23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Etnik Savaş ve Anadolu... Eskiden Anadolu’da Müslümanla Hıristiyan kapı komşuydu. Çoğu yerde Müslüman evi - kaç göç yüzünden- avluya bakardı; Hıristiyan evi sokağa açılırdı. Türk, Rum ve Ermeniler kuşaklar boyu ortak kentlerde birlikte yaşadılar; etnik savaş çıkınca birbirlerinin boğazına sarıldılar. Ermeniler Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’yu istila eden Rus ordusuna destek verdiler; Rumlar Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusuyla bütünleşince Türklerle bir arada yaşamak olanakları ortadan kalktı; Anadolu’nun doğusundan da batısından da dışlandılar. Yazık oldu. Etnik savaş, savaşların en acımasızı... Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Kıbrıs’a dek koskoca bir coğrafyaya benek benek serpilmiş çeşitli renklerden halklar ve soylar, dıştan içten gelen körüklemelerle birbirlerine giriyorlar; kan döküldükçe canavar kesiliyorlar; hiçbirinin kan içicilikte ötekinden farkı kalmıyor; konu komşu, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden kırım başlıyor; Arnavut, Sırp, Ermeni, Hırvat, Türk, Rum, Boşnak, vb.’nin yaşadıkları güzelim topraklar cehenneme dönüşüyor; insanlar insanlıktan çıkıyor. Etnik savaş, cephede askerin askerle savaş- masından ayrı bir tür... Anadolu’nun güneydoğusunda 1980’li yılların ortasında başlayan terör eylemlerini bir etnik savaşa dönüştürmek için PKK yıllarca çabaladı... Başaramadı. Kapı komşu Kürt ile Türk’ü birbirine düşmanlaştırmak kolay değil; olanaksız gibi... Gönüllü ya da zoraki göç süreçleri Anadolu’nun doğusuyla batısını harman etti; Türkiye etnik savaş kundaklamasının tuzağına düşmedi. Ve düşmeyecek... Peki, ne olacak?.. İnsan olanlar, ne yapıyorlar?.. Beyaz zencinin, erkek kadının, patron işçinin, Türk Kürt’ün, Sünni Alevinin hakkını korumak zorundadır. Kişinin yalnız kendisinin değil, başkasının da hakkını savunması, insanlığının birinci koşuludur... Anadolu’da yaşayan Türklerle Kürtlerin, aralarında hiçbir ayrılık bırakmayacak insan hakları potasında kaynaşmaları uygarlığımızın güncel tanımı olacaktır. Kadın haklarını korumak ve savunmak için nasıl kadın olmak gerekmiyorsa, Kürtlerin haklarını korumak için de Kürt olmak gerekmez; zencinin haklarını yalnız karaderili mi sorun yapıyor?.. Çağdaş dünyada ezilenler yalnız değil... Ne diyor halk ozanı: “Küçük çöp büyükten hakkın alacak...” Peki, bu iş yazıldığı ya da söylendiği kadar kolay mı?.. Hayır. Kürt sorununa sahip çıkan kişi, sorunun çözümü yolunda silahlı yönteme de karşı çıkmalı... PKK’nin içtiği kan hiçbir işe yaramıyor; Anadolu’da etnik savaş girişimi tutmuyor; halkın sağduyusu barışı yeğliyor. Savaşçı yöntemler, yalnız Türkiye’deki değil, Ortadoğu’da dört ülkeye serpilmiş tüm Kürtleri çoluk çocuğuyla perişan edecektir; çünkü her devletin bu konuda bir başka hesabı vardır. PKK’nin Türkiye’de silaha sarılıp Avrupa’da diplomasiye yönelmesi, terör örgütünün Sevr’i hortlatmak amacı peşinde olduğunu vurguluyor. PKK Anadolu’da Kürtlerle Türklerin kardeşlik ve barış içinde sorunlarını çözmesine yardımcı olmuyor; Kürt davasını baltalıyor. Türk ya da Kürt, Anadolu insanının sorunları- nı çözmek için silaha gerek yok, sağduyu ve akla gerek var; kardeşlik ve sevgiye gerek var. (9 Ekim 1998 tarihli yazısı) S öze, referandum sözcüğünün anla- mõndan ve kökünden başlamak uy- gun olsa gerek. Referandum (bazõ dillerde: referendum) Latince referre (göndermek, havale etmek) kökün- den türetilmiş bir sözcüktür. Demek ki refe- randumda bir havale etmek, göndermek eyle- mi vardõr. O eylem, bir yasanõn ya da anaya- sanõn halkõn önüne konulmasõ ve düşüncesi- nin sorulmasõdõr. Referandum bu niteliğiyle halkõn iradesinin ülke yönetimine yansõmasõdõr. Bu nedenle de demokrasinin güzel bir örneğidir. Ülkemizde re- ferandum sõk başvurulan bir yöntem değildir. Şimdi önümüzde bir referandum var: Anayasa değişikliği TBMM’den geçti; Cumhurbaşkanõ bu konudaki yasayõ onayladõ; yasa Resmi Ga- zete’de yayõmlandõ ve referanduma sunuldu. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) referandumun ta- rihini belirledi: 12 Eylül 2010. 12 Eylül’ler ül- kemiz için parlak bir tarih değildirler, çünkü de- mokrasi bu tarihte kesintiye uğramõştõr. Bu kez halk referandumda anayasa değişikliği ile ilgili düşüncesini söyleyecek. Bu ya kabul olacak ya da ret. Oylarõn hangisi fazla çõkarsa, o, sonucu belirleyecek. YSK’nin kararı YSK’nin referandum tarihini belirleyen ka- rarõ hukuka uygun mudur? Bu yazõ bir hukuk makalesi elbette değildir. Bu nedenle en kõsa ve öz biçimde YSK’nin kararõnõn değerlendi- rilmesi uygun olur. Bu kararda üç çekirdek nok- ta var. İlki anayasanõn 67/son maddesidir. Bu- na göre, “Seçim kanunlarında yapılan de- ğişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten iti- baren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uy- gulanmaz.” Öteki ise, anayasanõn 79/son maddesidir ki, anayasa değişikliklerine ilişkin kanunlarõn halkoyuna sunulmasõ, milletveki- li seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur, demektedir. Son hüküm de anayasa değişik- liklerinin halkoyuna sunulmasõna ilişkin ya- sadõr. Bu yasa da bu konuda Milletvekili Se- çimi Yasasõ ile bağlantõ kurmakta ve o yasa- nõn hükümlerinin uygulanacağõnõ belirtmek- tedir. Demek ki hukuki sonuç YSK’nin kara- rõnõn hukuka uygun olduğudur. Bu karar ana- yasal sistemimizde kesindir. Konuyla bağlantõsõ nedeniyle bir başka nokta daha ele alõnmalõ- dõr: Anayasa değişikliğinin tüm maddelerinin bir bütün olarak halkoylamasõna sunulmasõ açõ- sõndan durum nedir? Daha açõk deyişiyle, top- lam 26 maddeden ve 2 geçici maddeden olu- şan bu yasa hakkõnda halkõn referandumda tek bir oyla düşüncesini açõklayacak olmasõ nasõl yorumlanmalõdõr? İlk tespit şudur: Yasanõn 26. maddesinde, anayasa değişikliğinin halkoyu- na sunulmasõ halinde tümüyle oylanacağõ açõkça belirtilmiştir. Bu hüküm anayasaya uygun mudur? Bu ko- nuda Anayasanõn 175. maddesinde şu hükmü okuyoruz: “Türkiye Büyük Millet Meclisi anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu kanunun halkoyla- masına sunulması halinde, anayasanın de- ğiştirilen hükümlerinden, hangilerinin bir- likte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar.” TBMM bu konudaki sonu- cu belirlemiş ve tümüyle oylamayõ öngör- müştür. Bu sonuç bağlayõcõdõr. Demokratik yaklaşõmda anayasanõn bu hük- mü irdelenmelidir. Bu denli geniş bir içeriği olan anayasa değişikliği için halkõn düşünce ve kanaatini tek bir oyla belirtmek mecburiyetinde bõrakõlmõş olmasõ hukuki bir sonuçtur. Bu so- nuç demokratik değildir. Bu “paketin” için- de yer alan hükümlerin bazõlarõndan yana ol- mak, bazõlarõna ise karşõ çõkmak düşüncesini gerçekleştirmek mümkün olmayacaktõr. Re- feranduma katõlanlarõn böyle bir şansõ yoktur. Sözü uzatmadan belirtmek gerekir ki, bu yak- laşõm ve sonuç referandum kavramõ ile de bağ- daşmaz. Konuyla ilgili bir başka olgu: CHP millet- vekilleri anayasa değişikliğini Anayasa Mah- kemesi’ne (AYM) götürüyorlar. Bunun anla- mõ, yapõlan değişikliklerin anayasaya aykõrõ ol- duğu düşüncesiyle iptallerini istemektir. Bu ko- nuda sorulacak olan soru şudur: Bu dava re- ferandumdan önce AYM tarafõndan ele alõ- nabilir mi, yoksa referandumun sonucunun beklenmesi gerekir mi? Bu soruya cevap ararken referandum kavramõnõn anlamõnõ, amacõnõ ve hukuki sonuçlarõnõ dikkate almak uygun olur. Referandumun sonucu Anayasanõn değişen maddeleri referanduma sunulmuş olmakla, yürürlüğe girmemişlerdir ve uygulanamazlar. Aksi düşünülemez, çün- kü o zaman referandumun anlamõ kalmaz. Re- ferandumun sonucu beklenmeli midir? Refe- randumda değişiklikler reddedilirse, değişik- likler yapõlmamõş sayõlõr. Aksine, referan- dum sonucu değişiklikler kabul edilirse, de- ğişiklik hükümleri yürürlüğe girerler. Bu tablo içinde AYM’nin rolü ve açõlan da- vayõ görmek konusundaki yetkisi nasõl, özel- likle yetkiyi kullanma zamanõ açõsõndan de- ğerlendirilmelidir? Anayasada halkoylamasõ- na sunulan anayasa değişikliği ile iptal dava- sõ arasõndaki ilişkiyi kuran bir norm yoktur. Başka bir anlatõmla, anayasa, AYM’ye hal- koylamasõna sunulan bir yasanõn iptalini ele al- ma konusunda bir engel koymamõştõr. Bu ne- denle bu dava halkoylamasõndan önce görü- lebilir. Aksine bir düşünce, anayasal sistemi- mizle çelişir. Konumuz Referandum Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi Ekmekçi Yine Anõlarda Geziniyor… T orbalõ Güz Etkinlikle- ri’nin üçüncüsü biter bit- mez, 1991 Eylül’ünün sonunda yine Torbalõ yollarõn- daydõn. Hatõrladõn mõ o günü, Mustafa Ağabey?.. Hani “Bak- raç’ın en nemsiz yerini bula- rak konuşlanalım, Ertan” di- ye öneride bulunmuştun bana ve önerini de Bakraç’õn duvarlarõ- na sallandõrmõştõn. İşte o Bak- raç vardõ ya, o Bakraç, işte onun yerine şimdi Kültür Mer- kezi yapõlmakta. Yani artõk Tor- balõ kültürünü Bakraç’tan içe- cek… Bir anlamda fena sayõl- maz, hani… Neyse ne; şimdi şöyle bir yerleşelim karşõlõklõ olarak; sonrasõnda zaten tartõş- mamõz kendiliğinden doğar, bi- zim… O arada şunu da belirte- yim, “Senin ufaklık Ekmekçi, 13 yaşına geldi ya, her şeyle- re karışır oldu, Mustafa Ağa- bey”… Senin de hoşuna git- miyor değil hani… Ben de ki- mi kime şikâyet ediyorum. Son- ra onun da hakkõdõr artõk; hem beş yõl sonra “rüştünü ispat edecek”, oy bile kullanacak. Geçenlerde bana takõldõ yine; “Şöyle bir geçmişte dolaşıve- rin, şu 2010’un şerefine” di- yerek. Ben de “Sen bizim anı- larımıza el atıyorsun, onları sergileyelim istiyorsun; biz onları yazmama kararı al- dık, Mustafa Ağabeyle” de- dim… Şöyle bir inceden ve yandan gülümsedi ki, sanõrsõn Mustafa Ekmekçi 1940 yõlla- rõnda ve Konya Hadim’de ve de hani o “kömür çuvalı” du- rumlarõnda… O arada aklõmdan, 2010 Mayõsõ’nõn CHP geliş- meleri geçince, onlara değin- mektense, geçmişte dolaşmanõn çok iyi bir görüş olduğunu dü- şündüm… Gerçekten de, ben sana şu 2010 Mayõsõ’nõn CHP gelişmelerinden söz ederek ve de onlarõ tazeleyerek canõnõ sõk- ma durumlarõ yaratmamak için “ne yapayımlardayken” zõp- layõverdi belleğim, o 1984 yõlõ- nõn Temmuz 7’sindeki SODEP birinci kurultayõna; o hem buruk hem onurlu günlere… (Musta- fa Ağabey, insanoğlu onursuz- luk sarmallarõnõ çok yakõnla- rõnda duyumsadõğõ zaman, böy- le gelişimlerin bulaşmadõğõ za- manlara bir yolculuk mu yap- mak istiyor ne?..) Kurutaydaki övgüler Hani o 1984’ün 7 Temmuz’u, Ahmet Ünver’in 21. ölüm yõl- dönümüydü de ben ilk ve tek defa gömütüne varamadõm ya- kõnmasõ yapmõştõm… Hani kurultayda konuşmuş, çokça da övgü almõştõm ya; es- ki İzmir milletvekili ve senatö- rü Kaya Bengisu ile aynõ gö- revlerde bulunmuş, ayrõca İsmet Paşa’nõn son CHP genel se- kreterlerinden olma onuru da el- de etmiş olan Şeref Bakşık’õ kuliste ve de ayaküstü dinlerken yanõmõza bir ikili gelmişti de, tatsõz iğnelemelere tanõklõk eden dakikalar yaşamõştõk ya… Val- la bir âlemsin yaaa Mustafa Ağabey... Nasõl da söyletiyorsun o yanõmõza gelen iki kişinin rahmetli Mahmut Türkme- noğlu ve Deniz Baykal oldu- ğunu… Âlemsin âlem; gerçek- ten Mustafa Ağabey, gerçekten de âlem… Yok artõk, bir de iğnelemele- rin ayrõntõlarõna girecektim... O kadar da uyutamazsõn artõk, beni... Haa bak ağabey, bir de ondan 6-7 yõl sonrasõnõn ÇGD Genel Başkanlõğõ ikinci adaylõ- ğõnõn tartõşõldõğõ zaman var ya; hani seni adaylõğa razõ edene ka- dar dillerim damaklarõm kuru- duydu ya... Ben sana adaylõktan çekil- meni getiren saçmalõklarõn ay- rõntõlarõndan bahset der miyim hiç Mustafa Ağabey? Demem... Bilirim çünkü sen gereken yer- de ve zamanda onlarõn tümünü seriverirsin ortalõklara… Aslõnda bunun bir örneğini de Cumhuriyet’i ele geçirme ope- rasyonunu savuşturup yeniden yerlerinize geçince pek güzel de vermiş bir eski tüfek olarak, bi- lirsin bu işleri, diyebilirim… Di- yemez miyim, Ekmekçi; sen de ara sõra karõşõver lafa da, bi- raz delikanlõlõk eklensin şu geç- mişten dökülen dolaşmalarõmõ- za… İyi olmaz mõ öylesi de ol- sa?.. Elbet olur; hem de pek gü- zel olur.. Ufaklık Ekmekçi Mustafa Ekmekçi’nin ve da- hi Mustafa Ağabey’in, yeni bo- yutundaki düşünce ve duyum- sal enerjisinden oluşan 13 ya- şõndaki Ekmekçi, bazen senin bilmediğin yerlerde de işler var. Tamam o zaman bizler yetmişlikler, seksenlikler ko- nuşuruz; “Sen de dinler öğre- nirsin, yeni gidiş yollarını be- lirlemende, öylece elinden tu- tuversinler diye”… Örneğin 1993’ün Eylülü’nde, “arabada Müjdat da (Gezen) varken 6- 7 ay sonra yapılacak olan se- çimlerde gelecek yeni beledi- yenin bize doğru bakmadığı- nı söylediğim zaman”, hem Mustafa Ağabeyimin hem de Mustafa Ekmekçi’nin hüngür hüngür ağladõğõnõ öğrenmiş olursun, ufaklõk Ekmekçi… Anlaştõk mõ?.. Tamam o zaman. Bundan sonra “bu minval üz- re” devam ederiz… Unutma sa- kõn, yeni konuşmalarõmõz 365 gün sonra. Göz açõp kapayana dek geçiverir, bilesin… Buralar böyle oldu artõk… Her yerlerde “akıllar şinanay”… Hatta Tür- kiye’mizi, cumhuriyetimizi kur- muş, geliştirmiş olan yapõlan- malarda bile!. Ertan ÜNVER Eski Torbalõ Belediye Başkanõ Deniz Fenerlerinde Hüzün B izim kuşağõn denizlerde olduğu dö- nemde köprü üstündeki sorumlu adamõn “Şu anda ben nerdeyim” sorusuna cevap vermesi yani geminin ne- rede olduğunun saptanmasõ ve haritada be- lirtilmesi -buna “mevki koymak” denir- için yararlanõlan ve seyir yardõmcõlarõ de- nilen şeyler köprü üstündeki bildiğimiz manyetik pusula, bazõ gemilerde sahil is- tasyonlarõnõn yayõmlanan kod seslerini dinlediğimiz DF (Direction Finder) ve Ec- ho Sounder (Derinlik ölçer) denilen alet ile Ay, Güneş ve yõldõzlarõn ufuktan yüksek- liklerini ölçmekte kullandõğõmõz geçmişi yüzyõllarca gerilere uzanan sextant olarak bilinen bazõ basit araçlardõ. Teknolojideki akõl almaz gelişmeler bizden sonraki de- nizcilerin kullanõmõna radar, cyro pusula, GPS, AIS, MDS ve benzeri çeşitli seyir yar- dõmcõlarõnõ sağladõlar. Ancak bütün bunlarõn dõşõnda insanlarõn ekmeğini, geçimini ve güvencelerini de- nizden sağladõğõ antik çağlardan bu yana de- nizde gezenlerin her an için “Ben şu anda neredeyim” sorusuna cevap bulmakta en temel hizmeti veren yardõmcõnõn, “deniz fe- nerleri”nin son durumundan söz etmek is- tiyoruz. Önceleri insanlarõn kõyõlardaki yüksek ka- yalõklarda yakõlan ateşler şeklindeki işaretler olan deniz fenerleri giderek bütün dünya ül- kelerinin kõyõlarõnõ, kuleleri, kulübeleri değişik karakterlerdeki õşõklarõ ile donattõ- lar. Tarihi gelişimleri sürerken fener õşõğõ- nõn bildiğimiz kaynağõ olan odun ateşi gi- derek doğalgaz, elektrik ve son olarak da güneş enerjisi oldu. Yalnõz, denizcilerin sözünü ettiğimiz o temel sorusuna cevap vermenin yanõnda her zaman denizcilerin dõşõndaki insanlarõn da şiirsel ve gizemli bul- duklarõ yapõlar olageldiler. Deniz fenerle- rinin bakõm tutum ve kullanõlmasõndan sorumlu “fenercilik ya da fener bekçili- ği” işi de kõyõlarõn çoğu kez en ücra ve ula- şõlmasõ zor noktalarõnda hemen her yerde babadan oğula geçen ve sürdürülen bir hiz- met oldu. Çağdaş teknolojinin sözünü ettiğimiz, de- nizcinin kullanõmõna sunduğu araç ve yar- dõmcõlarõn gelişimi sürüp giderken bu ge- lişim çeşitli ve şaşõrtõcõ elektronik ürünlerle öyle bir noktaya ulaştõ ki yõllar hatta yüz- yõllar boyu kõyõlarõ süsleyen bu kõyõlarda- ki tarihe hiç bozulmamõş bir suskunlukla ta- nõk olan deniz fenerlerinin işlevi artõk ne- redeyse sõfõrlandõ. Şimdi artõk dünyanõn bir- çok yerinde gerçekten çok etkileyici görü- nümlere sahip noktalarda suskun bir hü- zünle dimdik duran fener kuleleri ve irili ufaklõ kulübeleri, lojmanlarõ gelip geçen in- sanlarõn özellikle kõsa tatil gezilerinde uğ- rayõp mola verdikleri, yiyip içip nefes ke- sen görüntülerden etkilendikleri nostalji merkezlerine dönüştüler. Amerika ve Av- rupa kõyõlarõnda başlayan bu dönüşüm so- nunda ülkemize kadar yayõldõ ve bu işe en güzel, en unutulmaz görünümlere sahip fe- nerlerimizden başladõ. Artõk en temel özelliği üzerinde bulun- duklarõ kõyõlardaki tarihin “suskun tanık- ları” olagelmiş deniz fenerlerinin yaşa- mõnda daha da düşündürücü, daha da derin bir hüzün dönemine gelindi. Yõkõlmanõn çir- kinleşmenin korkunç gelişimi içinde deniz denilen güzelliğin bekçisi de olagelmiş fe- nerlerin daha nice hüzünlere değişimlere ta- nõklõk edeceğini büyük bir kahõrla düşü- nüyorum. Gelecekte anlatõlmaz güzellikleri ömür boyu izlemiş deniz fenerlerinin sõra- dan bir meyhane, kumarhane ve benzeri yer- lere dönüştüğü günlerde artõk yaşamõyor ol- mayõ diliyorum... Oktay Sönmez: Uzakyol Kaptanõ, İTÜ De- nizcilik Fakültesi Öğretim Görevlisi Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar Artõk en temel özelliği üzerinde bulunduklarõ kõyõlardaki tarihin “suskun tanõklarõ” olagelmiş deniz fenerlerinin yaşamõnda daha da düşündürücü, daha da derin bir hüzün dönemine gelindi. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Rüzgâr ve Yelken BİRKAÇ gündür, bir “rüzgâr” lafıdır gidiyor. Kılıçdaroğlu olayıyla esen hava çok şeye gebeymiş ve çok şeyi değiştirebilirmiş. Sanki çok şeyi değiştirecek rüzgâr bir süredir hiç esmiyormuş gibi. Son anayasa değişikliği girişiminden beri esmekte olan bir rüzgâr yok muydu? Referendumdan sonraki genel seçimde AKP’nin yine tek başına iktidara gelmesi olasılığı tam bir kötümserlik rüzgârı estirdi. Bu olasılık, aslında cumhuriyetin geleceğini düşünenlere ürperti vermedi mi? Peki, o hava cumhuriyetçileri niçin kamçılamadı ve çok şeyi değiştirmeye zorlamadı onları? Yoksa, Namık Kemal’den beri “Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” diye hep birilerinin çıkıp ülkeyi kurtaracağından emin olarak hiçbir şey yapmadan bekleşmedi mi yetmiş beş milyonluk koskoca bir toplum? Bundan sonra da bu büyük beklentinin bütün yükü Kılıçdaroğlu’nun omuzlarına mı yüklenecek? Onun bu beklentiyi karşılayabilmesi, böylesine edilgen bir toplumun rüzgârına güvenmekten daha çok, nesnel koşulların rüzgârını yakalamaya ve bu amaçla gerekli yelkenleri açmaya yönelik bir tutum sergilemesine bağlıdır. Herhalde sadece yolsuzluk avcılığıyla başarılabilecek bir iş değil bu. Öyle hedefler seçilmeli ki bunlar hem ekonomik bakımdan doğru olmalı, hem de o hedeflerin gerçekleştirilmesinde geçim sıkıntısı çeken insanların katkısı sağlanarak iktidar kavgasında onların desteği kazanılmalıdır. Örneğin, işsizliğin, daha doğrusu üretimsizliğin giderilmesi, ister istemez, zaten CHP’nin oklarından biri olan devletçiliğin yeniden devreye sokulmasını gerektirecektir. En azından, tek tük elde kalmış Et ve Balık Kurumu gibi birkaç kamu işletmesinin satışını durdurmaya çalışmak ve o işletmelerdeki emekçileri bu çabanın içine çekmek. Bir yandan ekonomiyi düzeltirken bir yandan da insanları kazanmanın çareleri bulunamaz mı? Aynı yöntem, Güneydoğu sorununun anahtarı olarak ciddi bir toprak reformu programıyla meydanlara çıkmak, hem bir ulusal davayı çözmenin hem de bölge insanını kazanmanın çaresi olarak düşünülemez mi? Bir komplo girişimin tarumar ettiği politika sahnesinin yıkıntıları üzerinde yeni bir parti yönetimi kurulurken estiği söylenen coşku rüzgârı, sadece bir siyasal partideki tıkanmayı açmaya ve o yapıdaki dağılış tehlikesini önlemeye yaramış olmakla kalmamalı, ülkenin sorunlarını ülkenin insanlarıyla birlikte çözmeye yönelik bir iktidar stratejisinin oluşturulmasına da katkıda bulunmalıdır. Rüzgâr doğru yelkenlerle doğru amaçlar için kullanılmazsa, önce tozu dumana katıp sonra da aynı tozla dumanı temizlemekten başka bir işe yaramamış olmaz mı? mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle