Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
‘Zamanaşımı’ Üstüne!
“Zamanaşımı” yani eski deyişle
“müruruzaman”.. Sık sık duyarız, falancanın
işlediği suç zamanaşımına uğramış..
Falancanınki de!..
Balbay 500 günü doldurdu. Onun gibileri de
beş yüzü, altı yüzü, yedi yüzü doldurdu...
İddianamelerde nerdeyse yüz yıllık cezalar
istenmişti. Yani idam kararı... O da yasayla
ortadan kaldırılmış, onlarca yıl hapiste yatmak
idamın yerine geçmiş...
Bir dava açılır, sanık tutuklanır, bir
hapishaneye gönderilir. Dava birkaç oturum
sürer. Sanık kendini savunur. Dava başka
tarihe atılır. O gün gelir, konu görüşülür,
derken başka bir tarihe... Günler, aylar, geçer!..
Türlü suçların ağırlığındaki kişi, işlediği suçun
ne olduğunu bilmez, öğrenmek ister,
öğrenemez. Zaman akar geçer durmadan...
Şu Ergenekon adlı dava nerdeyse üç yıldır
sürmekte. İçerdekiler beklemekte. Serbest
kalmak istiyorlar. Mahkeme Başkanı ‘evet’
diyor, ama öteki üyeler ‘hayır olmaz’ diye
direniyorlar. Sanık bir türlü özgürlüğe
kavuşamıyor. Hangi suçun cezasını çektiğini de
bilmiyor. Mahkemede konuşuyor, soruyor,
yanıt alamıyor.
Bu arada bazı açıkgöz ya da paragöz yazıcı
takımı birtakım şeyler uyduruyor. Düşmanca
suçlamalar. Onlara yanıt vermek olayı da yok.
Varsın günler geceler geçsin sen içerde kal,
bekle, bekle, bekle! Bir gün adaletin
gerçekleşeceğini...
Her şeyde “zamanaşımı” var. Ergenekon
sanıkları için yok mu? Yıllar geçmiş mahkûm
olmamışlar, suçlarının ne olduğunu bile
öğrenememişler. Ama gecelerini gündüzlerini
kapalı hücrelerde, koğuşlarda geçirmekteler...
Öte yanda iktidar, adaletin kendine göre
işlemesi, yargının kendi denetimi altında
olmasını sağlayacak yasalar çıkarmakta,
anayasayı da kendi yararına göre oluşturmak
hevesinde...
Zamanaşımı hukuksal bir deyim. Belli suçlara
göre belirli uygulamaları var. Ama bu
maddeden en çok yararlananlar, hırsızlar,
dolandırıcılar, katiller oluyor!.. Zamanaşımı diye
yıllarca saklanıp kendilerini kurtarıyorlar...
Örneğin Balbay’lar, Özkan’lar daha kaç ay,
daha kaç yıl zindanlarda kalacak? Onlara
uygulanabilecek bir “zamanaşımı” yok mu?
Değerli hukukçularımız şu zamanaşımı denen
kurtarıcıya yeni bir anlam, yeni bir yorum
kazandıramazlar mı?
Not: Oktay Akbal rahatsızlığı nedeniyle
yazılarına bir süre ara vermiştir.
PENCERE
Balık, Kuş, İnsan...
Yaşamak nedir? Balık için yüzmektir, yılan
için sürünmektir, kuş için uçmaktır.
Kimsenin aklına “Kuş neden uçuyor?” diye
bir soru gelmez; “Balık neden yüzüyor?” ya da
“Yılan neden sürünüyor?” diye bir soru işareti
çoğu kişinin aklını kurcalamaz. Aslanın geyik
yavrusunu parçalaması, panterin karacayı
kovalaması kimseyi şaşırtmaz; hayvanların
hayvan gibi yaşaması doğanın yasası sayılır.
Peki, insanın insan gibi yaşamak istemesi
neden çoğu kişiyi şaşırtıyor?
İnsanın insan gibi yaşaması ne demektir?
Bu soruyu anlamak için doğaya bakmak
gerekiyor. Her şeyin yanıtı doğadadır;
doğmadan önce, yaşarken ve öldükten sonra
ister istemez bütünleştiğimiz evrendedir... Ki o
evrende insanın insanlaşması zaman ve
mekân içinde gerçekleşmiştir.
İnsan birdenbire insan olmadı ki!.. Yazılı
tarihlerden önceki dönemleri bir yana
bırakalım; geçmişin karanlıklarından aydınlığa
dönüşümün insanlık serüvenini izlediğimizde,
insanın insanlaşması için ne çabalar
harcandığını, ne emekler verildiğini, ne
güçlükler çekildiğini görmek kolaydır.
Başlangıçta hayvan gibi yaşayan insana
kendisi dışında hiç kimse “Neden böylesin”
diye sormadı. İnsan göçebelikten kurtulup
yerleşik düzene tarım devrimiyle girdi. Eker,
biçer, üretir yaratık olmasının benliğinde
yarattığı dönüşüm, korkunç bir aşamayı
vurguladı. İnsan, çıkardığı sesleri konuşmaya
dönüştürüp dil ile iletişimi kurduğunda,
insanlaşma yolunda şaşılası bir adım daha attı.
Yazıyı bulması; havada savrulup yitikleşen
konuşmaları taş, tahta, bez üzerine işleyip
saptayarak ölümsüzleştirmesi ise olağanüstü
bir atılımdı.
İnsan olmak için insanın benliğinden gelen
dürtüyü kimse durduramadı; balık için yüzmek,
yılan için sürünmek, kuş için uçmak neyse,
insanın insanlaşma çabası o kadar doğaldı.
Doğal olmasa insan insanlaşamazdı.
İnsanın insanlaşması; balığın balıklaşması,
yılanın yılanlaşması, kuşun kuşlaşması gibi
doğanın ürünüdür.
İnsanın insanlaşmasında tarihsel zamanların
yazıyla saptanmış dönemleri daha çarpıcı
gerçekler içeriyor. Emeğin sömürüsü
toplumsal bir düzen oluşturduğunda insanlığın
bir aşamasına daha girildi; emeğin
sömürüsüyle uygarlıklar yaratıldı. Uygarlıklar,
insan aklının ışığını, daha aydınlatıcı güce
kavuşturdu. Dinleri üretti insanoğlu; önce
dinlerin yargılarına bağlanan insan aklı sonra
bağlarından kurtuldu; dinden soyutlandı akıl,
bilime yöneldi. Sömürüyle oluşan
uygarlıklardan sonra sömürüsüz uygarlıklara
yöneldi insan... Savaşlar, talanlar, yıkımlara
karşı direnmeler, başkaldırmalar, devrimler
sürecine girildi. Tarım devriminden sonra
sanayi devriminin patlamasıyla insanın
insanlaşması yolunda adım adım yüründü.
Hiç durmadı insan, insanlaşma yolunda...
Ve durmayacak.
İnsanın insanlaşma dönüşümünde çaba
göstermesi, varoluşunun doğasındandır.
İnsanoğlu özgürlüklerini genişletmek ister,
demokrasiyi derinleştirmek için çabalar, tüm
devrimlerin kazanımlarını savunmak ve sosyal
adalete doğru yeni atılımlarla yürümek insanın
öylesine doğasındadır ki bu tutum ve
davranışlar, balığın yüzmesi, kuşun uçması,
karıncanın çalışması, ipekböceğinin kozasını
örmesiyle eşanlamlıdır. “İnsan gibi yaşama”ya
yönelmek veya yönelmemek bizim elimizde
değildir; bu yoldaki engelleri aşmaya
çabalamak, varoluşumuzun bilinci ve
mutluluğumuzun gerekçesidir.
Ama insanın insanlaşmasına karşı çıkanlara
ne diyelim?
Tarihin hangi döneminde insanın
insanlaşmasına karşı çıkanlar olmamış ki? Bu
da doğaldır, evren diyalektiğinin gereğidir;
kertenkelenin ya da yılanın niçin süründüğüne
şaşıyor muyuz?
(20 Aralık 1997 tarihli yazısı)
G
üney Afrika’da yapõlan dünya ku-
pasõ, üzerinden bir ay geçmeden,
neredeyse unutuldu. Yakõn tarihi
õrkçõlõkla özdeşleşen ve buna kar-
şõ savaşõmda adõ simgeleşen Mandela’nõn ül-
kesine dünyanõn dört bucak yedi ikliminden
gelen her renk ve kökenden, her dilden ve
inançtan insanlarõn, bu büyük spor şenliğini
gerçekleştirmeleri ayrõ bir önem kazandõ.
Ulusal takõmlarõn maçlara ellerinde õrkçõlõk kar-
şõtõ belgilerle çõkmalarõ anlamlõydõ.
Bu bağlamda, şampiyonada güzel oyunlar
çõkararak üçüncü olan Alman ulusal takõmõ ta-
rihinde ilk kez kadrosuna sekiz yabancõ kökenli
oyuncuyu alarak, bu ülkenin ve toplumun zi-
hinsel bir sõçrama sürecine girdiğini gösterdi.
Daha yakõn yõllara kadar ten rengi farklõ, ya-
bancõ kökenli yeni Alman yurttaşlarõnõn ulu-
sal takõma girmesi akla bile gelmiyordu. Ör-
neğin, Jupp Derwall, ulusal takõmõn başõn-
dayken Hamburg birinci lig takõmõnõn (HSV)
başarõlõ oyuncusu Jimmy Hartwig’in elini bi-
le sõkmaktan kaçõnmõştõr. Jimmy, annesi Al-
man, babasõ kara derili Amerikan işgal aske-
ri olan melez bir Alman yurttaşõ.
İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi kolonici
tarihi olan ve hâlâ kolonileri bulunan ülkele-
rin ulusal takõmlarõnda yõllardõr alõştõğõmõz gö-
rünüm, kolonicilikte hem geç kalmõş, hem de
bunu iyice yüzüne gözüne bulaştõrmõş Al-
manya’da yakõn zamana kadar veba gibi ka-
çõnõlan bir görünümdü.
Şimdi 23 kişilik oyuncu kadrosuna farklõ kö-
kenden sekiz oyuncunun alõnmasõ, Alman top-
lumu için bir devrimdir. Serdar Taşçı ve Me-
sut Özil ile iki ulusal oyuncu da bu arada Türk
kökenli. Almanya futbol federasyonu yöne-
timinin bu yeni zihniyeti ulusal takõm dõşõn-
da da desteklediğini görüyoruz. Genelde
spor, özellikle futbolda köken ve renk sõnõr-
larõnõn aşõlmasõ toplumsal uyum ve barõş ta-
sarõmõnõna önemli katkõlar sağlõyor.
Irkçõ ve ayrõmcõ zihniyeti aşmada bu dev-
rimsel sõçrama ama sorunu toplumun günde-
minden silip atmõyor. Bunu da özellikle õrk-
çõ düşünce ve politikalarõn anayurdu olan Av-
rupa ülkelerinden beklemek gerçekçi olmaz.
Tõpkõ Rönesans ve Aydõnlanma ile ortaçağcõ
ve karanlõk zihniyetin beş yüz yõldõr süren sa-
vaşõmõ gibi, bilim ve hurafenin, bağnazlõğõn
yüzyõllardõr süren ve belki daha yüzyõllar sü-
recek çarpõşmasõ gibi, bunun bir kolu olan õrk-
çõlõk ve ayrõmcõlõkla savaşõm da daha uzun
erimde gerekli olacaktõr.
Bir yandan, ulusal takõmõn seçimiyle örnek
bir davranõş sergileyen Almanya’da, bunun ter-
sinin, yani õrkçõ ve ayrõmcõ zihniyetin çarpõ-
cõ görünümlerini de her gün yaşõyoruz. NPD
gibi õrkçõ ve ayrõmcõ olduklarõ zaten bilinen,
zaman zaman yerel seçimlerde yüzde beş ba-
rajõnõ da aşan partilerin ve kümelerin yanõn-
da, şaşõrtõcõ kişilerden şok edici açõklamalar
ve öneriler gündeme oturuyor. (NPD yan-
daşlarõ Alman ulusal takõmõnda yabancõ kö-
kenli oyunculardan haz etmediklerini açõkça
söylediler.)
Türkler aşağılanıyor
Sosyal Demokrat Parti (SPD), üyesi ve Fe-
deral Banka Yönetim Kurulunda bulunan
Thilo Sarrazin, uzunca bir süredir ağzõnõ açõn-
ca, Almanya’daki Müslümanlarõ, özelde Türk-
leri horlamaktan büyük zevk alõyor. Bu kişi,
Türkleri ‘geri zekâlı’ diye damgalamaktan çe-
kinmiyor. Alman toplumu için, Türklerin
varlõğõ yüzünden, “Toplumumuz gittikçe da-
ha aptallaşıyor”, diyebiliyor. Bu õrkçõ, ayrõmcõ
ve insan düşmanõ zihniyetin Federal Banka yö-
netiminde ve sosyal demokrat partide ne işi
var, anlamak mümkün değil.
Sosyal demokrat Sarrazin böyle konuşur da,
Başbakan Merkel’in Hõristiyan Demokrat
Partisi (CDU) geri kalõr mõ? Yoksa seçim ya-
tõrõmõnda bir fõrsat kaçõrõr!? CDU federal
milletvekili Peter Trapp da son olarak, göç-
menlerin zekâ testinden geçirildikten sonra ül-
keye alõnmasõnõ önerdi. Bu kişinin de iktidar
partisinde ne işi var bilinmez. Aslõnda bu ki-
şilerin zekâ testinden geçirilmesi gerekir, bu-
lunduklarõ partilere ve görevlere alõnmadan ön-
ce. Bu õrkçõ, insan düşmanõ, ayrõmcõ sözler, ze-
kâ ürünü değil, olsa olsa ‘zekâ gerisinden’ fõş-
kõran atõklar.
Parti başkanı Türk
Bütün yetersiz koşullara karşõn yine de Al-
manya’ya göç eden Türkler, hiç kimseden ge-
ri olmayan zekâ, beceri ve çalõşkanlõklarõnõ ka-
nõtlamõşlardõr. Yalnõz yõllardan beri parla-
mentolara seçilerek değil. Yeşiller Partisi eş-
bakanõ Cem Özdemir federal parlamentodaki
bir partiye başkan olmuş ilk yabancõ köken-
li siyasetçi. Aylin Özkan, Aşağõ Saksonya’da
bir eyalet hükümetine bakan olmuş ilk yabancõ
kökenli siyasetçi. Şimdi en büyük eyalet olan
Kuzey Ren Vestfalya Sosyal Demokrat -
Yeşiller Koalisyonunda bakan olmalarõ için
teklif alan Bremen Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Yasemin Karakaşoğlu ile Brandenburg Eya-
leti Yüksek Mahkeme yargõcõ Nevin Belkıs,
bu önerileri şimdilik bulunduklarõ görevleri-
ni sürdürmek istedikleri gerekçesiyle red-
dettiler.
Günümüz Alman edebiyatõnõn önemli tem-
silcileri arasõnda Türkler ve diğer yabancõ kö-
kenli yazarlar önemli yer tutuyorlar. Türk
oyuncunun, Türk müzisyenin bulunmadõğõ ne
bir tiyatro, ne de bir orkestra kaldõ.
Üniversitelerin hemen hepsinde Türk kö-
kenli öğretim ve araştõrma görevlileri var. Res-
samlarõyla, Alman medyasõnda sayõlarõ gün
geçtikçe artan üyeleriyle Türk göçmenler
kendilerini kanõtlõyor ve kabul ettiriyorlar. Sa-
yõca ve oran olarak henüz yeterli değil. Ama
süreç işliyor.
Düşük düzey eğitimle gelip uyum sağlamõş
birinci kuşağõn çocuklarõ ve torunlarõ karõnca
gibi, arõ gibi ilerliyorlar. Türkiye ile Avrupa
arasõnda en sağlam ve iki tarafa da yararlõ bağ-
larõ örüyorlar.
Bunu görmeyen Sarrazin’ler, Trapp’lar
hep olacaktõr. Irkçõlõk ve ayrõmcõlõk veba gi-
bidir. Bulaşmamasõ için çok dikkat edil-
melidir.
Dünya Kupasõ ve Irkçõlõk...
Yüksel PAZARKAYA
Günümüz Alman edebiyatõnõn önemli temsilcileri arasõnda Türkler ve
diğer yabancõ kökenli yazarlar önemli yer tutuyorlar. Türk
oyuncunun, Türk müzisyenin bulunmadõğõ ne bir tiyatro, ne de bir
orkestra kaldõ. Üniversitelerin hemen hepsinde Türk kökenli öğretim
ve araştõrma görevlileri var.
SAYFA CUMHURİYET 5 AĞUSTOS 2010 PERŞEMBE
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Hak Ediyor Olmak...
İ
nsanlar sahip olduklarõ tüm
varlõklarõnõ, makamlarõnõ, sos-
yal konumlarõnõ, aldõklarõ ce-
zalarõ veya takdirleri hak ederek
sahibi olmuşlarsa o toplumlarda
rahatsõzlõk ve huzursuzluk ol-
maz. Bu toplumsal yargõ çocuk-
luğumuzdan itibaren yaşadõğõ-
mõz davranõşlar bütünüdür. Ya-
ramazlõk yaptõğõmõzda anne ve
babanõn verdiği ceza diğeri tara-
fõndan “hak ettin ama” diyerek
onaylanõr.
Okulda gösterilen başarõ da
çalõşarak hak edildiği için mü-
kafatlandõrõlõr. “Aferin çocu-
ğum sen bunu hak ettin” denir.
Açõkçasõ hak etmek bir çabayõ ge-
rektirir. Olumlu ya da olumsuz
hak edişte mutlaka bir çaba var ise
toplum vicdanõnda rahatsõzlõk
yaratmaz. Arkadaşlõk, dostluk
ilişkilerinde de karşõdakinin gön-
lünü ve güvenini kazanmak için
çaba sarf etmek gerekmektedir.
Peki, hak ediyor olmanõn ölçüsü
nedir sorusunun cevabõ “top-
lumsal vicdan”dõr.
Türkiye gibi fõrsatlar ülkesinde,
hak edilenler çoğunlukla tesadüf
gibi etkenler sonucu olduğu için
toplum vicdanõ sürekli rahatsõz-
dõr. Bu yüzden de toplum sürek-
li çalkantõ halindedir. Kişisel ve
toplumsal vicdan sürekli isyan ha-
lindedir. Bu isyan değişik za-
manlarda eyleme dönüşür ve
anarşi yaratõr.
Yani şartlar öyle davranmayõ
gerektirdiği için insanlar veya
gruplar o şekilde davranmak zo-
runda kalõr. Toplumsal olaylarda
“inatlaşma” mutlaka anarşiyi
getirir. Esas olan olaylarõn sebe-
bini anlayabilmek ve somut çö-
zümler üretebilmektir. Bunu an-
cak hak ettikleri için o konuma
gelmiş insanlar yapabilir. Anla-
şõlacağõ gibi bu bir birikim ve se-
viye işidir. Hayatõn her alanõnda
birilerine bir sorumluluk verildi-
ğinde mutlaka o işe uygun nite-
likler aranõr. Şimdi devlet me-
murluğunda da hangi eğitimi
alõrsa alsõn seviye belirleme sõnavõ
yapõlmaktadõr.
Politik mevkiler ve konumlar
da sorumluluk gerektiren yerler-
dir. Buralara gelecek insanlarõn-
da bu makamlara uygun dona-
nõmda olmasõ gerekmektedir. Ül-
kemizde hayata eşit şartlarda
başlanmadõğõ için bu durum hep
böyle sürüp gidiyor. Cumhuriyeti
kuranlar bunu gördükleri için,
yani herkesi eşit şartlarda haya-
ta başlatmak için eğitimi bir ka-
mu görevi kabul edip mümkün ol-
duğunca bu eşitliğin altyapõsõnõ
hazõrlamõşlardõr.
Tabii insanõn başarõsõnda gen-
lerin, toplumsal ilişkilerin, aile ya-
põsõnõn da eğitim kadar etkisi ol-
duğu bir gerçektir. Takdir yetki-
siyle değil de hak ederek yönetim
kademelerine gelenler hem yetkili
olduklarõ kurumlarõ hem de ülkeyi
başarõlõ bir şekilde yönetirler.
Başarõlõ bir işletmeyi başarõsõz bir
mirasçõ kõsa bir sürede batõrõr. Öl-
çüsü nedir bunun? Hak etmediği
halde sõrf mirasçõsõ olduğu için iş-
letmenin yönetimini devralmõştõr.
İnsan doğadaki tek toplumsal
varlõktõr. Kişisel çõkarõnõ top-
lumsal çõkara endeksleyenlerin
yönettiği ülkeler kalkõnõr, başarõlõ
olur. Dünya ekonomisi krize gi-
rince bizim “piyasa manyakla-
rının” sesi artõk çõkmõyor. Onlar
her şeyi kişisel çõkarda görüyor-
lardõ. Bir de televizyonlarda on-
lar gibi düşünmeyenleri aşağõlõ-
yorlardõ. Sonradan ortaya çõktõ ki
bunlarõn büyük çoğunluğu büyük
paralarla satõn alõndõklarõ için
böyle konuşuyorlarmõş. Piyasa bu
ya... Anlaşõlõyor ki bunlar hak et-
tikleri için profesör olmamõşlar,
piyasa şartlarõna uymuşlar. Ge-
çenlerde bunlardan birisi GAP’a
yapõlan yatõrõmõn vatana ihanet ol-
duğunu söylüyordu. Ülkede her
şey hak edilerek sahip olana ka-
dar bu işkenceye katlanacağõz.
Bunlarõ o işgal ettikleri makam-
larda ve ekranlarda gördükçe
maneviyatõmõz sarsõlõyor.
Ülkedeki makamlarõ ve mev-
kileri hak edenler gelene kadar...
Ercan YEŞİLYURT
Posta Gemileri...
K
aradeniz diyorsam, Anadolumuzun bu
yalnõz kendine benzer denizin kõyõ-
larõndaki o inci taneleri gibi dizilmiş
kent kasaba ve yerleşimlerinden söz ediyo-
rum. Ben o coğrafyada doğup büyüdüm. Ye-
teneğim olsa da onu tüm özellik ve güzel-
liklerine layõk olduğu güzellikte anlatabilsem.
Evet Karadeniz kõyõlarõmõzdaki hiçbir nok-
taya belki elli yõlõ aşkõn süredir bir gemi ile
ulaşamaz durumdayõz.
Osmanlõ döneminden 50’li yõllarõn sonla-
rõna kadar kendisi de başlõ başõna bir geliş-
menin tarihi olan ve Fevaid-i Osmani’den baş-
layan bildiğimiz Denizyollarõ İşletmesi’nin
muntazam gemileri (Karadeniz Postalarõ)
Avrupa’yõ ve İstanbul’u Karadeniz kõyõlarõ-
mõzdaki önemli yerleşimlere -limanlarõ ol-
madõğõ dönemlerde dahi- bağlayagelmiştiler.
Halkõn hizmetindeki bu imkân geçen yarõ yüz-
yõl içinde gözlerimizin önünde resmen yok
edilmiştir.
İstanbul’u Karadeniz’in en doğu noktasõ-
na kadar ve bu şeritteki yerleşimleri kendi ara-
larõnda bağlayan sadece denizyolu ulaşõ-
mõydõ. Tophane rõhtõmõndan haftada en az iki
gemi kalkõyordu Karadeniz’e. Sürat Postasõ
ve çok uğraklõ Karadeniz Postasõ (halk ara-
sõnda Dilenci Postasõ da denilirdi). Rus (şim-
di Gürcistan) sõnõrõndan İskenderun’a kadar
bütün kõyõ kent ve kasabalara belirli uğrak ve
programlarõ olan bu posta gemileriyle gidi-
lirdi. Posta gemileri yolculuğu bir yaşam bi-
çimi, bir ulaşõm kültürüydü. En ücra kõyõ li-
manlarõna mendireği, barõnağõ olmayan ka-
sabalara en az bir haftada bir gelip demirle-
yen o rüya gemiler, hele gece olup õşõklarõ-
nõ da yaktõ mõ bir başka dünya gelirdi yaşa-
mõmõza. Tuz, şeker, un, kumaş gibi gazete,
kitap, dergi de onlarla gelirdi. Kõyõlarõmõzdan
hafifçe arkaya eğik bacalarõndan duman tü-
terek gelip-giden ve insanlarõmõzõ, mallarõ-
mõzõ, taşõyan gemiler bu yõllar içinde eriyip
gittiler. Genç Cumhuriyetin, kõyõlarõmõzda ya-
põlan toplu taşõma sistemi böylece tümüyle
yitirilmiş oldu.
Karadeniz, küçük ama doğasõ zorlu olan bir
ulaşõm alanõdõr. Ama gene de antikçağlardan
bu yana sürekli bir ulaşõm yolu olagelmiş-
tir. Bu deniz trafiğini Rusya ile Osmanlõ’nõn
mal alõşverişinin yelken hatta kürekle yol alan
teknelerde yapõldõğõ yõllarõ denizci dedele-
rimizden dinleyerek büyüdük. Ege ve Ak-
deniz kõyõlarõmõz, bu yörelerdeki antik kent-
devletler ve Roma idaresinde yüzyõllarca
dünyanõn en denizci ve en tüccar insanlarõ-
nõn yurdu olageldi. Ticaret mal ve insanla-
rõn ulaşõmõ bu kõyõlarda hep denizlerden ya-
põldõ.
Baltõk, en az Karadeniz kadar sert ve
huysuz, Kuzey Denizi, bizde olmayan duvar
gibi sisleri, med-cezir akõnlarõ ile tehlike po-
tansiyeli çok daha yüksek denizler olmasõ-
na karşõn Kuzey Avrupa, İngiltere, İskandi-
nav ve Baltõk ülkelerinin insanlarõ toplu ta-
şõma modellerine uygun inşa edilmiş, hõzlõ,
güçlü ve ekonomik gemilerle seyahat et-
mekteler. Bizde de süratle yapõlmasõ gereken
budur ve İstanbul’da son yõllarda servise ko-
nulan deniz otobüsleri, hõzlõ feribotlar bu an-
layõşõn bir öncüsü olarak algõlanmalõdõr.
Lütfen, aklõn yolu bir. Kanlar içindeki ka-
rayollarõnõn yoğunluğunu giderelim. Tek
yol, modern posta gemileri. Posta gemileri
bir özlem olduğu kadar, kesin ve gerçek bir
zorunluluk.
Daha sonraki yõllar içinde ne Karadeniz
Postasõ kaldõ, ne İskenderun, ne Bandõrma,
Tekirdağ, Ayvalõk seferleri. Artõk halk, oto-
büslerde, kamyonlarda, gösterişli ve benzin
yutan arabalarda yolculuk ediyordu. Hafif-
çe arkaya eğik bacalarõndan duman tüterek
gelip-giden ve insanlarõmõzõ, mallarõmõzõ,
hayvanlarõmõzõ taşõyan posta gemileri bu yõl-
lar içinde eriyip gittiler. Genç Cumhuriye-
tin, kõyõlarõmõzda yõllarca uygulanan toplu ta-
şõma prensibi de böylece yitirilmiş oldu.
Ne var ki olayõn temelinde, bu projelerin
altyapõsõ olan politik etkilerden uzak, altya-
põsõ, bilgi ve deneyimi olan denize sevdalõ
“yurtsever insan” en önemli unsur olmak-
ta devam ediyor. İşin çözüm noktasõ bence
budur.
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar