19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
A M itaplar Adası .SADIKASLANKARA D ün 2 Haziran'dı, orhan Kemalin (1924-1970)40. ölüm yıldönümü... Bu- gün 3 Haziran; Nâzım Hikmet'in (1902-1963) 47. ölüm yıldönümü... Hasan Hüseyin, istediği denli "Haziranda ölmek zor" desin, ölünüyor i$- te, ölünüyor yazık ki... Yazı başlığı, ölümden yana kışkırtı barındırır- mış gibi duruyorsa da, bu değil amacım, bilin- sin isterim işin başın- da... Bir yasamız var FSEK olarak adlandırı- lan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu. Yasanın ilgili maddesi, AB sözleşmeleriyle de bağlantılı olarak sanat- çı haklannın ölümleri sonrasında yetmiş yıi ı boyunca kalıtçılar lehi-1 ne korunmasını karara bağlıyor. Ya sonra? Ölümün ardından yet- miş yıl geçtiğinde, ya- zar bütün verimleriyle "kamu mairna dönü- şüyor... Ne güzel değil mi? Yazarın, tüm ve- rimleriyle kamu malı sayılacağı kabulünü, ahlaksal bağlamda in- sanda yücelik duygusu uyandıracak bir erdem anlayışı biçiminde kar- şılamak olanaklı. Ne ki burada "kamu malı sa- yılma"yla "sahipsiz kal- ma" arasında gidip ge- len görece bir ikilemle karşı karşıya bulundu- ğumuz düşünülebilir yine de. öyle ya, ma- dem kamu malı, her- kes sahiplenecek de- mektironu... Nitekim yalnız bizim değil, tüm dünya halklanmn, in- sanlarının malı değil midir bugün Yunus Emre, Shakespeare? Bu kapitalist düzen içinde bunun tersi de düşünülebilir elbette. Özellikle hastalıklı, dış- lamacı, hor görücü yaklaşımla, madem herkese açık, beni niye ilgilendirsin diye umur- samaz bir davranış da sergilenebilir... SAYFA 20 Hele ölelim, hele üzerinden yetmiş yıl geçsin... Toplumca kamusal olana sırt dönüşümü- zün, bir çıkanmız da yoksa hele, bunu yıkma- ya dek varacak davranışlara girmemizin altın- da yatan çok katmanlı nedenîer üzerinde ne- cedurulsayeridir herhalde... Bütün bunlann temelde farklı toplumsal, ekonomik, sınıfsal, dinsel, ekinsel vb. yapıdan kaynaklandığı öne sürülebilir sanıyorum. Bir çıkar beklemeden elini taşın altına koy- mayacağı düşünülmez mi hep insanımızın? Bir ara, yayın ticareti yapan kimilerinin Lor- ca'nın (1898-1936) 70. ölüm yılını bekledikleri çalınmıştı kulağıma... Kimbilir, başkaları da olmuştur belki böyle beklenen... lyi de şimdi sahipli görünen şairlerimizin, öykücülerimizin, romancılanmızın verimleri, ölüm sonrasındaki yetmiş yıl dolup da kamu malı sayıldıklarında ne olacak? TELİFTE YASAL HAKTAN DEVLET KORUMASINA... Bizde görece çok sattıklan düşünülebile- cek cumhuriyet dönemi şairlerinin henüz hiç- biri, yetmiş yılı doldurup da kamu malı haline dönüşmüş değil... Ne Yahya Kemal (1884- 1958), Nâzım Hikmet, ne Orhan Veli (1914- 1950), Cahit Sıtkı (1910-1956), ne Oktay Rifat (1914-1988), Özdemir Asaf (1923-1981), Ce- mal Süreya (1931-1990)... Daha dün aramız- dan ayrılmış şairlerimizi zaten hiç katmıyoaım hesaba... Bu çerçevede andıklanmın tümü de kendi kalıtçılarının şemsiyesi altındaşimdilik... Ka- mu malı değiller yani, sahipsiz kalmış bir du- rumları da yok! Ailelerin söz konusu olguya, telif gelirleri bağlamında yaklaştığı gibisinden hamhalat bir düşünceyi öne sürecek değilim elbette... örneğin Öğütçü ailesi tarafından bir Orhan Kemal Müzesi açılmış olması, kendi dilimiz kadar öteki dillerde de Orhan Kemal roman- cılığının tanıtılması, buna yer açılması yönün- de çaba harcanması, Orhan Kemal'in yazın- sal değerinin kavramsallaştırılıp yaygınlaştınl- ması, bu değerin tiyatrosal, sinemasal yansı- maları için uğraşılması göz ardı edilebilir mi? Dün, Oğütçülerin, 40. ölüm yıldönümünde yazınımızdaki Orhan Kemal gerçekliği yönün- de sevgili yazanmız adına nasıl çaba harcadı- ğına tanıklık yaptık katılımcılarla birlikte. Insa- nın, yasal sürenin tamamlanacağı otuz yıl sonra bu kez söz konusu çabanın kamu tara- fından da bu anlayışla devam ettirilmesini di- lemekten başka ne beklentisi olabilir? önümüzdeki elli yılda yukarıda adlarını an- dığım, anamadığım şairlerimiz, yanı sıra öy- kücülerimiz, oyun yazarlanmız arasından çok önemli bir kesim böyle bir kamu malı olma gerçekliğiyleyüz yüze gelecek... Daha açığı sahipsiz kalacaklar, Nasrettin Hoca'nın tür- - besi gibi orta malına dönüşecekler ya da... Böyle olacak da, sekiz yüz yaşındaki Yunus Emre ağabeyimiz gibi gerçekten ete kemiğe bürünüp görünebilecekler mi dersiniz acaba? Bizim yazarlanmız bu anlamda henüz böy- lesi bir sınavdan geçmiş değil. Sözgelimi ti- yatroda oyunlan sıklıkla sahnelenen en eski oyun yazarlanmızdan biri olarak kabul edebi- leceğimiz Musahipzade Celal (1870-1959) bi- le henüz telif koruması altında. Romanımızın doruk adı Halit Ziya Uşaklıgil de (1865-1945) kamuya geçmiş değil... Yazınımızda en çok okunan, farklı kuşaklarca en çok tanınan ro- mancı bağlamında alınagelen Reşat Nuri Güntekin de (1889-1956) öyle... Romanımızla öykümüzün önemli adı Saba- hattin Ali'ye (1907-1948), öykümüzün önde gelen adı Sait Faik'e (1906-1954) de getirebi- liriz sözü... Telif yasasına göre koruma kap- samında olan bu yazaıiar, yasa gereği kap- samdan çıkanldıklarında ne gibi bir durumla karşılaşacağız dersiniz? Bu bağlamda orta malı konumundaki iki doruk adı alalım; Yunus Emre, Ûmer Seyfet- tin (1884-1920)... Ikisi de Anadolu aydınlan- masının ışıöında kamuoyuna mal olabilmiş adlardan. öyle ya, Cumhuriyet öncesinde de kuşkusuz nice şiiri halk arasında ağızdan sö- ze dolaşıyordu ama bugünkü ölçüde anılıyor muydu bakalım Yunus'un adı? Bu ad çevre- sinde oluşturulan şair yüceltmesi de Cumhu- riyet yazınının armağanı değil mi bize? Demek yazar kalıtçıları tarafından kullanılan yasal şemsiye kadar, yazarın sağlığında veya ölümü sonrasında telif hakkı sürerken ya da kamuya geçtiğinde devlet tarafından sağla- nan bir koruma, ötesinde görece kollama da var. Kitapların halka ulaştınlmasına, öğretim kurumlannda üstü örtük okutulma zorunlulu- ğuna dek telif kapsamı dışında bir dizi tu- tum... Silmeye, yok saymaya dönük tutum- larfa karşılaşılabildiği gibi açık-gizli destek de söz konusu! YAZARIN HAKKI. YAZINSAL OLANIN HAKKI... Önümüzdeki on-on beş yıl içinde halkın rağbet ettiği azımsanmayacak sayıda yaza- nn, şairin telif koruması kalkmış olacak. Yine de kimi yazariar için yukarıda andığım biçim- de bir devlet desteğinin süreceği öngörüiebi- lir. Buna karşın yazınımızda adlannı andığım kimi yazarlann telif şemsiyesi altından çıkıp dünyaya açılacağı, dünya halklannın ortak malına dönüşeceği de açık! Yazarlann manevi hakları, bunu belgeleyen kayıtlar bulunduğu sürece korunacak kuşku- suz... Homeros ağabeyimizin adını kim çiğ- neyebilir? örneğin milyonlarca insan, nere- deyse ezbere bildiği, "Şol cennetin ırmaklan/ Akar Allah deyu deyu" dizelerinin Yunusça söyiendiğinin ayırdında olmayabilir ama ka- yıtlar bu hakkı sonsuzca bellekte tutmayacak mıdır yine de? Bu, herhangi yazann maddi haklannı bırak- tıktan sonra süregidecek manevi haklannı simgeliyor yalnızca. Ama bu dizelerin, ürünle- rin, verimlerin yüzyıllar boyu halklar tarafın- dan yaşatılması olgusu için neler söylenebi- lir? Hangi aile, hangi devlet ya da kurum yaza- ra hak etmediği başarayı kazandırabilir? O halde hüner, söz konusu ürünün, kendi gü- cüyle yani bunu bileğinin hakkıyla elde etme- sinde yatıyor. Sonrasında öteki dillerde de yaygınlık kazanabiliyor yapıt. Sözgelimi Nâ- zım'ın dizeleri dünyanın yedi iklim dört köşe- sinde gezinmiyor mu? Demek yazar hakkı ile yazınsal olanın hakkı birbirine kanştırılmamalı! Geçen hafta "Kitaplar Adasf'nda kitaplan- nın peşini bırakmış ya da kitaplan kendilerini terk etmiş iki yazardan söz etmiştim: F.ÜIke Aren, Gülderen Bilgili... Ikisi de ilk öykü ki- taplarının ardından neredeyse ortadan çekil- miş görünüyor. Oysa gerek Aren'in Hanya Konya'sı (Yazko, 1981), gerekse Bilgili'nin Bir Gece Yolculuğu (Can, 1987) üzerinde dönemi içinde gereğince durulmuştu, yapıtla- ra ödüller de verilmişti. Ancak yirmi beş-otuz yıldan bu yana ne ya- zarlar görünüyor ortada ne de andığım kitap- lar bulunabiliyor kitapçılarda. Aynı dönem içinde günümüzün önde gelen öykücüsü Ce- mil Kavukçu da Patlka (Variık, 1987) adlı ikin- ci kitabıyla ödüllendirilmişti de Aren ya da Bil- gili denli adından, veriminden söz ettirmeyi başaramamıştı bir türlü. Ama onlar değil, Ka- vukçu kaldı öykü alanının asıl yerleşiği olarak. öteki iki yazarsa konuk gibi duruyorlar alan- da, yannlann ne getireceği şimdiden bilinme- mekle birlikte. On yıllar önce de önemli bir öykücümüz vardı, adından söz edilen: Sadri Ertem (1900- 1943). 1930'lar boyunca verimlediği azım- sanmayacak sayıdaki öykü kitabıyla, özellikle işçileri yazınımızda ilk kez buyur eden öyküle- riyle dikkati çekmişti. Üç yıl sonra Sadri Er- tem'in öyküleri birden ortalığa yayılabilir. Çünkü telif şemsiyesi altından çıkmış olacak Ertem. Dünya Kitaplan'nın yayımladığı örnek dışında öykülerine ulaşabilmek olanaksız şimdi neredeyse, o da bulunabilirse... Oysa Aren'le Bilgili hayattalar, ama susu- yorlar. Demek ki telif şemsiyesi, yazann mad- di, manevi haklannın koruyucusu, o kadar. Eğer öyküler, o dilde var olmayı sürdürmü- yor, yaşamla bağ kurmuyorsa, kitaplar yeni basımlaria elden ele dolaşmıyorsa bunu telif yasası sağlayacak değil ki... ÖYKÜDE OLMAK OLMAMAK, BÜTÜN SORUN BU! Yayıncılardan duymuştum; yazann yeni bir kitabı yayımlandığında, öteki kitaplannda da görece kıpırtı yaşanır, sonuçta bütün kitaplan bir ölçüde yeniden sorulabilir, böylelikle gün- deme gelebilirmiş... Buradan hareketle hadi diyelim Sadri Er- tem'in tüm öykülerine tejif yasasından ötürü ulaşamıyoruz. Aren ile Bilgili'nin kitaplanna ulaşmamıza engel olan ne peki? Bu yazarlan- mız bunca suskun kalmayıp yeni öykü kitap- lan verimlemiş olsaydı bir ölçüde de olsa anı- lıp gündemde kalmayı sürdürmez miydi, öy- küleri aranıp sorulmaz mıydı? örneğin Cemil Kavukçu'nun Patika'dan önce başlayan kitaplı öykü serüveni otuz yıla vanp dayandı. Bugün öykümüzün en önemli adlanndan biri olmayı, yazınsal başansı kadar alanında sergilediği dirençli tutumu, sabırlı çalışmasıyla da elde etmiş görünüyor Kavuk- çu. Onun Patika'sı kadar ötekilerin Hanya Konya'sı, Bir Gece Yolculuğu da önemliydi; ama bu otuz yıl içinde Aren de Bilgili de Ka- vukçu'dan önce yazınsal emekleriyle aldıklan yolu geri vermiş oldular bana göre. O halde bir öykücü, verimlediği öykülerin öykü estetiği bağlamında kendi varlığını da- yatması kadar, kişisel olarak bu alanda sergi- lediği inatçı, sabırlı, kararlı tutumuyla da bu sahipfiğini gösterebilmeli! Cemil Kavukçu'nun bu bağlamda sergiledi- ği tutumunun genç öykücüler tarafından ör- nekçe bağlamında alınmasında yarar var! Sait Faik'in öykümüzü yenilediği, öykü an- layışımızı temelde yeni bir yapıya kavuşturdu- ğu söylenir öteden beri. Gerçekten böyle ol- makla birlikte eğer tek öyküde, tek öykü kita- bında kalsaydı Sait Faik, varlığını, degerini korurdu elbette yine ama tüm yaşamını öy- küyle değiştirmemiş olsaydı, bu ölçüde yay- gınlaşabilir miydi acaba? Aynı soru Sabahattin Ali, Orhan Kemal için öykü, roman bağlamında, diyelim Nâzım Hik- met'le Orhan Veli için şiir bağlamında yönelti- lebilir... önümüzde üç beş yıl kaldı... Orhan Kemal dışında ötekilerin tümünde Sabahattin Ali'den başlayarak Orhan Veli'ye, Sait Faik'e, Nâzım Hikmet'e telif şemsiyeleri kalkacak sırayla, o zaman göreceğiz onların şiirde, öyküde, ro- mandaki verimlerini hünerii kılıp kılamadıklan- nı... Günümüzde kendilerini ürün verdikleri alanlann önemli adları arasında gören zavallı- lara olsun son sözüm: Acele etmeyin, önce ölelim hele, üzerinden bir de yetmiş yıl geç- sin, hep birlikte görürüz zamanın yargısını! Biz değil tabii, bizden sonrakiler..." C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1059
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle