23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 16 TEMMUZ 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kuram ve Yöntem OKULLARIMIZDA doğru dürüst felsefe, mantık falan okutulmadığı için insanlarımızın çoğu düşünme özürlü kalır. Sorunları kolay çözemeyişin başlıca nedenlerinden biri de budur. Bu eksiklik, Güneydoğu gibi çok boyutlu bir sorun gündeme gelince açıkça kendini gösteriyor. Kuramlarla kavramlar, kurallarla yöntemler kolayca birbirine karıştırılabilmekte. Kaldı ki son zamanlarda bu soruna bir yeni ikilem daha eklendi: Birlikte yaşamak mı, ayrılmak mı? Ayrıca şu güçlük var: “Kürt” denince, şimdilik sadece bir etnik kimlik anlaşılıyor; Kürt devleti henüz kurulmadığı için; bundan vatandaşlık gibi bir hukuksal sonuç çıkarılmamakta. Oysa “Türk”, hem bir etnik kimliğin adı oluyor, hem de onunla hukuk alanında bir vatandaşlık belirleniyor. Her şeyden önce, “kimlik” kavramının ne ölçüde belirsiz, kaypak, çetrefil ve değişken olduğu akılda tutulmalı. Bu sütunda daha önce de belirtildiği gibi, çağdaş Fransız düşünürlerinden Jean-François Bayard’ın “Kimlik Yanılsaması” diye koskoca bir kitap yazmış olması boşuna değildir. O halde, birinci uyarı, “etnik kimlik” gibi kaygan bir kavram zemini üzerine işlevsel hukuk yapıları kurmaktan uzak durmak olmalıdır. Kişinin etnik kimliğine saygı gösterilmesi elbet bir “insan hakkı” olarak tanınmalı ve bu bireysel hakkın korunması için önlemler alınmalıdır. Özgürlük açısından bakıldığında da, aynı etnik kimliğe sahip olanların bir araya gelerek bu ortak kimliğin korunması için kurumlar kurmaları, dillerini, kültürlerini serbestçe geliştirebilmeleri de elbet “bireysel bir özgürlük hakkının birlikte kullanılması” olarak serbest olmalıdır. Ama devlet ya da toplumun bütünü, bu hakka ve özgürlüğe saygı göstermenin yanında en az bunun kadar önemli ve kaçınılmaz bir ödevi yerine getirmek zorundadır: Etnik farklılık ya da ayrıcalık tanımayan “ulus” kavramının ışığında devletin resmi dilini bütün vatandaşlara öğretmek, ortak ulusal bilincin oluşmasını sağlamak ödevi. Birlikte yaşamak, toplu kullanılabilen bireysel etnik bütün vatandaşlara toplu olarak eşit biçimde kazandırılması gereken kamusal haklar arasında denge kurulmasını kabul etmekle sağlanabilir. Böyle bir dengenin ötesine geçip etnik grup haklarına dayalı bir devlet düzeni kurmak ya da etnik farklılıklar üzerinde federatif yapılar araştırmaya girişmek, artık ülke coğrafyasının ve toplum yapısının her yanında ve düzeyinde son derece karışık duruma gelmiş bir Türkiye nüfusu için asla gerçekçi olamaz. Oysa, Kuzey Irak’ta ayrı ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulması, Türkiye sınırları içinde gerçekleştirilmesi zor ve tehlikeli bir girişimi komşuda gerçekleştirmiş olacaktır. Böylece orası tek etnik kimliğin devleti olurken, Türkiye etnik farklılıkları aşmış çağdaş bir ulus devlet olarak dünyaya örnek olmaya devam edebilir. İsteyen, istediği tercihi yapar. PENCERE Dün - Bugün - Yarın... Ö zyönetim işçilerin çalõştõklarõ fabrikalarõ doğrudan kendileri- nin yönettiği ve somut örneği- nin Yugoslavya dağõlmadan ön- ce Tito döneminde yaşandõğõ çok çarpõcõ bir endüstriyel ilişkiler modelidir. Bu mo- delde işçiler planlama örgütünün belir- lediği çerçeve içinde sosyalist yarõşma kurallarõna göre çalõştõklarõ fabrikalarõ yö- netmişler; tüketiciyi, üreticiyi ve devle- tin çõkarlarõnõ koruyan esaslar içinde bu kolektif mülkiyet örneğini yõllarca ba- şarõ ile sürdürmüşlerdir. Yugoslavya’nõn dağõlmasõndan ve özellikle Avrupa Birliği’nin kurulmasõ- nõn ardõndan Avrupa’nõn kapitalist ül- keleri bu sosyalist modeli başka isimler altõnda yaşatmaya çalõşmõşlar ve bu ça- balarõna günümüzde de devam etmek- tedirler. Önceleri “birlikte yönetim- co determination” sonralarõ “sosyal diyalog” adõ altõnda yapõlmaya çalõşõlan endüstriyel demokrasi kavramõnõ fabri- ka tabanõna indirmek ve orada yaşat- maktõ. Bu yeni yaklaşõm işyerinin yaşa- masõ ve yaşatõlmasõnda sadece işverenin değil, aynõ zamanda işçilerin yararõ ve so- rumluluğu olmasõnõ öne çõkarõyordõ. İş- çiler işyerinin yönetiminde en az işveren kadar söz sahibi olmalõydõ, çünkü işye- rinin yaşamasõnda en az işveren kadar on- larõn da çõkarõ vardõ. Bu konu ülkemizde önce on binden fazla işçi çalõştõran kamu kuruluşlarõnda kuruluşun yönetiminde işçi temsilci- lerinin bulunmasõnõn zorunlu olmasõ ile yaşama geçirildi. Daha sonraki yõllar- da Ekonomik ve Sosyal Konsey, Ça- lõşma Meclisi, Üçlü Danõşma Kurulu gibi çeşitli isimler altõnda çalõşanlarõn üretim sürecinde söz sahibi olmasõ istendi, ama sosyal taraflarõn bu konuyu özümsememesi sonucu tüm girişimler başarõsõz oldu. Endüstriyel ilişkiler 1995 yõlõnda bu konuda inanõlmaz bir gelişme yaşandõ. DYP’nin ortak iktidarda olduğu dönemde özelleştirmeden so- rumlu Devlet Bakanõ Ali Şevki Erek’in girişimi ile özelleştirilecek olan Karabük Demir Çelik Entegre Tesisi’nin 1 TL kar- şõlõğõnda fabrika çalõşanlarõna ve Kara- bük halkõna satõlmasõ gerçekleştirildi. Bu sosyalist bir modelin kapitalizmi savu- nan partiler tarafõndan endüstriyel ilişkiler düzenimizde devrim sayõlacak bir giri- şimi gerçekleştirmesi inanõlmaz bir ge- lişmeydi. Kõsaca Kardemir adõyla bilinen bu entegre tesis çoğunluk hisse sahibi işçi- lerin ve onlarõ temsil eden sendikanõn ye- rinde kararlarõ ile ilk yõllarda işletmenin yönetimine demir-çelik işkolunda de- neyim sahibi insanlarõn getirilmesi ile çok parlak bir başlangõç yapõldõ. Üretim arttõrõldõ, üretim çeşitliliği ya- ratõldõ ve işçiler üretmenin ve barõş için- de yaşamanõn mutluluğunu paylaştõlar. Sonra işletmenin yönetiminde anla- şõlmaz şeyler olmaya başladõ. Yönetim kurulunun çoğunluğunu işçiler adõna atama yetkisi olan işçi sendikasõ, yöne- tim kuruluna birikimli ve deneyimli in- sanlar yerine haddehane sahibi işveren- leri atamaya başladõ. Bu çoğunluk üye- leri, belki de kasõtlõ olarak işçilerin üc- retlerinin ve ikramiyelerinin ödemesini geciktirerek işçilerin ekonomik darbo- ğaza girmesine neden oldular ve işçile- rin hisselerinin tümüne yakõn bir bölü- münü toplayarak işletmenin çoğunluk hissesinin sahibi oldular. Bu aşamada işkolunda kurulu sendi- kalar arasõnda kõyasõya bir çekişme baş- ladõ. Bu çekişme bizim için önemli de- ğil. Önemli olan ülkemizde ilk kez mül- kiyeti işçilere verilmiş bir tesisin işçile- rin elinden alõnõp işverenlere verilmesi karşõsõnda sessiz kalan işçi sendikalarõ- nõn, konfederasyonlarõn ve işçi sendi- kalarõnõn başkanlarõnõn tutumu. Böylesine önemli bir konuda böylesi- ne işçi aleyhine bir gelişmenin yaşan- masõnõn sessiz kalõnarak seyredilmesini dehşetle karşõlamamak, üzülmemek ola- sõ değil. İşçilerin elinden neredeyse zorla alõnan ve sanayide “emek sektörü” kurulma- sõna öncülük edecek nitelikte bu girişi- min yok edilmesini kabul edebilmek zordur. Bu amacõn dõşõna taşõnan özel- leştirmenin konusu olan tesis Özelleş- tirme İdaresi tarafõndan geri alõnarak ye- niden işçiye verilmelidir. İşçi sendikalarõ ve konfederasyonlarõ bu konuyu kamuoyu önünde kõnamalõ ve tartõşmalõdõr. Ülkemiz sanayileşme ça- balarõnda bir çõğõr açabilecek bu güzel ör- neğin böylesine sessizce yok edilmesi- ne izin verilmemelidir. Özyönetim ve Kardemir Örneği Dr. Engin ÜNSAL İşçilerin elinden neredeyse zorla alõnan ve sanayide “emek sektörü” kurulmasõna öncülük edecek nitelikte bu girişimin yok edilmesini kabul edebilmek zordur. Bu amacõn dõşõna taşõnan özelleştirmenin konusu olan tesis Özelleştirme İdaresi tarafõndan geri alõnarak yeniden işçiye verilmelidir. İşçi sendikalarõ ve konfederasyonlarõ bu konuyu kamuoyu önünde kõnamalõ ve tartõşmalõdõr. CHP ve Sorumluluklar A rtõk CHP’nin yüzde 53’ün seçeneği olabil- mesi için bir engeli yok. Deniz Bey’in başkanlõk devri- ni daha uygun ortamda yapmõş olmasõ arzu edilirdi. Tatsõz olayõn gelişmesiyle olagelen değişiklik aniden ba- sõnõn düşünüşünü değiştirmiş gözüküyor. Her şeye rağmen gelişme kapõlarõnõn açõlmasõnõ sevinç ve ümitle karşõlamalõyõz. Bizi Kemallerin kurtaracağõ- nõn, kaderimize yazõlmõş ol- masõnõ ümit ediyorum. CHP eline geçen bu fõrsatõ dikkatli kullanõrsa, kaybettiği bütün değerleri geri toplayabi- lir ve hatta iktidar olma gücü- ne erişebilir. Bunun için gere- ken; herkesin sorumluluğunu yerine getirmesi, doğan fõrsatõn Türkiyemizin son şansõ oldu- ğunun idrak edilmesidir. CHP geçen yüzyõlõn yarõsõn- dan beri türlü nedenlerle, çok zaman başkanlarõnõn kişisel tu- tumlarõ nedeniyle çok kan kay- betti. Değerli ve deneyimli var- lõklarõnõ kaçõrdõ. Onlar da kaç- mayõp savaş vereceklerine baş- ka partiler kurdular veya önce- den kaçanlarõn partilerine ka- tõldõlar. Bugün ortada gördü- ğümüz partilerin çoğu CHP’den ayrõlanlar tarafõndan oluşmuş, ondan uzak durmaya mecbur kalanlar tarafõndan büyümüştür. CHP bu kanõ geri almak so- rumluluğundadõr. Umarõm ki yakõn zamanda CHP yeni bir programla yönünü kesinleştirir. Bu olduğunda partiden ayrõlmõş olanlarõn geri dönmemeleri için, mevcut sandalyelerinin sevgi- sinden başka bir nedenleri kal- maz. Onlarõn isteği, CHP’yle birleşim altõnda partilerini de- vam ettirmek ve çelişkiler koa- lisyonu yaratmak olmamalõdõr. Görevleri, toptan CHP’ye ge- çerek, bu vatana, bu millete son fõrsatõ sağlamaktõr. Sessiz 45 milyon, onlardan bunu uzun zamandõr bekliyor. Hatta talep ediyor. 2003 kepazeliğinin tek- rarõ, artõk bizim Türkiyemizin sonu olur. Sayõn Soysal’õn ve Cindo- ruk’un bu yolda diğerlerine örnek olmalarõ, Atatürk’ün Türkiyesi’ni geri kazanmak yo- lunda, geleceğin Türkiyesi’ne yapabilecekleri en büyük yar- dõm olur. Kemal Bey’in fõrsat- çõlardan değil, onlar gibi gerçek vatanseverlerden ve deneyim- li siyasetçilerden fayda sağla- yacağõ da kesindir. Zaman, herkesin kin ve he- yecanla değil, birlik içinde ol- gunlukla davranma zamanõdõr. Turgut A. KARABEKİR Tam 34 yıl önce, 18 Eylül 1963 günü, bu köşede çıkan yazıdan küçük bir alıntı: “İmam-hatip okullarına bu yıl 600 öğrenci alınacak!.. Pek güzel!.. Ya tarım okullarına?.. 1600 mü?.. 2600 mü?.. 4600 mü?.. Hayır, hayır.. Sadece 500.. İmam-hatip okullarına 600, tarım okullarına 500... Yapılan hesaplara göre 40.000 tarım eğitimi görmüş elemana ihtiyacı var bu ülkenin!.. Demek ki seksen yıl ya da yüz yıl sonra bu rakama ulaşacağız. İmamlarına okul açıp tarımcılarına boşveren milletiz; tarlalarımızdan çok mezarlarımızı düşündüğümüz için birbirimizi kutlayalım.” Yine aynı yazıdan bir alıntı daha: “Yol yaptık, araba ithal ettik, arabalara mavi nazar boncukları, at nalı, sarmısak, maşallah, bismillah diye Tanrı sigortaları takıp bastık gaza!.. Hal-i pürmelalimiz şöyle: ‘Dünün adamları, bugünün yollarında, yarının arabalarını kullanıyorlar.’ Ve sonra kaza, kaza, kaza... Melih Ergin’in son şiir kitabında ‘Gâvur İcadı’ diye bir şiiri var: Hoparlörlü ezan vakti Hac seferleri reklam saati Tanrı yoluna en ucuz araç Konforlu güven otobüsleri Yatar koltuklu.” Görüldüğü gibi gide gide bir arpa boyu yol almışız; ama arpa ektik de darı mı çıktı?.. Ne ekmişsek onu biçiyoruz. İmam-hatip okullarında öğrenci sayısı yarım milyona tırmandı. Trafik kazaları da katbekat arttı. Son bayram tatili, bugünün yollarını, yarının arabalarıyla mezbahaya çeviren dünün insanlarıyla dolup taştı. İmam okulları ise bıçak sırtındaki “Şeriat mı laiklik mi?” sorununda can damarı... 1960’lı yıllardan bu yana yaza yaza hokkada mürekkep, söyleye söyleye dilimizde tüy bitmişti... Ne bitmez tükenmez işmiş bu!.. Ancak geldik bir yol ağzına!.. Türkiye seçimini yapacak, adam gibi çağdaş düzeni yeğleyecektir. Konu yüzeysel siyasetle, asker-sivil gargarasıyla, soyut politika tartışmasıyla kavrayamayacağımız ve çözemeyeceğimiz bir aşamaya ulaştı. 1960’lı yıllardan bu yana şeriatçılığa yapılan yatırımın yanı sıra az çok gelişen sanayi burjuvazisi büyük kentlerde oluştu; Avrupa Birliği’ne katılmak için laikliğe dayalı çağdaş demokratik düzeni temellerine oturtacak bir atılım gerekiyor. Çünkü bir yandan Avrupa’nın Hıristiyan yobazları “Türkiye İslam ülkesidir; istemezük” diyorlar; öte yandan bizim şeriatçı takımı ülkeyi dinci devlet düzenine sürüklemeye çabalıyorlar; bu ikilemi sıfırlamak için gerekli kararın verilmesi gerek... Halkı yukarıdan aşağıya parselleyerek laik yüzde 80 çoğunluğu, dinci yüzde 20’ye teslim eden lider takımı aklını başına toplamadıkça halk ordunun arkasında toplanacak... Anadolu halkı, yarınki dünyanın eşiğinde, bugünkü Türkiye politikasını oluşturan dünkü liderlerin elinde bir trafik kazasına kurban olmak istemiyor. (27 Nisan 1997 tarihli yazısı) mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle