmemişti annesi. "Hande'nin odası orası, bilmem ki" demişti... Yanaklarını Hande'nin keten ceketinin yakasında gezdirirken, evet farkhydın diye düşündü. Ama ben de farklıydım! Gülümsedi, kollarını Hande'nin boynuna daha sıkı sardı. On bir yıl. Yoksa on iki mi? Başını sallayan Hande^ nin Yılmaz'ı mı, yoksa Esra'yı mı onayladığı belli değil. Yalnızca çevresinde ve salondaki eşyalarda gezdirdiği gözlerinde hafif bir nemlenme, ince bir buğulanma. On iki yıl! Arada görüşmüslerdi tabii. Annesi, babası ve Selime Hindistan'a gelmijler; Esra, Yılmaz ve Cihan'la da Avrupa'da buluşmuşlardı. Ama evi ve Nazife Hanım'ıon iki yıldır ilk kez... Ve daha kapıdan girer girmez, eksikliğini hissettiği bir şey... Evden çıkıp gitmiş veya çıkıp gitmeye hazırlanan bir şey; kapının ağzında duran Nazife Hanım'ın yüzünden, salondaki tüm eşyalara dek yayılmış bir şey; eksik veya fazla olan bir şey... Nedir eksik olan? Yukardaki çalışma odasının tahtalarını gıcır gıcır gıcırdatan ayak seslerinin artık duyulmaması mı? Salondaki vazolarda her zaman taze bulundurulan çiçeklerin yokluğu mu? Esra'nın boynuna doladığı ellerinden birini çekerek yanağına götürdü. Ya sen diyecekti, sen nasılsın? Neler yapıyorsun? Sormaya, konuşmaya ve anlatmaya nereden başlanır gecenin bu saatinde? Üstelik Cihan durmadan elleri cebinde önlerinden geçerken ve durmadan yukarı çıkıp annelerini görmeleri gerektiğini yinelerken... Gözlüğünü üst üste birkaç kez düzelten Cihan, divanda uyuklayan Yılmaz'a, koltukta birbirlerine yapışmış olarak konuşan Esra'yla Hande'ye, ardından da Selimeye baktı. Gözleri bulanık, yüzü renksiz. Yüzü... Yaklaşıp sarıldı kardeşine. "Ne var küçük fare?" Saçları ipek gioi, saçları eençlik kokuyor. Demek ki gördüğü intiyar yuz gerçek değil! Kapladıkları yüzden apayrı bir canlılık ve dirilik sergileyen saçları göğsüne bastırdı: "Hep beraberiz artık, beni duyuyor musun küçük fare? Hep birlikte..." . » CUMHURİYET KİTAP S A Y I 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle