19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
|TARTIŞHA-EDİTÖRE HEKTUP Yargılı! İnfaz Sayın Prof. Dr. Bahattin Baysal'ın "Türkiye'de bilimsel yayınlarda aşır- macılık ve sahtecilik; üniversite ders kitapları" başlıklı yazısına eleştirim- dir. Yrd. Doç. Dr. Aytekin Aydemir, Merein Üniversitesi, aaydemir@mersİn.edU.tr I lgili yazıda özellikle "Türkiye'de bilim dürtyası, 14 Temmuz 2007 günlü Nature dergisinde ya- yımlanan...." biçiminde başlayan paragraf ve de- vamında dört üniversitedcki 15 fizikçinin aşırmacı- lık ve sahtecilik suçu işledikleri vurgulanıyor ve ar- kasmdan da sayın Baysal duyumlanna göre ilgili bi- lim insanlannm hiçbirisinin ceza almadığından ya- kınıyor. Yani CTuyumlar üzerinden bir bildirim var. Bu olayl.ı ilgili hem duyduklanm ve aynı zamanda da gördüklerim çerçevesinde bir değerlendirme yap- mak isterim. Bu olayla ilgili hiçkimse (duyduğuma göre) ger- çektende ceza almadı, çünkü (YÖK düzeyinde) ya- pılan soruşturmalar sonucunda suçlu bulunmadılar. Bazılannın rektörlük taranndan kendilerine gön- derilen ve suçsuz olduklarım gösteren yazılarını da gördüm. Sayın Baysal'ın yazısında üzerinde durmak iste- diğim kısım, suçlanan herkesin gerçekten suçlu ol- duğu ve cezalandınlması gerektiği gibi bir so- nuçortaya çıkmasıdır. Yani suçlanan kişilerin yargılanmaları, savunmalarının alınması ve ilgili kurullarda suçlama sonucunun karara bağlanması gibi hukukun temel işlcrnleri gö- zardı edilmektedir. (Bkz. ErgenekonOlayı!) Sayın Baysal gibi deneyimli bir bilimcinin üstelik de yıllarca "etik kurullarında" görev yaptığmı be- lirtmesindcn sonra herhangi bir kurul kararına da- yanmadan ilgili kişileri suçlandıklan için "suçlu" ilan etmesi öncelikle "kendisinin de görcv yaptığı" etik kurullanna gerek olmadığı soıiucunu çıkartmaktadır. Öyle ya, eğer birilçrinin (kim olursa olsun) suçladıklan başka birilerihi, herhangi bir soruştunna sönucunu beklemeden "suçlu" ilan edip ceza veril- mesini istcyebiliyorsak zaten soruşturmaya filan da gerek yoktur. Kişilerin suçlanmalan onlann suçlu olduklan so- nucunu doğurmaz. Ancak inceleme, soruşturma, yar- gılama sonucunda suçlu olup olmadıklanna karar ve- rilebilir. Ashnda yazarın kendisi de yine aynı yazısında mcslcki kıskançhklarla böyle birçok ihbar yapıldığını da belirtmektedir. Her ne kadar yazıda suçlanan kişilerin adlan be- lirtilmese de, olay zamanında çok tartışıldığı için bu tür yazılar sonucunda ilgili kişiler aklandıkları hal- de hâlâ suçlu gibi gündeme taşmmakta ve çevrele- rinde kendilerini tedirgin hissetmelerine neden olunmaktadır. Haydi politikacılardan vazgeçtik ama hiç olmazsa bilim insanlarından bazı temel kurallara uyulması- nı beklemek hakkımız ohnalı diye düşünüyorum. Bir telgrafm içeriği Cumhurbaşkanı Atatürk'ün acele ve önemli kaydıyla, 20 Şubat 1931 tarihinde Konya'dan Başbakan Ismet Paşa'ya çek- tiği telgrafm [Söylev ve Demeçler, V, 168 -169) oldukça farklı biçimde yorumlanması ve değerlendirilmesi şaşırtıcı olduğu ka- dar düşiindürücüdür de. ZekiAnkan T ürk arkeolog ve sanat tarihçilerinin yakından bildikleri bu telgrafin gizli kapaklı bir yani yok. TV kanallarında yorumlamaya çalışanların, telgrafm içeriğini tarn olarak kavramadıklan anlaşı- lıyor. Oysa sanat tarihi Profesörü Semavi Eyice, telgrafin gündeme gelmesinden aylarca önce bir TV programında bundan söz etmiş ve elbettc anılan belgeyi doğru olarak çözümlemişti. Atatürk, "Memlekecimizin hemen her r.ıra/înJa emsalsiz de- fineler halinde yatmakta olan kadim medeniyet eserkrinin" bizim tarafımızdan çıkanlmasmı, bilimsel yöntemlerle smıflandınlmasını istiyor. "Geçvn de- virlerin sürckli ihmali yüzünden pck /ıarap bir hale gelmiş" anıtlann korunması için müze müdürlüklc- rinin uyanlması gerektiği üzerinde de duruyor. Asıl üzerinde durduğu nokta da arkeoloji öğrenimi için yurtdışına öğrenci gönderilmesi gerektiğidir. Osmanli İmparatorluğu'nda Osman Hamdi Bey gibi parmakla gösterilecek arkeolog dışında bütün ka- zılar yabancı ülke bilim adamlannın denetimindedir. Önceleri padişah iradesiyle sonra da hükümetlerden sayısız kazı izni alinmıştır. Yabancı arkeologlann Türk bilim dünyasına katkılannı yadsımak olanaksızdır. Fakat kazılar izne bağlı olarak yapılmakta ve bu ara- da nicc değerli eserler, önceleri yasal sonra yasak yol- lardan yurtdışına kaçınlmaktadır. Yalnız ayırdına vanl- mayan bir şey, kazı alanla- rının da ekonomik ve siya- sal nüfuz bölgelerine dö- nüşmcsi ve yabancı devletler arasmda büyük çekiş- melere yol açmasıdır. Ünlü casus Lavvrence, daha ön- ce Osmanlı topraklarında kazı yapan bir arkeologdu. Fransızlar, Foça'da kazı izni aldıklan zaman ülkede tam bir bayram sevinci yaşanmıştı. Çünkü Foça, Almanlara verilmekten kurtulmuştu. Burada kazılara başlayan Felbc Sartiaux, Foça'ya ayak basar basmaz zaten kay- naşmakta olan Rumlann başında ycr aldı. Bütün gös- terilerinde Rumlann en önünde bulunuyordu. D<ıhası, savaştan önce adalara, Yunanistan'a göç etmiş olan ve işgal sırasmda yeniden Foça'ya gelen Rumlann dö- nüşlerinde haşlartnda yine Sartiaux görülüyordu. Bir arkeologun görevi bu mu olmahydı? Unutmayalım ki Sartiaux bugün Paris Louvrc Müzesi'nde bulunan yığınla eseri de rahatlıkla kaçırabilmişti. Anılan telgraf, çağdaş Türk arkeologlannın yurt- dışmda yctişerek ülkenin zenginliklerini ortaya çı- kannalan yolunda, deyim yerindeyse, birmilatnr. Türk arkeolojsinin temellerini anın bu telgraftır. Atatürk döneminde yurtdışına gönderilen öğrenciler, gerçek anlamda arkeolojinin temsilcilcri oldular. En başta Ekrem Akurgal'ın admı minnet ve saygıyla analım. Atatürk'ün arkeolojiye ne kadar büyük bir önem ver- diğini vc o sırada başlatılan çalışmalann ne kadar önemli sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. 1935'te baş- latılan Alacahöyük kazıları bunun somut ömeğidir. Ertesi yıl da DTCF'de arkeoloji eğitimi başlatıldı. Atatürk, Konya'da çok değerli Selçuklu anıtla- rının onanlması gerektiği üzerinde duruyor. Savaş, ayaklanma, seferberlik gibi nedenlerle ordunun ba- rınmasına aynlmış olan mekânların da boşaltılması- nı istiyor. Bütün bu eserleri sayıp dökmcsi, eksiklik- leri yerinde görmesi Atatürk'ün kavrama ve algılama gücünü göstermektc. Onun, ülkenin yeraltı zengin- liklerine ve ayakta duran anıtlarına karçı gösterdiği büyük duyarlılık, gelecekte Türkiye Cumhuriyeti'nin kültür politikası için son derece belirleyici olmuştur. HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Okçesiz hayret@akdeni z.edu.tr Bu köşede zaman zaman ülkenin hukuk düzenini daha göçlü ve adaletli kılacağını düşündüğüm bazıproje önerilerinde bulundum. Bu önerileribaşka düzlemlerde de yetkililere ve kamuya duyurmaya çalıştım. İktidara Yürüyenlere Öneriler Öyle görünüyorki, sağdan, soldan yeni aktörlerle yeniden biriktidaryû- rüyüşü kısa zamanda önümüzdeki ayların gündemini yoğun biçimde dol- duracak. Bu paıtilerin, seçim bildirgelerine, iktidara geldiklerinde hükümet programlarına almalannı dilediğim şu birkaç sönük görünen, ama önemli projeyi birkez daha dikkatlerine sunuyorum: Disiplinlerarası GörgölHukukAraşhrmâlan Enstitüsü... Hukuk normla- rının konmasında, izlenmesinde yeterince bilimsel olanaklardan yararla- nılmamaktadır. Bilimlerin birikimlerinden, yeteneklerinden, yöntemlerinden bu amaçla en yûksek dözeyde yararlanmayı bugüne deöin hiçbir siyasi ira- de yeterince isteyememiştir. TBMM Iç Tüzüğü hökümleri bu savın somut kanıtlannı ortaya koymakta bize epeyce yardımcı olabilir. Yasama Sosyolojisi alanında çalışanların yasama faaliyetlerinde bilimin ne denli üveyevlat muamelesigördüğünü söyleyebilmeleride zordeğildir. Mali, ida- ri, bilimsel yönlerden özerk ve üç kademede faaliyet gösterecek bir "Disiplinlerarası Görgül Hukuk Araştırmaları Enstitüsü"nün belki bir ana- yasa normu gücönde hayata geçirilmesi bilimin ve yaşamın, çarpıtmadan ve tüm olanaklarıyla pozitif hukukta yankılanmasına fırsat verecektir. Bu enstitûde, birinci kademede bilimlerin görgül yöntemlerle elde ede- ceği verileti ikinci kadĞfnedB dogmatik hukukçularla felsefeciler hukuk normlarının ifade edilmesinde değerlendirmeye temel alacaklar; ü'çüncü kademede sivil toplumun kurum, kuruluş ve kişileriyle temsil edildiğibir ge- nel kurul da bu norm taslaklarını müzakere ederek, onaylayacak yahutge- ri gönderecektir. Onaylananlarkamuoyuna bilgi ve süreç saydamlığı içeri- sinde sunulacaktır. Böylelikle hukuk normlarının vücut bulmasında bir bi- limsel araştırma, hukuksal-felsefiirdeleme ve kapsayıcı birsiyasal-kültörel tartışma ve oydaşlık süreci, yasamaya ve yürötmeye yardımcı bir kaynak olarak hayata geçirilmiş olacaktır. Bu, kimimeslektaşlanmın dediğigibibir gölge parlamento değildir. Yasakoyucunun ve hukuk altsisteminin yozlaş- masına ve yanlışlarına karşı ciddi bir korunma kurumudur. Kuruluş yasası ne denli isabetli tasarlanırsa bu özelliklerinde o denli başarılı olacaktır. Bu enstitü "Ulusal ve Uluslararası Hukuk Devleti Ölçümü", "Yargının Yapısal-lşlevselAnalizi", "Yargıda Yolsuzluk ve Yozlaşma Görüngülerinin Araştınlmasr, "Hukuk Fakültelerinin Hukuk Biliminin ve Hukukçu Eğitiminin Gereklerine Uygun Yapılandırılması" gibi projeleri sürekli çalışma prog- ramlan olarak üstlenebilir. Bir "Bilim Hukuku" özerine yeni bir Yüksek Öğretim Mevzuaû oluşturmak amacıyla görgül ve kuramsal çalışmaları baş- latabilir. Ülkenin iş ve çalışma hayatını böylesine ciddi bir araştırmanın ve çalışmanın temellenüzerinde oluşacak taslaklarla destekleyebilir. Anayasa değişikliği tartışmalarında bu kurum bu çalışma ve örgütlenme yapısıyla, tarafsız, bağımsız, güvenilir olmak özelliğiyle dikkate değerbir katkı sağla- yabilir. Böyle birkurumla iç ve dış menfaatgruplarının dayattıkları, ısmar- ladıklan hukuk normu önerileri bu tür özerk kurumların bilimsel ve demokratik çalışma yöntemleriyle dizginlenirken, ülkenin, bireyin, toplu- mun, halkın ve ulusun temelgereksinimlerine uygun hukuk normlarının ta- sarlanmasına olanak sağlanmış olur. TÜBİTAK, TÜİK, DPTve YÖKgibi ku- rumların yapısında ve işleyişinde burada bu enstitü için vurguladığım pek çok özellik bulunmadığından onlardan böyle bir iş ve sonuç beklemek ola- naksızdır. İktidara yürüyenlere birbaşka önerim, nerdeyse hermahallede, bir ca- mi yahut sağlık ocağı gibi, bir "Insan Hakları Kütüphanesi ve Başvuru Masası"nın kurulması, bunların alt yapı ve personel donanımlarının usulen değil, layıkıyla sağlanmasıdır. Halkın yeni evleri bunlar olmalıdır. Toplumda tahakküm ve zulmün yapısallaşnğı temel katmanın üzerinde leş kavgalarının hüküm sürdüğü bir başka katmanla, bunun da üzerinde medya ve siyasetmeddahlarının halkı oyaladıklan, halkın tepkisini seyrel- terek etkisizleştirdikleri üçüncü bir katman yer almaktadır. İktidara yürü- yenlere bu son katmanda gönüleğlendirmeyi, lafyetiştirmeyi bırakarak, bir madenci gibi, o ilk katmana inmelehni, sorunu uygun araç ve gereçlerle orada çözmelerini öneriyorum. Bilimi ve üniversiteleri çok ciddiye almala- nnı diliyorum. ş o
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle