19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
3 HAZİRAN 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR [email protected] CMYB C M Y B ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ‘Yaşamak, İnsan Kalarak...’ Yaşamak bu yangın yerinde Her gün yeniden ölerek Zalimin elinde tutsak Cahile kurban olarak Savunmak gerçeği, çoğu kez Yalnızlığını bilerek Korkağı, döneği, suskunu Görüp de öfkeyle dolarak Toplanıyor ölü arkadaşlar Her biri bir yerden gelerek Kiminin boynunda ilmeği Kimi kanını silerek Kucaklıyor beni Metin Altıok “Aldırma” diyor gülerek “Yaşamak görevdir bu yangın yerinde Yaşamak, insan kalarak” Sahnede, Zülfü Livaneli… Ataol Behramoğlu’nun “Yangın Yeri” şiirinin yüreğime yer etmiş sözlerini, kendi bestesiyle söylüyor… Kırmızı Yayınları’nın, Metin Altıok Şiir Ödülü törenindeyiz… Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nin güzelim tiyatro salonundayız. Sahnenin en arka fonunu boydan boya kaplayan tuvalde Metin Altıok, her zamanki gibi parmaklarının ucunda sigarası, gözlükleri burnunun üzerine düşmüş, gülen muzip gözleriyle bize bakıyor, kızı Zeynep’i kıvançla izliyor… Törenin başladığı ilk andan beri ölü arkadaşlarımız toplanıyor salonda. Behçet Aysan, Ümit Kaftancıoğlu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Onat Kutlar, Metin Göktepe… Kiminin boynunda ilmeği, kimi kanını silerek yanımıza geliyorlar: Abdi İpekçi, Sabahattin Ali, Bahriye Üçok, Musa Anter, Bedrettin Cömert, Tütengil… Fazıl Say’ın bestesi, Güvenç Dağüstündağ’ın bariton sesiyle söylediği türküyle her biri geldi yanımıza oturdu… Şairlerin hası ve ası, şiirini hem geçmişle hem gelecekle çoğaltan Hulki Aktunç, Füsun Akatlı’nın elinden ödülünü alırken… Tuluğ Tırpan piyanosuyla, Özcan Ulucan kemanıyla, Erman İmayhan viyolonseliyle bizi müzikle ve ölülerimizle buluştururken… Altan Erkekli Metin Altıok’un şiir dünyasında bizi dizeler arasında dolaştırırken… Hep tuttum gözyaşlarımı. (Ah, ben Doğan Hızlan gibi usta değilim ki, birkaç sözcükte Zülfü Livaneli’nin, Metin Altıok’un ve Hulki Aktunç’un tüm olağanüstülüklerini bir araya, bir çırpıda getirivereyim… Harika bir konuşa yaptı. İşte izleyiciler arasında Yaşar Kemal’in, Leyla Erbil’in, Bedia Akarsu’nun da gözyaşlarını sildiklerini görüyorum…) Tören boyunca tuttum gözyaşlarımı… Ama gelin görün ki, Zülfü başlayınca “Yaşamak bu yangın yerinde / Her gün yeniden ölerek…” diye… Askerlik görevi, nöbet değişimi sırasında öldürülen o gencecik çocukların ölümü geldi yerleşti salona… Dağlarda daha öldürülecek olan çocuklar da geldiler… Her gün yeniden ölerek yaşayan aileleri de geldi… İsrailli komandolar sivilleri katletmişti uluslararası sularda… O gemidekiler, ölmeyenler zalimin elinde tutsaktılar artık… Ama bence aynı zamanda cahile kurban… Çünkü tepemizdeki cahiller bal gibi biliyordu o geminin saldırıya uğrayacağını… Ah oy avcılığı uğruna milleti tahrik etmek kolay; ama barışçı ve insancıl politikalar üretmek zor… Korkağı, döneği, suskunu görüp de öfkeyle dolarak bu yangın yerinde yaşamak zor… Zülfü’nün hepimize armağan ettiği şarkılara hafiften ve derinden katılarak faşisti, fesadı, celladı, korkağı, döneği, suskunu lanetledik… Yaşamak, insan kalarak yaşamak, görev olsa da inanın çok zor… Zülfü’nün, Nâzım’ın, öldürülen arkadaşlarımızın, “yiğitlerimizin” şarkılarına katılarak umudumuzu biledik… İşte bir tören böyle geçti… Bu yazıda adı geçen herkese sonsuz teşekkürler! İnsan kalarak yaşamamıza yardımcı oldukları için… [email protected] faks: 0212 257 16 50 İ stanbul’un sanat yaşamõnda “cumhuriyetle yaşıt” emeği olan “Emek Sineması”nõ son yõllardaki “AVM salgını”na kurban eden sözde “yenileme” (restorasyon) projesini yüksek yargõ da “tehlikeli” buldu. “Kültürel mirasın korunması”nõ sadece “bina”larla ve hatta binalarõn, sadece “dış görünüm”üyle sõnõrlõ gören; tarihsel iç mekânlarõ ve kentin bellek değeri olan “top- lumsal işlev”leri ise hiç önemse- meyen mimari projenin “onay”õna Mimarlar Odasõ dava açmõştõ… İstanbul 9. İdare Mahkemesi, ta- rihi ve özgün sinema salonu mekâ- nõna “mağazalar”õ sõralayan proje- yi “telafisi imkânsız zararlar do- ğurabileceği” gerekçesiyle 12 Mayõs 2010 tarihli kararõyla durdurdu. Şimdi devreye “bilirkişi”ler gi- recek ve ‘yenileme’de sadece “dış görüntü”yle yetinmenin çağdaş kent yaşamõndaki “kültürel sü- reklilik” açõsõndan “koruma” sa- yõlõp sayõlamayacağõnõ irdeleye- cekler.. ‘EMİRGÂN’ ÖRNEĞİ Emek sinemasõnda kentin “ya- şam kültürü”nün, üstelik ko- ruma adõna hiçe sayõlmasõ, yõl- lar önceki “Kurul Kararı”mõzõ aklõ- ma getirdi… 90’larda İstanbul 3 Nu- maralõ Koruma Kurulu’nda görev ala- nõmõz Boğaziçi’ydi… her yönüyle İs- tanbul zenginliği olan “Emirgân’da çay içme”yi sona erdirecek bir proje, vaktiyle aynõ yerde bulunan yalõnõn ye- niden yapõmõnõ (restitüsyon) öngörü- yordu… Üstelik teklifin “yasal” ve “teknik” dayanaklarõ da tamdõ. 19. yy’a ait yalõnõn resimleri bile bu- lunmuş; Osmanlõ belgelerinde varlõğõ kanõtlanmõş; şimdiki “Çınaraltı” bah- çesine yayõlan “sahil sarayı”nõn ye- niden ve “eskisi gibi” gerçekleşebil- mesinin “mimari güvence”leri sağ- lanmõştõ. Uzun değerlendirmelerden sonra, “Emirgân’da çay mı; yalı mı?” şek- linde özetlenebilecek tartõşmayõ 18 Şu- bat 1993 tarih ve 5597 sayõlõ kurul ka- rarõnda “çay” yanõtõyla noktaladõk. Ge- rekçemiz, edebiyatõmõza da giren ve 20. yy İstanbul yaşantõsõyla bütünleşen ‘Emirgân’da çay’ kültürünün, artõk geleceğe taşõnmasõ gereken bir “mi- ras” olmasõydõ... Proje sahipleri “kanıtlarımızı dik- kate almadılar” diyerek bizi ba- kanlõğa şikâyet ettiler… Dönemin Kültür Müsteşarõ Emre Kon- gar’dan aldõklarõ “Onlara güve- niyoruz, kent kültürünü gözet- meleri için biz görevlendirdik” ya- nõtõyla isteklerine ulaşamadõlar... Ardõndan, kararõmõzõn “bilim- sel” değil “duygusal” olduğu sa- võyla açtõklarõ iptal davasõnda mah- keme, “Kurul, İstanbul kültürle- rinden hangisinin yaşatılması ko- nusunda takdir yetkisini kullan- mıştır” diyerek kararõmõzõ “hu- kuk”a uygun buldu. Dahasõ, “Bo- ğaziçi’nde yüzlerce yalı var ama Emirgân Çay Bahçesi bir tane” gibi değerlendirmeler de mahkeme kararõna geçmişti… ‘YASAL GÜVENCE’ İÇİN Bu örnekten hareketle Emek Sine- masõ’na dönersek; Emirgân’a bir ya- şam mirasõ olarak değil, sadece eski bir yapõnõn “arsa”sõ gözüyle bakõl- masõnõ hukuka aykõrõ bulan yargõnõn, sinema salonunu “AVM arsası” gö- ren projeyi de geçersiz kõlacağõndan eminim... Ayrõca bu davanõn, “tarihten gelen toplumsal işlevler”in de korunmalarõ yönünde “açık” ve “kesin” düzenle- melerin yapõlmasõna “esin kaynağı” olabileceğini de düşünüyorum… Çünkü kültür ve tabiat varlõklarõnõ koruma hukukumuz, tarihi ve doğal değer taşõyan “taşınmaz” ve “taşı- nır” mirasõmõzõn yarõnlara aktarõl- masõnõ amaçlasa bile; aynõ mirasõn “yaşama kültürü”müzdeki “bel- lek” değerlerini oluşturan “ta- rihsel işlevler” için yeterince ya- sal güvence sağlayacak düzenle- meleri içermiyor. Örneğin İstanbul’daki bir Ha- cõbekir Şekercisi 1770’lerden beri aynõ mekânda; ama koru- nan sadece binasõ! Sözgelimi bir gün “ayakkabıcı”ya dönüşme- mesi için tek güvence “ailenin duyarlılığı...” Ya da bir “Vefa Bozacısı”; bir “Zeynel Abidin Cümbüş” ma- ğazasõ; hatta Eminönü’ndeki “Ni- met Abla Piyango Gişesi”, “Sa- buncakis Çiçek”, “Kurukahve- ci Mehmed Efendi Mahdumları”, “Koska Helvacısı”, “Alkazar Si- neması” ve nicelerinin asõrlõk geçm- işleriyle geleceğe aktarõlmalarõnõ, sadece “vârislerin duyarlılıkla- rı”na borçluyuz. Benzer şekilde kentin eski ve özgün “meyhane”leri de az sayõda kalsalar bile, eğer binalarõ eski eser ise sadece “mekân”larõ koruma altõnda, kendileri değil; her an meyhane geleneğini terk edebilirler… Bunun olmamasõ için sahiplerinin ya da işletmecileri- nin “direniş”leri tek çare... Bunlar arasõnda, örneğin Ata- türk’ün çok sevdiği, Beyoğlu’ndaki “Rus mutfağı”nõn temsilcisi Rejans Lokantasõ’nõn mülk sahiplerince ta- rihsel mekânõndan çõkarõlmak isten- mesini, “kültür mirası kiracı”nõn sadece kendi adõna değil İstanbul adõ- na da mal sahibiyle “mahkemelik” ol- masõnõ hüzünle izliyoruz. Diğer tüm kentlerimizdeki benzer örnekleri düşündüğümüzde, yaşama kültürümüzde yer etmiş geleneksel iş- yerlerinin, yani “toplumsal bellek zenginliğimiz”in aslõnda “ko- ru(n)masız” olduğunu görebiliriz. Yazõmõzõ, aynõ konuda Prof. Dr. Me- te Tapan ile Ercan Tekin’in katõl- dõklarõ, Kanal B’deki İmar Dosyasõ programõmõzõn çağrõsõyla noktalayalõm: “Geçmişten geleceğe yaşama zen- ginliğimizin tarihsel işlevlerini de ko- ruyacak bir yasal düzenlemenin özellikle ‘İstanbul-2010 Kültür Baş- kenti’ sürecinde tüm kentlerimize kazandırılmasını bekliyoruz...” Kent belleğindeki ‘toplumsal işlev’ler de ‘kültürel süreklilik’ için yaşatõlarak korunmalõ ‘Yaşama Kültürü Mirasõ’mõz 1- Sirkeci’de 1700’lerden beri Hacıbekir Şekercisi; ama sadece vârislerin sayesinde... 2- Ressamların ilham kaynağı Emirgân çay bahçesi, eski bir yalının arsası olmasına rağmen kentsel miras olarak korundu... 3- Vefa Bozacısı’nın binası korumada; ya kendisi? 4- Atatürk’ün lokantası Rejans “kiracı”; binanın sahibiyle “tahliye davası” ise sürüyor... Ahmet Cemal’e Avusturya nişanı Kültür Servisi - Gazetemiz yazarõ, çevirmen Ahmet Cemal, Avusturya edebiyatõndan yaptõğõ çeviriler nedeniyle Avusturya Cumhuriyeti tarafõndan “Avusturya Cumhuriyeti Altõn Liyakat Nişanõ”na değer görüldü. Altõn Liyakat Nişanõ, Ahmet Cemal’e yarõn saat 14.00’da Avusturya Sankt Georg Lisesi’nde düzenlenecek törende, Avusturya Federal Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanõ Dr. Claudia Schmied tarafõndan sunulacak. Başta Ingeborg Bachmann, Robert Musil, Stefan Zweig, Rainer Maria Rilke, Elias Canetti, Franz Kafka ve Georg Trakl olmak üzere pek çok Avusturyalõ yazar ve şairin yapõtlarõnõ Türkçe’ye çeviren Cemal, 70 ve 80’lerde Viyana ve Innsbruck üniversiteleri ile Avusturya Edebiyat Derneği’nde konferanslar verdi. Vedat Kosal anılıyor Kültür Servisi - Dünyaca ünlü piyano virtüözü ve besteci Vedat Kosal ölümünün 9. yõlõnda Yõldõz Teknik Üniversitesi bünyesinde kurulan Vedat Kosal Müzik Uygulama ve Araştõrma Merkezi (VEKOM) tarafõndan düzenlenen anma gecesi ve konseri ile anõlacak. Bugün saat 19.00’da Yõldõz Teknik Üniversitesi Oditoryumu’nda gerçekleştirilecek konserde aralarõnda Mozart, Handel, Chopin ve Schumann’õn da bulunduğu bestecilerin eserleri seslendirilecek. CELÂL ÜSTER K remlin Sarayõ Müzesi’nde açõlan “Topkapı Sara- yı’ndan Osmanlı Sul- tanlarının Hazineleri” sergisi için gittiğimiz Moskova’da, ilk gün Kõ- zõl Meydan’a iki kez uğrama olanağõ bulduk. Kaldõğõmõz Metropol Ote- li’nin meydana çok yakõn olmasõn- dan yararlanõp hem gündüz gözüy- le hem de geceleyin ge- zindik Kõzõl Meydan’da. 1991’de Moskova’ya ilk gidişimde Kõzõl Mey- dan’õ gördüğümde çok heyecanlanmõştõm. Ko- lay mõ, yõllarca okudu- ğum ve çevirdiğim ki- taplarda fotoğraflarõna, öykülerine rastladõğõm Krasnaya Ploşad’a ilk kez ayak basõyordum. 15. yüzyõl sonlarõndan başlayarak Moskova’nõn kalbinin attõğõ bu mey- danda neler yaşanma- mõştõ ki. İdamlar, göste- riler, isyanlar, geçit tö- renleri, mitingler, 1 Ma- yõs ve Ekim Devrimi kutlamalarõ. İlle de bir benzetme yapmak gerekirse, bizim Sultanah- met Meydanõ’yla Taksim Meydanõ karõşõmõ bir alan. Aslõnda her zaman bir pazar ala- nõ olmuş Kõzõl Meydan. Buraya pek çok ad verilmiş, ama 17. yüz- yõldan bu yana Kõzõl Meydan diye anõlõyor. Rusçada “kızıl”õn karşõlõ- ğõ olan “krasnaya” sözcüğü eskiden “güzel” anlamõna da gelirmiş. Ar- tõk Lenin’in anõtmezarõ dõşõnda “kı- zıllığından” iz yok, ama hâlâ “gü- zel”. Yaklaşõk 73 bin metrekarelik bu alan, bir bakõma, insanlõğõn çeşitli halleriyle çevrili: Devrim, din, ticaret ve tarih. Batõsõnda, Lenin’in 1930’da tamamlanan anõtmezarõ. Doğusun- da, Batõ’nõn tüm ünlü markalarõnõ içeren bir AVM; eski Devlet Satõş Mağazalarõ’nõn (GUM) dev yapõsõ yenilenerek görkemli bir AVM’ye dönüştürülmüş. Kuzey ucunda, Ta- rih Müzesi. Güney uçta ise, 16. yüzyõlda yapõlmõş olan Vasili Bla- jenni Katedrali: Çar Korkunç İvan’õn, Kazan ve Astrahan han- lõklarõna karşõ kazandõğõ zaferin anõ- sõna yaptõrdõğõ bu kilisenin mimarõ, halk arasõndaki bir inanõşa göre, bir eşini daha yaratamamasõ için kör edilmiş. Kõzõl Meydan deyince, hep bir fo- toğraf düşer aklõma. Daha doğrusu iki fotoğraf. İlkinde, Lenin, Kõzõl Meydan’a kurulmuş bir kürsüden söylev veri- yor. Kürsünün yanõ ba- şõnda Troçki; ayakta, Lenin’i dinleyenleri iz- liyor. İkinci fotoğrafta, Lenin yine kürsüde, ama Troçki “gideril- miş”. Troçki, Stalin döneminde yeniden ya- yõmlanan fotoğraftan kazõnmõş. Sanki hiç ya- şamamõş… Gel de, Orwell’in “1984” romanõnõ, Winston Smith’in ça- lõştõğõ Arşiv Dairesi’ni anõmsama! Hani şu, uy- gunsuz haberleri içe- ren eski gazetelerin bel- lek deliklerine atõldõğõ, haberler uy- gun biçimde yeniden yazõldõktan sonra eski sayõlarõn yeniden basõl- dõğõ, eski fotoğraflarõn çarpõtõlarak “güncellendiği” Arşiv Dairesi’ni... Bu kez, Kõzõl Meydan’a gündüz gittiğimizde şaşkõnlõğa uğradõk. Tüm alana platformlar, ringler, tribünler kurulmuş, meydan bir spor alanõna çevrilmişti. Aerobik yapanlar, ka- rateciler, voleybol oynayanlar… Bir Spor Bayramõ’ydõ belki de. Ge- ce gittiğimizde ise ringler, tribünler kaldõrõlõyor, Kõzõl Meydan uykuya yatmaya hazõrlanõyordu. “Çağdaş” bir hõzla değişime uğ- rayan Moskova’yõ iki günde anla- mak olanaksõz. Ama, “Sinan’ın Kitabı”nõn yazarõ, Rusya’nõn genç kuşak aydõnlarõndan Gleb Şulpya- kov’un “Rusya entelektüel koma- da, düşünsel bir felç yaşıyor” söz- lerini unutmak da olanaksõz. YARIN: İZLENİMLER IV Kõzõl Meydan’da insanlõk halleri Moskova’nın kalbi 500 yıldır 73 bin metrekarelik bu dev alanda atıyor. 15. yüzyõl sonlarõndan başlayarak neler yaşanmamõş ki Kõzõl Meydan’da. İdamlar, gösteriler, isyanlar, mitingler, 1 Mayõs ve Ekim Devrimi kutlamalarõ... 3 1 2 4
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle