Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS 2010 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
PENCERE
Etnik Savaş ve Anadolu...
Eskiden Anadolu’da Müslümanla Hıristiyan
kapı komşuydu. Çoğu yerde Müslüman evi -
kaç göç yüzünden- avluya bakardı; Hıristiyan
evi sokağa açılırdı. Türk, Rum ve Ermeniler
kuşaklar boyu ortak kentlerde birlikte
yaşadılar; etnik savaş çıkınca birbirlerinin
boğazına sarıldılar.
Ermeniler Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu
Anadolu’yu istila eden Rus ordusuna destek
verdiler; Rumlar Batı Anadolu’yu işgal eden
Yunan ordusuyla bütünleşince Türklerle bir
arada yaşamak olanakları ortadan kalktı;
Anadolu’nun doğusundan da batısından da
dışlandılar.
Yazık oldu.
Etnik savaş, savaşların en acımasızı...
Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan
Kıbrıs’a dek koskoca bir coğrafyaya benek
benek serpilmiş çeşitli renklerden halklar ve
soylar, dıştan içten gelen körüklemelerle
birbirlerine giriyorlar; kan döküldükçe canavar
kesiliyorlar; hiçbirinin kan içicilikte ötekinden
farkı kalmıyor; konu komşu, çoluk çocuk, yaşlı
genç demeden kırım başlıyor; Arnavut, Sırp,
Ermeni, Hırvat, Türk, Rum, Boşnak, vb.’nin
yaşadıkları güzelim topraklar cehenneme
dönüşüyor; insanlar insanlıktan çıkıyor.
Etnik savaş, cephede askerin askerle savaş-
masından ayrı bir tür...
Anadolu’nun güneydoğusunda 1980’li
yılların ortasında başlayan terör eylemlerini bir
etnik savaşa dönüştürmek için PKK yıllarca
çabaladı...
Başaramadı.
Kapı komşu Kürt ile Türk’ü birbirine
düşmanlaştırmak kolay değil; olanaksız gibi...
Gönüllü ya da zoraki göç süreçleri
Anadolu’nun doğusuyla batısını harman etti;
Türkiye etnik savaş kundaklamasının tuzağına
düşmedi.
Ve düşmeyecek...
Peki, ne olacak?..
İnsan olanlar, ne yapıyorlar?..
Beyaz zencinin, erkek kadının, patron
işçinin, Türk Kürt’ün, Sünni Alevinin hakkını
korumak zorundadır. Kişinin yalnız kendisinin
değil, başkasının da hakkını savunması,
insanlığının birinci koşuludur...
Anadolu’da yaşayan Türklerle Kürtlerin,
aralarında hiçbir ayrılık bırakmayacak insan
hakları potasında kaynaşmaları uygarlığımızın
güncel tanımı olacaktır. Kadın haklarını
korumak ve savunmak için nasıl kadın olmak
gerekmiyorsa, Kürtlerin haklarını korumak için
de Kürt olmak gerekmez; zencinin haklarını
yalnız karaderili mi sorun yapıyor?.. Çağdaş
dünyada ezilenler yalnız değil...
Ne diyor halk ozanı:
“Küçük çöp büyükten hakkın alacak...”
Peki, bu iş yazıldığı ya da söylendiği kadar
kolay mı?..
Hayır.
Kürt sorununa sahip çıkan kişi, sorunun
çözümü yolunda silahlı yönteme de karşı
çıkmalı...
PKK’nin içtiği kan hiçbir işe yaramıyor;
Anadolu’da etnik savaş girişimi tutmuyor;
halkın sağduyusu barışı yeğliyor. Savaşçı
yöntemler, yalnız Türkiye’deki değil,
Ortadoğu’da dört ülkeye serpilmiş tüm Kürtleri
çoluk çocuğuyla perişan edecektir; çünkü her
devletin bu konuda bir başka hesabı vardır.
PKK’nin Türkiye’de silaha sarılıp Avrupa’da
diplomasiye yönelmesi, terör örgütünün Sevr’i
hortlatmak amacı peşinde olduğunu
vurguluyor. PKK Anadolu’da Kürtlerle Türklerin
kardeşlik ve barış içinde sorunlarını çözmesine
yardımcı olmuyor; Kürt davasını baltalıyor.
Türk ya da Kürt, Anadolu insanının sorunları-
nı çözmek için silaha gerek yok, sağduyu ve
akla gerek var; kardeşlik ve sevgiye gerek var.
(9 Ekim 1998 tarihli yazısı)
S
öze, referandum sözcüğünün anla-
mõndan ve kökünden başlamak uy-
gun olsa gerek. Referandum (bazõ
dillerde: referendum) Latince referre
(göndermek, havale etmek) kökün-
den türetilmiş bir sözcüktür. Demek ki refe-
randumda bir havale etmek, göndermek eyle-
mi vardõr. O eylem, bir yasanõn ya da anaya-
sanõn halkõn önüne konulmasõ ve düşüncesi-
nin sorulmasõdõr.
Referandum bu niteliğiyle halkõn iradesinin
ülke yönetimine yansõmasõdõr. Bu nedenle de
demokrasinin güzel bir örneğidir. Ülkemizde re-
ferandum sõk başvurulan bir yöntem değildir.
Şimdi önümüzde bir referandum var: Anayasa
değişikliği TBMM’den geçti; Cumhurbaşkanõ
bu konudaki yasayõ onayladõ; yasa Resmi Ga-
zete’de yayõmlandõ ve referanduma sunuldu.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) referandumun ta-
rihini belirledi: 12 Eylül 2010. 12 Eylül’ler ül-
kemiz için parlak bir tarih değildirler, çünkü de-
mokrasi bu tarihte kesintiye uğramõştõr. Bu kez
halk referandumda anayasa değişikliği ile ilgili
düşüncesini söyleyecek. Bu ya kabul olacak ya
da ret. Oylarõn hangisi fazla çõkarsa, o, sonucu
belirleyecek.
YSK’nin kararı
YSK’nin referandum tarihini belirleyen ka-
rarõ hukuka uygun mudur? Bu yazõ bir hukuk
makalesi elbette değildir. Bu nedenle en kõsa
ve öz biçimde YSK’nin kararõnõn değerlendi-
rilmesi uygun olur. Bu kararda üç çekirdek nok-
ta var. İlki anayasanõn 67/son maddesidir. Bu-
na göre, “Seçim kanunlarında yapılan de-
ğişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten iti-
baren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uy-
gulanmaz.” Öteki ise, anayasanõn 79/son
maddesidir ki, anayasa değişikliklerine ilişkin
kanunlarõn halkoyuna sunulmasõ, milletveki-
li seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur,
demektedir. Son hüküm de anayasa değişik-
liklerinin halkoyuna sunulmasõna ilişkin ya-
sadõr. Bu yasa da bu konuda Milletvekili Se-
çimi Yasasõ ile bağlantõ kurmakta ve o yasa-
nõn hükümlerinin uygulanacağõnõ belirtmek-
tedir. Demek ki hukuki sonuç YSK’nin kara-
rõnõn hukuka uygun olduğudur. Bu karar ana-
yasal sistemimizde kesindir. Konuyla bağlantõsõ
nedeniyle bir başka nokta daha ele alõnmalõ-
dõr: Anayasa değişikliğinin tüm maddelerinin
bir bütün olarak halkoylamasõna sunulmasõ açõ-
sõndan durum nedir? Daha açõk deyişiyle, top-
lam 26 maddeden ve 2 geçici maddeden olu-
şan bu yasa hakkõnda halkõn referandumda tek
bir oyla düşüncesini açõklayacak olmasõ nasõl
yorumlanmalõdõr? İlk tespit şudur: Yasanõn 26.
maddesinde, anayasa değişikliğinin halkoyu-
na sunulmasõ halinde tümüyle oylanacağõ
açõkça belirtilmiştir.
Bu hüküm anayasaya uygun mudur? Bu ko-
nuda Anayasanõn 175. maddesinde şu hükmü
okuyoruz: “Türkiye Büyük Millet Meclisi
anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların
kabulü sırasında, bu kanunun halkoyla-
masına sunulması halinde, anayasanın de-
ğiştirilen hükümlerinden, hangilerinin bir-
likte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da
karara bağlar.” TBMM bu konudaki sonu-
cu belirlemiş ve tümüyle oylamayõ öngör-
müştür. Bu sonuç bağlayõcõdõr.
Demokratik yaklaşõmda anayasanõn bu hük-
mü irdelenmelidir. Bu denli geniş bir içeriği
olan anayasa değişikliği için halkõn düşünce ve
kanaatini tek bir oyla belirtmek mecburiyetinde
bõrakõlmõş olmasõ hukuki bir sonuçtur. Bu so-
nuç demokratik değildir. Bu “paketin” için-
de yer alan hükümlerin bazõlarõndan yana ol-
mak, bazõlarõna ise karşõ çõkmak düşüncesini
gerçekleştirmek mümkün olmayacaktõr. Re-
feranduma katõlanlarõn böyle bir şansõ yoktur.
Sözü uzatmadan belirtmek gerekir ki, bu yak-
laşõm ve sonuç referandum kavramõ ile de bağ-
daşmaz.
Konuyla ilgili bir başka olgu: CHP millet-
vekilleri anayasa değişikliğini Anayasa Mah-
kemesi’ne (AYM) götürüyorlar. Bunun anla-
mõ, yapõlan değişikliklerin anayasaya aykõrõ ol-
duğu düşüncesiyle iptallerini istemektir. Bu ko-
nuda sorulacak olan soru şudur: Bu dava re-
ferandumdan önce AYM tarafõndan ele alõ-
nabilir mi, yoksa referandumun sonucunun
beklenmesi gerekir mi? Bu soruya cevap
ararken referandum kavramõnõn anlamõnõ,
amacõnõ ve hukuki sonuçlarõnõ dikkate almak
uygun olur.
Referandumun sonucu
Anayasanõn değişen maddeleri referanduma
sunulmuş olmakla, yürürlüğe girmemişlerdir
ve uygulanamazlar. Aksi düşünülemez, çün-
kü o zaman referandumun anlamõ kalmaz. Re-
ferandumun sonucu beklenmeli midir? Refe-
randumda değişiklikler reddedilirse, değişik-
likler yapõlmamõş sayõlõr. Aksine, referan-
dum sonucu değişiklikler kabul edilirse, de-
ğişiklik hükümleri yürürlüğe girerler.
Bu tablo içinde AYM’nin rolü ve açõlan da-
vayõ görmek konusundaki yetkisi nasõl, özel-
likle yetkiyi kullanma zamanõ açõsõndan de-
ğerlendirilmelidir? Anayasada halkoylamasõ-
na sunulan anayasa değişikliği ile iptal dava-
sõ arasõndaki ilişkiyi kuran bir norm yoktur.
Başka bir anlatõmla, anayasa, AYM’ye hal-
koylamasõna sunulan bir yasanõn iptalini ele al-
ma konusunda bir engel koymamõştõr. Bu ne-
denle bu dava halkoylamasõndan önce görü-
lebilir. Aksine bir düşünce, anayasal sistemi-
mizle çelişir.
Konumuz Referandum
Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi
Ekmekçi Yine Anõlarda Geziniyor…
T
orbalõ Güz Etkinlikle-
ri’nin üçüncüsü biter bit-
mez, 1991 Eylül’ünün
sonunda yine Torbalõ yollarõn-
daydõn. Hatõrladõn mõ o günü,
Mustafa Ağabey?.. Hani “Bak-
raç’ın en nemsiz yerini bula-
rak konuşlanalım, Ertan” di-
ye öneride bulunmuştun bana ve
önerini de Bakraç’õn duvarlarõ-
na sallandõrmõştõn. İşte o Bak-
raç vardõ ya, o Bakraç, işte
onun yerine şimdi Kültür Mer-
kezi yapõlmakta. Yani artõk Tor-
balõ kültürünü Bakraç’tan içe-
cek… Bir anlamda fena sayõl-
maz, hani… Neyse ne; şimdi
şöyle bir yerleşelim karşõlõklõ
olarak; sonrasõnda zaten tartõş-
mamõz kendiliğinden doğar, bi-
zim… O arada şunu da belirte-
yim, “Senin ufaklık Ekmekçi,
13 yaşına geldi ya, her şeyle-
re karışır oldu, Mustafa Ağa-
bey”… Senin de hoşuna git-
miyor değil hani… Ben de ki-
mi kime şikâyet ediyorum. Son-
ra onun da hakkõdõr artõk; hem
beş yõl sonra “rüştünü ispat
edecek”, oy bile kullanacak.
Geçenlerde bana takõldõ yine;
“Şöyle bir geçmişte dolaşıve-
rin, şu 2010’un şerefine” di-
yerek. Ben de “Sen bizim anı-
larımıza el atıyorsun, onları
sergileyelim istiyorsun; biz
onları yazmama kararı al-
dık, Mustafa Ağabeyle” de-
dim… Şöyle bir inceden ve
yandan gülümsedi ki, sanõrsõn
Mustafa Ekmekçi 1940 yõlla-
rõnda ve Konya Hadim’de ve de
hani o “kömür çuvalı” du-
rumlarõnda… O arada aklõmdan,
2010 Mayõsõ’nõn CHP geliş-
meleri geçince, onlara değin-
mektense, geçmişte dolaşmanõn
çok iyi bir görüş olduğunu dü-
şündüm… Gerçekten de, ben
sana şu 2010 Mayõsõ’nõn CHP
gelişmelerinden söz ederek ve
de onlarõ tazeleyerek canõnõ sõk-
ma durumlarõ yaratmamak için
“ne yapayımlardayken” zõp-
layõverdi belleğim, o 1984 yõlõ-
nõn Temmuz 7’sindeki SODEP
birinci kurultayõna; o hem buruk
hem onurlu günlere… (Musta-
fa Ağabey, insanoğlu onursuz-
luk sarmallarõnõ çok yakõnla-
rõnda duyumsadõğõ zaman, böy-
le gelişimlerin bulaşmadõğõ za-
manlara bir yolculuk mu yap-
mak istiyor ne?..)
Kurutaydaki övgüler
Hani o 1984’ün 7 Temmuz’u,
Ahmet Ünver’in 21. ölüm yõl-
dönümüydü de ben ilk ve tek
defa gömütüne varamadõm ya-
kõnmasõ yapmõştõm…
Hani kurultayda konuşmuş,
çokça da övgü almõştõm ya; es-
ki İzmir milletvekili ve senatö-
rü Kaya Bengisu ile aynõ gö-
revlerde bulunmuş, ayrõca İsmet
Paşa’nõn son CHP genel se-
kreterlerinden olma onuru da el-
de etmiş olan Şeref Bakşık’õ
kuliste ve de ayaküstü dinlerken
yanõmõza bir ikili gelmişti de,
tatsõz iğnelemelere tanõklõk eden
dakikalar yaşamõştõk ya… Val-
la bir âlemsin yaaa Mustafa
Ağabey... Nasõl da söyletiyorsun
o yanõmõza gelen iki kişinin
rahmetli Mahmut Türkme-
noğlu ve Deniz Baykal oldu-
ğunu… Âlemsin âlem; gerçek-
ten Mustafa Ağabey, gerçekten
de âlem…
Yok artõk, bir de iğnelemele-
rin ayrõntõlarõna girecektim...
O kadar da uyutamazsõn artõk,
beni... Haa bak ağabey, bir de
ondan 6-7 yõl sonrasõnõn ÇGD
Genel Başkanlõğõ ikinci adaylõ-
ğõnõn tartõşõldõğõ zaman var ya;
hani seni adaylõğa razõ edene ka-
dar dillerim damaklarõm kuru-
duydu ya...
Ben sana adaylõktan çekil-
meni getiren saçmalõklarõn ay-
rõntõlarõndan bahset der miyim
hiç Mustafa Ağabey? Demem...
Bilirim çünkü sen gereken yer-
de ve zamanda onlarõn tümünü
seriverirsin ortalõklara…
Aslõnda bunun bir örneğini de
Cumhuriyet’i ele geçirme ope-
rasyonunu savuşturup yeniden
yerlerinize geçince pek güzel de
vermiş bir eski tüfek olarak, bi-
lirsin bu işleri, diyebilirim… Di-
yemez miyim, Ekmekçi; sen
de ara sõra karõşõver lafa da, bi-
raz delikanlõlõk eklensin şu geç-
mişten dökülen dolaşmalarõmõ-
za… İyi olmaz mõ öylesi de ol-
sa?.. Elbet olur; hem de pek gü-
zel olur..
Ufaklık Ekmekçi
Mustafa Ekmekçi’nin ve da-
hi Mustafa Ağabey’in, yeni bo-
yutundaki düşünce ve duyum-
sal enerjisinden oluşan 13 ya-
şõndaki Ekmekçi, bazen senin
bilmediğin yerlerde de işler
var. Tamam o zaman bizler
yetmişlikler, seksenlikler ko-
nuşuruz; “Sen de dinler öğre-
nirsin, yeni gidiş yollarını be-
lirlemende, öylece elinden tu-
tuversinler diye”… Örneğin
1993’ün Eylülü’nde, “arabada
Müjdat da (Gezen) varken 6-
7 ay sonra yapılacak olan se-
çimlerde gelecek yeni beledi-
yenin bize doğru bakmadığı-
nı söylediğim zaman”, hem
Mustafa Ağabeyimin hem de
Mustafa Ekmekçi’nin hüngür
hüngür ağladõğõnõ öğrenmiş
olursun, ufaklõk Ekmekçi…
Anlaştõk mõ?.. Tamam o zaman.
Bundan sonra “bu minval üz-
re” devam ederiz… Unutma sa-
kõn, yeni konuşmalarõmõz 365
gün sonra. Göz açõp kapayana
dek geçiverir, bilesin… Buralar
böyle oldu artõk… Her yerlerde
“akıllar şinanay”… Hatta Tür-
kiye’mizi, cumhuriyetimizi kur-
muş, geliştirmiş olan yapõlan-
malarda bile!.
Ertan ÜNVER Eski Torbalõ Belediye Başkanõ
Deniz Fenerlerinde Hüzün
B
izim kuşağõn denizlerde olduğu dö-
nemde köprü üstündeki sorumlu
adamõn “Şu anda ben nerdeyim”
sorusuna cevap vermesi yani geminin ne-
rede olduğunun saptanmasõ ve haritada be-
lirtilmesi -buna “mevki koymak” denir-
için yararlanõlan ve seyir yardõmcõlarõ de-
nilen şeyler köprü üstündeki bildiğimiz
manyetik pusula, bazõ gemilerde sahil is-
tasyonlarõnõn yayõmlanan kod seslerini
dinlediğimiz DF (Direction Finder) ve Ec-
ho Sounder (Derinlik ölçer) denilen alet ile
Ay, Güneş ve yõldõzlarõn ufuktan yüksek-
liklerini ölçmekte kullandõğõmõz geçmişi
yüzyõllarca gerilere uzanan sextant olarak
bilinen bazõ basit araçlardõ. Teknolojideki
akõl almaz gelişmeler bizden sonraki de-
nizcilerin kullanõmõna radar, cyro pusula,
GPS, AIS, MDS ve benzeri çeşitli seyir yar-
dõmcõlarõnõ sağladõlar.
Ancak bütün bunlarõn dõşõnda insanlarõn
ekmeğini, geçimini ve güvencelerini de-
nizden sağladõğõ antik çağlardan bu yana de-
nizde gezenlerin her an için “Ben şu anda
neredeyim” sorusuna cevap bulmakta en
temel hizmeti veren yardõmcõnõn, “deniz fe-
nerleri”nin son durumundan söz etmek is-
tiyoruz.
Önceleri insanlarõn kõyõlardaki yüksek ka-
yalõklarda yakõlan ateşler şeklindeki işaretler
olan deniz fenerleri giderek bütün dünya ül-
kelerinin kõyõlarõnõ, kuleleri, kulübeleri
değişik karakterlerdeki õşõklarõ ile donattõ-
lar. Tarihi gelişimleri sürerken fener õşõğõ-
nõn bildiğimiz kaynağõ olan odun ateşi gi-
derek doğalgaz, elektrik ve son olarak da
güneş enerjisi oldu. Yalnõz, denizcilerin
sözünü ettiğimiz o temel sorusuna cevap
vermenin yanõnda her zaman denizcilerin
dõşõndaki insanlarõn da şiirsel ve gizemli bul-
duklarõ yapõlar olageldiler. Deniz fenerle-
rinin bakõm tutum ve kullanõlmasõndan
sorumlu “fenercilik ya da fener bekçili-
ği” işi de kõyõlarõn çoğu kez en ücra ve ula-
şõlmasõ zor noktalarõnda hemen her yerde
babadan oğula geçen ve sürdürülen bir hiz-
met oldu.
Çağdaş teknolojinin sözünü ettiğimiz, de-
nizcinin kullanõmõna sunduğu araç ve yar-
dõmcõlarõn gelişimi sürüp giderken bu ge-
lişim çeşitli ve şaşõrtõcõ elektronik ürünlerle
öyle bir noktaya ulaştõ ki yõllar hatta yüz-
yõllar boyu kõyõlarõ süsleyen bu kõyõlarda-
ki tarihe hiç bozulmamõş bir suskunlukla ta-
nõk olan deniz fenerlerinin işlevi artõk ne-
redeyse sõfõrlandõ. Şimdi artõk dünyanõn bir-
çok yerinde gerçekten çok etkileyici görü-
nümlere sahip noktalarda suskun bir hü-
zünle dimdik duran fener kuleleri ve irili
ufaklõ kulübeleri, lojmanlarõ gelip geçen in-
sanlarõn özellikle kõsa tatil gezilerinde uğ-
rayõp mola verdikleri, yiyip içip nefes ke-
sen görüntülerden etkilendikleri nostalji
merkezlerine dönüştüler. Amerika ve Av-
rupa kõyõlarõnda başlayan bu dönüşüm so-
nunda ülkemize kadar yayõldõ ve bu işe en
güzel, en unutulmaz görünümlere sahip fe-
nerlerimizden başladõ.
Artõk en temel özelliği üzerinde bulun-
duklarõ kõyõlardaki tarihin “suskun tanık-
ları” olagelmiş deniz fenerlerinin yaşa-
mõnda daha da düşündürücü, daha da derin
bir hüzün dönemine gelindi. Yõkõlmanõn çir-
kinleşmenin korkunç gelişimi içinde deniz
denilen güzelliğin bekçisi de olagelmiş fe-
nerlerin daha nice hüzünlere değişimlere ta-
nõklõk edeceğini büyük bir kahõrla düşü-
nüyorum. Gelecekte anlatõlmaz güzellikleri
ömür boyu izlemiş deniz fenerlerinin sõra-
dan bir meyhane, kumarhane ve benzeri yer-
lere dönüştüğü günlerde artõk yaşamõyor ol-
mayõ diliyorum...
Oktay Sönmez: Uzakyol Kaptanõ, İTÜ De-
nizcilik Fakültesi Öğretim Görevlisi
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
Artõk en temel özelliği üzerinde bulunduklarõ kõyõlardaki tarihin “suskun
tanõklarõ” olagelmiş deniz fenerlerinin yaşamõnda daha da düşündürücü,
daha da derin bir hüzün dönemine gelindi.
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Rüzgâr ve Yelken
BİRKAÇ gündür, bir “rüzgâr” lafıdır gidiyor.
Kılıçdaroğlu olayıyla esen hava çok şeye
gebeymiş ve çok şeyi değiştirebilirmiş.
Sanki çok şeyi değiştirecek rüzgâr bir süredir
hiç esmiyormuş gibi.
Son anayasa değişikliği girişiminden beri
esmekte olan bir rüzgâr yok muydu?
Referendumdan sonraki genel seçimde
AKP’nin yine tek başına iktidara gelmesi
olasılığı tam bir kötümserlik rüzgârı estirdi. Bu
olasılık, aslında cumhuriyetin geleceğini
düşünenlere ürperti vermedi mi? Peki, o hava
cumhuriyetçileri niçin kamçılamadı ve çok şeyi
değiştirmeye zorlamadı onları?
Yoksa, Namık Kemal’den beri “Bulunur
kurtaracak bahtı kara maderini” diye hep
birilerinin çıkıp ülkeyi kurtaracağından emin
olarak hiçbir şey yapmadan bekleşmedi mi
yetmiş beş milyonluk koskoca bir toplum?
Bundan sonra da bu büyük beklentinin
bütün yükü Kılıçdaroğlu’nun omuzlarına mı
yüklenecek?
Onun bu beklentiyi karşılayabilmesi,
böylesine edilgen bir toplumun rüzgârına
güvenmekten daha çok, nesnel koşulların
rüzgârını yakalamaya ve bu amaçla gerekli
yelkenleri açmaya yönelik bir tutum
sergilemesine bağlıdır.
Herhalde sadece yolsuzluk avcılığıyla
başarılabilecek bir iş değil bu. Öyle hedefler
seçilmeli ki bunlar hem ekonomik bakımdan
doğru olmalı, hem de o hedeflerin
gerçekleştirilmesinde geçim sıkıntısı çeken
insanların katkısı sağlanarak iktidar kavgasında
onların desteği kazanılmalıdır. Örneğin,
işsizliğin, daha doğrusu üretimsizliğin
giderilmesi, ister istemez, zaten CHP’nin
oklarından biri olan devletçiliğin yeniden
devreye sokulmasını gerektirecektir. En
azından, tek tük elde kalmış Et ve Balık
Kurumu gibi birkaç kamu işletmesinin satışını
durdurmaya çalışmak ve o işletmelerdeki
emekçileri bu çabanın içine çekmek.
Bir yandan ekonomiyi düzeltirken bir yandan
da insanları kazanmanın çareleri bulunamaz mı?
Aynı yöntem, Güneydoğu sorununun
anahtarı olarak ciddi bir toprak reformu
programıyla meydanlara çıkmak, hem bir
ulusal davayı çözmenin hem de bölge insanını
kazanmanın çaresi olarak düşünülemez mi?
Bir komplo girişimin tarumar ettiği politika
sahnesinin yıkıntıları üzerinde yeni bir parti
yönetimi kurulurken estiği söylenen coşku
rüzgârı, sadece bir siyasal partideki tıkanmayı
açmaya ve o yapıdaki dağılış tehlikesini
önlemeye yaramış olmakla kalmamalı, ülkenin
sorunlarını ülkenin insanlarıyla birlikte çözmeye
yönelik bir iktidar stratejisinin oluşturulmasına
da katkıda bulunmalıdır. Rüzgâr doğru
yelkenlerle doğru amaçlar için kullanılmazsa,
önce tozu dumana katıp sonra da aynı tozla
dumanı temizlemekten başka bir işe
yaramamış olmaz mı?
mumtazsoysal@gmail.com