10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Ahlak ve Siyaset MERİÇ VELİDEDEOĞLU Bir yılı aşkın bir süre gazetemizin bahçesinde, “Ergenekon Davası” denilen “hukuk”u “mukuk”laştıran olayı kınamak için “simgesel” bir “eylem” sürdürdük. Yazarlarımız M. Balbay’ı, ardından Prof. Dr. E. Manisalı’yı bu “mukuk”a dayanarak tutukladıkları anda başlattığımız bu “Simgesel Eylem”i, daha sonra Balbay’ın ve T. Özkan’ın “çağrı”larına uyarak “Nisan” ayından bu yana “da” Silivri’de “Duruşmaları İzleme Eylemi”ne dönüştürdük. Biz -kimi zaman 50, kimi zaman 60- “Simgesel Eylemci” “cuma”ları Silivri’de oluyoruz. Gidiş yolunda otobüste, genelde “Ergenekon” tartışmalarının biri biter, biri başlar; gençler haklı olarak, daha da ateşli sürdürürler konuşmalarını. Ama dönüşte, istesek de bozamadığımız bir sessizlik sürer gider çoğu zaman... Çünkü uzun saatler alan bu duruşmalarda yaşananlar, dolayısiyle yaşadıklarımız insanın içini ezik, ezik eziyor; “İsyan”ı da aşan bir duygu bu. Atatürk’e, Anıtkabir’e gitmek, Söylev’i (Nutuk) okumak, Cumhuriyet gazetesinin şubesini “terör merkezi” olarak görmek “iddianame”de yer alıyorsa; Cumhuriyet’in verdiği Atatürk “posteri”nin iddianamede yeri varsa; 16 ay, 18 ay, 20 ay, 24 aydır tutuklu insanlar; “Bu dava daha kaç yıl sürecek?”; “Suçum ne, bunu ne zaman öğreneceğim?”; “Ben neden buradayım?” diye soruyorsa, duruşmalarda bunlar seslendiriliyorsa, “insan” denen canlının “dayanç” (sabır) sınırı aşılmış olmuyor mu? 14 Mayıs Cuma günkü duruşmada da yine bu sorular, koca salonu çınlattı durdu... Balbay: “Delillerle oynamak cinayettir!” diye adeta haykırdı... Bir ara da, o gün kendisine ulaştırılan mektuplardan, destek yazılarından söz etti. Bunların arasında Cumhuriyet’in “Kahve Ocağı”nın çalışanı Şenol Buran’dan gelen de vardı. Şenol, gazetenin bahçesindeki “Simgesel Eylem”e daha ilk gününden başlayarak katılmıştı. Ayrıca “eylem” boyunca bize çay dağıtmayı bir kez olsun aksatmadı. Her eylem günü, saat “12”de yanıma gelir, çayı verir: “Siz çayınızı için, biraz dinlenin!” der elimden pankartı alıp eyleme katılırdı. İşte bunu “da” hiç aksatmadı. Şimdi de mektubuyla Balbay’ın yanındaydı. Üstelik ayrı bir özen göstermiş, “yemyeşil” bir kâğıda yazmış söylemek istediklerini. Balbay, bu “yeşil”liği göstererek okudu mektubu. Ardından: “Bizim Silivri” hep “beton”; toprak hiç yok ki yeşillik olsun! dedi. Demek “onca” özlemin yanında bir “de” bu “özlem” vardı... Balbay’dan sonra konuşan T. Özkan da bir ara: “Yeşillik için kuru soğanı ‘cücük’lendiriyoruz; binadaki ‘rutubet’ten dolayı duvarlarda oluşan ‘yosun’lara teşekkür ediyoruz...” deyince, o yeşil kâğıdın anlamı daha bir “yeşil”lendi. Ayrıca konuşması ilerledikçe Özkan: “Ben suçsuzum! Suçsuzluğumu ‘ispat’lamamı benden isteyemezsiniz!” diye haykırmaktan da kendini alamadı. Onun bu haklı isyanı, iki haftadır sinemalarda gösterimde olan “Soraya’yı Taşlamak” filmindeki İranlı Süreyya’nın aynı doğrultudaki “yakarış”ını anımsattı. Süreyya “zina” ile suçlanıyordu. Oysa, kasabanın “yönetici”si ile söz sahiplerinin “çıkar”ları için “tertip”ledikleri alçakça bir iftiradır “bu”. Genç kadın: “Ben masumum, masumum!” dedikçe, hoca efendi (molla) ve muhtar: “Öyleyse ispatla!” diyorlardı. Kuşkusuz biliyorlardı Süreyya’nın bunu ispatlayamayacağını... Film, İran’da yaşanmış bir “recm” olayını en ince “ayrıntı”larıyla anlatıyor. Demek, “Şeriat Hukuku”nda bu tür “İspatla!” oyunu da geçerli... Ama “çağdaş”, “laik” bir hukuk düzeni, böyle bir tutum içinde değildir, olamaz ki... Peki, “Silivri Kampı”nda tutulan bu insanlar neden “koro” halinde: “Suçsuzluğumuzu ispatlamayı bizden isteyemezsiniz!” diyorlar... Süreyya’nınki gibi bir “tertip” mi söz konusu? Neden “Ergenekon Tertibi” deniliyor, yazılıyor? Neden “tutuksuz yargılama”, “defalardır”, “İkiye Bir” duvarını aşamıyor? Bunların “yanıt”ları vardır kesinlikle; öyle değil mi? Duvardaki Yosun [email protected] SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS 2010 CUMA 16 CHP’de ne oluyor: Kızgın Baykal’ı soğutmaya çalışıyorlar! Koruma Recep Güven: “Bu halk eğer bu kadar çok seviyorsa Recep’in çevresindeki maganda kılıklı korumaların sayısı her geçen gün niye daha çok artıyor!” Güç Gökhan Binzat: “Harp Akademileri Komutan Yardımcısı’nı da tutukladılar. Güçlü Genelkurmay Başkanı’nın güçlü ordusu!” İnkar Ahmet Önen: “Bakanları her yanlışında istifaya çağıranların, Baykal’ı istifadan vazgeçirme çabası, insanın kendini inkarıdır!” YağmurDeniz Fener bütün dünyayı yener! FENERBAHÇE Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım, düzenlediği basın toplantısında, kaçan şampiyonluk üzerine stadı yakan sarı-lacivertli taraftarlar gibi spor camiasını yaktı, yıktı! Yıldırım, bazen alaycı bazen saldırgan üslubuyla belki kendini ve taraftarlarını tatmin etmiştir. Ama hiç de iyi etmediği ortada. Kendisi de sözünü etti; herkesin Fenerbahçe’ye karşı olmasından yakındı, kulüpler arasındaki rekabeti başka ortamlara taşıdı. “Herkes bir gün Fenerbahçeli olacak” dedikten sonra ne bekliyordunuz ki! Böylesine faşizan bir sözle ancak iki sonuca varırsınız. Ya herkes Fenerbahçeli olur ve hiçbir rakibiniz kalmaz ki sizin de varlığınızın bir anlamı olmaz ya da rakipleriniz size karşı sizden daha büyük bir cephe oluşturur ve altında ezilirsiniz. Fenerbahçe yönetiminin oturup yeni bir strateji belirlemesinde yarar var. Öncelikle şu büyüklük kompleksini üstlerinden atmaları, rakiplerini küçük görme alışkanlığından vazgeçmeleri gerekiyor. Kimse “en büyük benim” demekle büyük olmuyor. Büyüklüğün alçakgönüllülükten geçtiğini anlamak o kadar zor olmamalı. Yoksa Fener gider bütün dünyayı yener bizim takıma gelince püf diye söner! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ZONGULDAK Karadon’da grizu patladı, maden ocağı çöktü. Patlamadan üç gün sonra, toprak altında kalan 30 madenciye ancak dört gün sonra ulaşılabileceği açıklandı. Fakat bu nasıl hesapsa ertesi gün cesetlere ulaşıldı. Civanımın padişahı Fatih Sultan Recep, Zonguldak’a gitti ve “Ne yapalım takdiri ilahi. Madenci oldu mu bunu (ölümü) göze alacaksınız. Şükredin ki bir işiniz var. Yapacak bir şey yok” dedi. Hayır, var! Grizu patlaması doğal bir olaydır ama maden ocağının çökmesi ve işçilerinin göçük altında ölmesi Allah’ın takdiri değildir. Kömür ocaklarındaki patlamaların ve ölümlerin sorumlusu madeni işleten şirketin veya devlet kurumunun yetkilileridir. Yeraltında kömür üretiminde temel ilke “önce emniyet”tir. Hele Zonguldak gibi gazı bol ve cevher yapısı zor bir bölgede “emniyet”in önemi çok daha büyüktür. Ama siz “önce para” derseniz ve can güvenliğini göz ardı ederseniz sorumluluğu Allah’a yükleme acizliği içine düşer; halkı da “şükredin ki bir işiniz var” diye kandırdığınızı sanırsınız. 7 Mart 1983’te Zonguldak Kandilli’de grizu patlamış ve 103 maden işçisi ölmüştü. 103 işçinin yaşamını yitirdiği ocağa patlamadan üç yıl sonra Ümit Kıvanç arkadaşımla birlikte inmiş ve Cumhuriyet’te uzun bir yazı dizisi hazırlamıştık. Hey Anadolu kitabından bir alıntıyla patlamanın olduğu ocağa inmeye çalışıyoruz: “Artık yerde ray yok. Kömürün içinde oyulmuş bir oyuk burası. Basık ve dik. Nefeslik diyorlar buraya. Ocağın nefesliği, pis havanın çıktığı yer. Bizim ‘ocak’ diye bildiğimiz, ‘maden ocağı’ dediğimiz yere de madenciler pano diyorlar. Pano, yerin altındaki damarda kömürün çıkarıldığı bir birim. Damarın içinde birden fazla pano oluyor. Nefeslikten pis hava çıkıyor ya, hemen oraya grizu ölçüm aygıtı yerleştirilmiş. Büyük facia sırasında, yeryüzündeki tahlisiye istasyonunun deposunda duran aygıt bu! Aygıt, panodan çıkan grizu miktarını her saniye ölçüyor. İbresi, yüzde 1 oranına göre otomatiğe bağlanmış. Yüzde 1 olunca, elektrik düzenini kesecek. Şu andaki grizu binde 1.” Depoda saklanan grizu ölçüm aygıtı yeraltında çalışıyor olsaydı Kandilli’de 103 işçi ölmeyecekti. Karadon’da 30 işçinin diri diri gömülmesi takdiri ilahiymiş. Sen onu benim külahıma anlat! Kömür KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Fizikte enerji, elektrik yükü, açõsal momentum ya da başka niteliklere ilişkin birim. 2/ Şa- şõlacak kadar çirkin olan şey... İçine su- lu şeyler konulan kap. 3/ Çiftçilikte toprağõ işleyerek ürüne ortak olan kimse... Derviş se- lamõ. 4/ Grinin çe- şitli tonlarõ kullanõ- larak yapõlan ve kabartma izlenimi uyandõran resim. 5/ İnatçõ... “Çalma, hõr- sõzlõk” anlamõnda argo sözcük. 6/ Asker... Deri, tahta gibi şeyleri kazõ- makta kullanõlan ve iki ucunda da sapõ olan eğri bõçak. 7/ Demir elementi- nin simgesi... Maden kül- çelerinin eritilip arõndõrõl- masõ. 8/ Divan şiirinin en ünlü adlarõndan biri... Tavlada “üç” sayõsõ. 9/ Paylama... Neden, sebep. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tuzak, hile, dalavere... Bir nota. 2/ Kuyruksokumu ke- miği... Söz geçirme, yaptõrabilme gücü. 3/ Konuşma ya da okuma sõrasõnda bir hece ya da sözcüğün diğerlerinden da- ha baskõlõ söylenmesi... Sõkõntõ verme, üzme. 4/ Mübala- ğa... Tümör. 5/ Kitap getirmemiş peygamber... Kadõnla- rõn omuzlarõnõ örtmek için kullandõklarõ geniş atkõ. 6/ Ka- radeniz’in kuzeyindeki iç deniz... Duman lekesi. 7/ Telli bir çalgõ... Zayõf, kuru, sõska. 8/ Camilerde iki minare ara- sõna gerilen ipler üzerine elektrik ampulleriyle yazõlan ya- zõ ya da yapõlan resim... Hatay ilinde bir õrmak. 9/ Kenar süsü... Bal, yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K I R L A N G I Ç I R A P A R S A R F A R İ L K L A Y T E R A Ş A K A Ç A T K I N Ü A S K I R G K S U N A I L I M N A R E Ç A L A K Z İ L 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Her şerrin elbette bir hayrı da vardır. Bu sözü fazla mistik - metafizik bulduysanız… Buyurun diyalektik olanına: “Her sorun aynı zamanda bir fırsattır!” Kaset iddiası rezilliğinin hayırlı yanı da var. Topluma ahlak ve siyaset üzerine yeniden düşünme fırsatı sunmuş oldu. Ahlak nedir? Ahlak, ne yeni siyasal konumlar - durumlar yaratmak içindir, ne kınamak ve cezalandırmak için.. Ve ne de baskı altına alıp siyaseten yok etmek içindir!. Bunlar için seçim vardır. Yargıçlar, savcılar ve hapishaneler vardır. Ahlak özgür ve serbest tercih olanağı bulunan yerde vardır. Bir mağazada parasını vermeden bir şeyi cebimize atmaktan bizi alıkoyan tepemizdeki kameralar ve yakalanmak korkusu ise pek ahlaklı sayılamayız. Olsak olsak hesaplı oluruz! Ahlak, kendine saygı duygusundan başka bir şey değildir. Barbarlığa, zulme, işkenceye karşı çıkmak için de ayrı bir kural gerekmez. Kazaya uğrayan bir çocuğa, iftiraya, komploya uğrayan birine yardım ve destek için de ayrı bir ilkeye, bir dayanağa ihtiyaç yoktur. Özsaygı ve cesaret yeterlidir. Siyaset işte bu noktada kendini gösterir. Ünlü Fransız düşünürü Alain’in ünlü sözü ilahi bir uyarı gibidir: - Siyaset üzerine düşünmek zorundayız; eğer bunu yapmazsak bir gün zalimce cezalandırılırız! Bugün toplumun çok büyük bir kesimi bu zalimce cezalandırılma sürecini yaşıyor. Başımıza gelen-geçen AKP iktidarı siyaset üzerine yeterince düşünmemenin bir cezasıdır. Siyaset günlük hayatın ikinci derecede ve burun kıvrılacak bir etkinliği değildir. Siyaset gücü ele geçirme, onu elde tutma ve kullanma sanatıdır. Aynı zamanda onu ele geçirmenin başka bir yolu da yoktur. AKP ve liderinin hangi güçlerle ittifak ederek 8 yıldır bu gücü elinde tuttuğu üzerinde biraz düşünmek gerekir. Bir halkın siyasetten uzak durması, kendi gücünü reddetmesi, sorumluluktan kaçmasıdır. Bunun için, Âşık Mahzuni’nin adeta bu iktidar için söylediği türküsünü anımsamanın zamanıdır: “Kendim ettim kendim buldum/Elimle belaya girdim/Ahh..” Siyasetin sınırları yoktur. Ahlakın ise vardır. İşsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu yenmek için ahlaka güvenmek, hamamda türkü söylemektir. Siyaset bencilliğin karşıtı değildir. Ahlak ise öyledir. Siyaset başkalarını düşünme biçimi değildir. Fransız düşünürü Andre Comte-Sponville’ye göre siyaset “akıllı ve toplumsallaşmış bencilliktir!”... Ahlak özünde çıkar gütmez. Oysaki siyaset çıkara dayanır. Ahlak evrenseldir ve evrensel olmaya yönelmiştir. Ahlak yalnızdır. Siyaset ise özeldir ve kolektiftir. Bu nedenle ahlak siyasetin yerini, siyaset de ahlakın yerini tutamaz. Elbette siyasete de ahlaka da ayrı ayrı ve birlikte her toplumun ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı hiçbir kavram-olgu karşılayamaz. Din bile karşılayamaz. Bu gerçeği, tarihin en yaygın ve geniş din eğitimi almış kadrolarına sahip AKP iktidarı yeterince kanıtladı. Siyaseti “meslek” edinenleri iyi izlememiz gerekir. Yetenekleri ve erdemleri hakkında çok fazla yanılgıya kapılmaksızın, kamusal çıkara gösterdikleri özene de yakından bakmamız gerekir. Siyaset, siyaset yapanlara lanet okuyarak saygınlığa kavuşturulamaz. Demokratik bir toplumda nasıl bir siyasetçiyi hak ediyorsak ona sahip olabiliyoruz. Siyasetin ahlaka teğet geçtiği tek nokta da belki budur. (CHP ve Deniz Baykal’ın başına gelene ve getirilenlere bir de bu açıdan bakmak ve bunun üzerinde düşünmek gerekir.)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle