01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YUNUS NADİ ÖDÜLLERt 1989 1990 Y A Y I M L A N M A M I Ş R Ö P O R T A J DİNÇER SEZGİN apının önünde bir gürültü. Odacı Aslan Efendi'nin sesine dik dik bir kadın sesi karışıyor. Ders saatınde, bütün öğrenciler sınıflarındayken bu gürültü ne ola ki? Sinirlc kalkıyorum yerimden. Ben ulaşmadan kapı, 'çat' diye ardına dek açılıverıyor. Karşımda çok çok yaşlı, dımdik bir kadın. Ellerinde, sıkıca yaslandığı kocaman bir sırık. Belli ki kardaki güvenini onunla sağlıyor. Yüzü; yaşadığı uzun, çileli yılların tanığı sanki. Yüzlerce değil, binlerce kırışık... Buruna yaklaşmış bir çene. Kuyuyu andıran derinlikler içinde parlayan iki göz. Bir an bakışıyoruz. Aslan Efendi'nin gözlerinde sözünü dinletemeyişin 'naçar'lığı. Müdür sen nmin? Gümbür gümbür, 'tehdit' dolu bir ses. Oaha doğrusu, benim müdür olduğumu bildiği halde 'senin gibi müdür mü olur' demek isteyen bir ses tonu. Evet bacım, benim. İçeri doğru bir adım atıyor. Aslan Efendi'nin kendisini önlemek isteyen elini itiyor. Senle kavgaya geldim! Aslan Efendi vereceğim buyruğu bekliyor. Gözümün bir işaretiyle bu tarihi kadını, kolundan tuttuğu gibi okulun dışına bırakıverecek. Bırakıverecek ama, bu Irazca Ana diriliğindeki ve kararlılığındaki kadından da biliyorum, 'ebediyen' kurrulamayacağız. Ayrıca o da ne? Bu kavgacı kadına karşı içimde bir sevginin, bir sıcaklığın doğmaya başladığını duyumsuyorum. Sesli sesli gülüyorum. Kendine güvenin varsa, içeri geç de doya doya kavga edelim! Kırışıkhkların altından bir gülümseme çıkıyor ortaya. Birden Ara Güler'in fotoğraflarında, böyle bir yaşlı kadın yüzüne rastladığımı anımsıyorum. Yaşlı kadının yüzündeki kırışıklıklar açılıyor, derinlerde kalmış bir 'mizah' gücü, yaşlı gülümsemeye karışarak bütün 'çehre'sini kaplıyor. Gösterdiğim koltuğa doğru yürüyor. Şimdi gülersin ya, sonrasını bilmem! Aslan Efendi gizli bir şey söyleyeceğini belli edercesine beni dışarı çağırıyor. Yaşlı kadın elirıdeki sırığa tutuna tutuna gösterdiğim koltuğa yürüyor. Onu oturtup dışarı çıkıyorum. Aslan Efendi sanki bir 'sır' veriyor. Fısıl fısıl. Aımn müdür bey bu kadar fazla yüz verme. Siz Hafik'e yeni geldiniz. Bunu tanımazsınız. Bu, ortaokula gelen tüm müdürlerın başının belasıdır. 'Neden' der gibi bakıyorum yüzüne. Aslan Efendi sürdürüyor konuşmasını. Bunun orta üçte okuyan bir torunu var. Bu büyüttü çocuğu. Kimselere laf söylettirmez. Adı ne? Adı, Adıgüzel. Hafik'tc herkes çekinir bundan. Kavgacının, geçimsizin biridir. Aslan Efendi'nin sırtını okşayıp 'meraklanmamasını' söylüyorum. Sonra dönüp ona 'ne içeceğini' soruyorunı. Aslan Efendi 'Oldu mu şimdi?' der gıbilerden bakıyor. Adıgüzel bacı 'Senin içtiğinden' diye yanıtlıyor sorumu. Peki öyleyse, Aslan Efendi iki çay getir bize. İçeri girip, kapıyı kapıyorum. İğretı oturduğu koltukta, iki bacağı arasındaki sırığına iyice yaslanmış. Beni izliyor. Karşısındaki koltuğa da ben oturuyorum. Adıgüzel bacı, kavgaya hemen mi başlayalım, yoksa çayları içtikten sonra mı? Gülümsüyor. Abovv. Senin canın da kavga etmek istiyormus, herhal talih beni çıkarmı; karşına. S A Y F A 2 6 Kan Mezarları K Aynen öyle Adıgüzel bacı. Bu kez katıla katıla gülüyor. Dişsiz ağzım görüyorum. Biraz daha rahatlıyor. Sırığını koltuğun yayına bırakıyor. Ellerinin üzerinde yüzlerce yaşlılık lekesi. Parmak uçları çatlak çatlak. Sert tırnakları geriye doğru kıvrılmış. Başındaki kocaman örtünün altından birkaç tel bembeyaz saç dışarı fırlamış. Ben kendimi dilbaz bilirdim, ama sen... Cümlesini tamamlayamıyor. Aslan Efendi çaylarla girıyor içeri. Ikimız de susuyoruz. Aslan Efendi'nin gözlerınde hep o 'ikaz' ışıkları. 'Çay içirdikten sonra hemen gönder' der gibi. Bu kavgacı, tuttuğunu koparan, çenesınden herkesin yıldığı yaşlıya 'paçayı kaptırmayacağımı' anlatmaya çalışıyorum göz işaretleriyle. As>lan Efendi çıkıyor. Ilk yudumlanmızı içiyoruz. F.ee, Adıgüzel bacı, anlat bakalım, ne yüzden kavga edeceğiz? Bu Aslan olacak yüzsüzden mi öğrendin adımı? F.liyle Aslan Efendi'nin çıktığı kapıyı işaret ediyor. Onu bırak şimdi. Neden kavga edeceğimizı söyle. Yarıladığı çayı, uzanıp sehpaya bırakıyor. Çenesinin altında düğümlenen başörtüsünü gevşetiyor. Soluklanıyor. Öfke titreşimleri dolu bir sesle başlıyor söze. Benim burda okuyan bir torunum var. Üçte. Adı Bayramali. Bilin mi? Yok bacı tanımıyorum. Belki duymuşsundur, ben yeni geldim. Daha on gün bile olmadı. Tez zamanda tanışır, görüşürüz torununla. Kuyu diplerinde görünen el kadar su parçasını andıran gözleri, üzerimde. Yapacağım yanlış bir davranış, söyleyeceğim yanlış bir sözcük, beni perişan etmeye yetecek. Adıgüzel bacı pusuda. Bir evin bir oğlu torunum. Beş kızdan sonra hacılarla, hocalarla ve de okuyup üflemelerle bulundu o. Eğilip sırığı alıyor koltuğun yanından. Tüyünü koparanın, elini kırarım müdür efendi! Sırık şöyle bir kalkıyor havaya. Başıma inecek sanıyorum. Geriliyorum. Hıncı, öfkesi, siniri büzülen dudaklarında bir araya gelmiş. Gözleri alev alev. Sanki aldığı hava ciğerlerine yetmiyor. Burun kanatları açılıp kapanıyor. Havaya kalkan eli öylece duruyor. Sülalemizin umudu onda. O, bizim yaşayan tek erkeğimiz. Akan kanlarımızın hesabını o soracak. Kılına halel gelsin istemeyiz. Onu döven öğretmenine söyle.. İndiriyor sırığı. Ama sesi daha bir yükseliyor. Dokuz tane kan mezarımızın hesabını soracak bir yiğit yetiştiriyorum ben. Ona kalkacak eli böylece kırıveririm diyor ve elindeki sırığı dizlerine vurup 'çat' diye ikiye bölüveriyor. Şaşırıyorum. "Kan mezarı" sözcükleriyle birlikte içimde bir uğultu başlıyor. Nereden anımsıyorum ben bu sözü? Adıgüzel bacının kırdığı sırıktan çıkan 'çat' sesini unutuyorum. 'Kan mezarı'nı nerede, ne zaman duydum ben? Birden anımsıyorum. Kayseri Sıvas yolu. Yolun en kötü, en berbat, en dönemeçli yerlerindeyiz. Lalelibel Geçidi'ne vardık varacağız. Niğde'den bu yana, şöyle böyle 910 saattir yoldayız. Kış mış dinlememiş bakanlık, Niğde'den Sıvas'a, Sıvas'ın I lafik kazasına atamamı yapıvermiş. Yüklemişiz eşyaları kamyona. Kayseri üzerinden Sıvas'a doğru düşmüşüz yola. Dışarısı ayaz mı ayaz. Yol kötü mü kötü. Sürücü geveze mi geveze. Motorun sıcağı yüzüme vurdukça, sürücünün yanı başında, uyudum uyuyacağım. O, sigara üstüne sigara yakıyor. Biribiriyle ilintili ilintisiz bir sürü 'şey' anlatıyor. Arada bir "Biliyonmu hoca" diyor, "bizim en iyi ilacımız konuşmaktır. Konuşmazsak uyur kalırız." İşte o; düşle gerçek, uykuyla uyanıklık arasında gidip geldiğim anlardan birinde "Ah, bir kan mezarı daha" deyiveriyor. Lalelibel Geçidi'ne vardık varacağız. Dışarıda kar, tipi, boran. Zorlukla açıyorum gözlerimi. Yolun sağında, şarampolün bitıiği yerde, çevresine taşlar dizilmiş ve üzerleri beyaza boyanmış, yapayalnız bir mezar görüyorum. Sürücü bir sigara daha yakıyor. Bir tane de bana veriyor. Kan mezarını bilin mi hoca? Bilirim! Yalan. Bilmiyorum. 'Koskoca öğretmen olmuş, kan mezarını bile bilmiyor' demesın diye, biliyorum diyorum sürücüye. Bu yolda en az on, on beş tane vardır. Ben yeni bir uyku dalgasının içine düşüyorum ve kan mezarı sözcükleri uyku dalgalannın arasında yitip gidiyor. Niye daldın öyle müdür efendi? Yaşlıyım diye yapamam mı belliyon? Sıyrılıyorum dalgınlığımdan. Adıgüzel bacı bir yontu gibi karşımda. Elinde ikiye böldüğü sırık. Belki bir yaramazlık yapmıştır bacı. Öğretmeni suçlamadan önce torununla konuşsaydın ya! Bakışları hiç değişmiyor. Dövmek gerekirse ben döverim. Usulünce. öyle rastgele vurmam. Onu öyle dudakları kanlı, iki gözü iki çeşme görmeye dayanamam ben. Söyle öğretmenine, onu döveceğine gelip beni dövsün. Oesen Bahadır Işler J C U M H U R I Y E T K İ T A P SAYI 2 0
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle