Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 4 NİSAN 2010 PAZAR
12 PAZAR YAZILARI [email protected]
Tepedeki
Anneler
Washington ile ilgili
politikanõn
dõşõnda merak edilen
konulardan biri de insan
ilişkileridir.
Türkiye’den gelen
tanõdõk ve dostlar
sohbetin bir noktasõnda
mutlaka bunu sorarlar.
“Ee Amerikalılar
nasıl?” ya da “Sosyal
yaşantınız renkli mi?”
gibi. Bu sorulara
yanõtõm hiç değişmez:
“Washington
sakinlerinin çoğu 24
saate programlanmış
politika robotudur ve
burası gerçek bir
kentten öte sürekli
beyin fırtınalarının
yapıldığı bir
kampustur.”
Karşõmdaki doğal
olarak inanmaz buna.
Çünkü filmlerde
gördüğü ABD imajõna
uymaz. Pek çoğu da
“Washington’da dost
edinmek istiyorsan
kendine bir
köpek al”
sözünü
duymamõştõr
haliyle. Eğer
karşõmdaki
çok üstelerse,
burada en
içten ve sõcak
gördüğüm
(politika
makinesiyle ilgisi
olmayan) insanlarõ sanal
ortamda bulduğumu
söylediğimde ise iyice
şaşõrõr. Bilgisayar
başõnda dostluk ancak
ABD’ye yakõşõr bir
şeydir onlara göre.
Sözü uzatmayalõm;
ABD Kongresi’nin
bulunduğu semte
Capitol Hill denir. Yani
Kapitol Tepesi. 19.
yüzyõldan kalma kimisi
eski kimisi onarõlmõş,
irili ufaklõ evlerin dizi
dizi uzadõğõ, küçük
bahçelerin, yaşlõ
ağaçlarõn ve parklarõn
iyice yeşile boyadõğõ bir
semttir Kapitol Tepesi.
Washington’õn tam
içindedir ama kendine
has küçük köy havasõyla
günlük uğultudan çok
uzaktaymõş hissi verir.
İşte bu mahallede
oturma şansõna erişmiş
biri olarak, sadece
Kapitol Tepesi’nde
yaşayanlarõn daha
doğrusu annelerin sosyal
iletişim ağõnõ da tanõmõş
oldum. Moms On the
Hill (Tepedeki Anneler)
kõsa adõyla MOTH
benim son dönemde bu
kentteki en önemli
kõlavuzum haline geldi.
2001 yõlõnda oluşturulan
bu yahoo grubunun
bugün 3099 üyesi var ve
bu sayõ her gün artõyor.
Bir grup annenin
başlattõğõ bu oluşumda
annelikle ilgili ya da
değil, her türlü
sorununuzu gündeme
getirebilirsiniz. Grubun
üyelerine e-posta ile
düzenli yolladõğõ
bültenlerle semtte ya da
kentin başka bir yerinde
olan bitenden bir anda
haberiniz olur. İlanlarda
hibe edilen bebek
eşyalarõ, kedi bakõmõ,
sokakta kaybolmuş bir
çocuk ayakkabõsõ, bebek
emzirme yöntemleri,
kentteki en iyi çocuk
doktorlarõnõn listesi,
mahalledeki hõrsõzlõk
olaylarõ ya
da şüpheli
durumlar,
okullar,
dadõlar,
anneleri ve
babalarõ bir
araya
getiren
piknikler,
konserler,
etkinlikler ya da
toplantõlar, satõlõk ev,
araba, eşya, õvõr zõvõr
gibi her türlü bilgi yer
alõr. Bununla da bitmez.
Kendinizle, bebeğinizle,
eşinizle ya da bambaşka
bir konuyla ilgili her
türlü soruyu üç bin
kadar üyeye gönderip
onlarõn deneyimlerini,
görüşlerini, uyarõlarõnõ
da öğrenebilirsiniz. Hem
de yanõt aynõ gün gelir.
Üstelik bunun için tek
kuruş bile ödemeden.
Kimsede “Ben bu
yardımı yaptım
karşılığında bunu
isterim” tavrõ olmaz.
Amaç yardõmlaşmak,
dertleşmek,
paylaşmaktõr. Sanal olsa
da içtenliğin satõrlara
döküldüğü bu sosyal ağ
sonuçta arkadaşlõklarõn
kurulmasõna da yol açar.
Neredeyse üç bin Güzin
Abla gibidir MOTH;
tõklaya tõklaya
dertleşilir.
[email protected]
Her köşeye bir
kokoreççi...
Bazõlarõ iflah olmaz “dinozor”lardõr. Siz
kulak asmayõn onlarõn milyonlarca yõl
önce soyunun tükendiği dedikodularõna. Daha
geçenlerde binlercesiyle beraberdim. Fransõz
solunun geçen 14-21 Mart’ta düzenlenen
bölge seçimlerinde kazandõğõ “ara” zafer
hepsini yeniden kanatlandõrdõ, adeta
“kuetzalkoatlus” (12 metrelik uçan dinozor)
kõldõ. Seçim sandõklarõnõn da onayladõğõ
“umut” 2 gün sonra, 23 Mart’ta yaklaşõk 800
bin kişiyi sokaklara döktü. “İş, ücret,
emeklilik... Aynı kavga! Kamu, özel... Hep
beraber kazanacağız!” sloganlarõ
gökyüzündeki son bulutlarõ da dağõtmõştõ
sanki. Uzun ve ağõr bir kõşõn ardõndan Paris’e,
Fransa’ya põrõl põrõl bir bahar gelmişti.
Kõrmõzõ, mor, turuncu, sarõ, beyaz renklere
bürünmüş yürüyüş kortejleri caddeleri yõllõk
uykusundan uyanan doğaya çevirmişti. Cõvõl
cõvõl mekânlar, meydanlarda hak talepleri
haykõrõşlarõ arasõndan 13 Mart’ta yitirdiğimiz,
Fransõz şanson geleneğinin “yoldaş”
şarkõcõ/şairi Jean Ferrat’nõn sesi, nağmeleri
yükseliyordu.
Elden ele kahkahalarla dolaşan, havalarda
uçuşan bir bildirinin ilk yüzünde sağ gözü
şişmiş, morarmõş bir Sarkozy fotoğrafõ yer
alõyordu. Resmin üstünde “1. raunt”
yazarken, altõnda PCF (Fransõz Komünist
Partisi /FKP) ibaresi ve bir boks eldiveni yer
alõyordu. Aslõnda gerçek 2. raunta daha 2
yõl var. Her ne kadar komünistlerin
düşleri Hollywood’un Pixar
(canlandõrma filmleri uzmanõ)
stüdyolarõnda üretilen
“kuetzalkoatlus”lar kadar gerçekse de
somut olan Fransõzlarõn iktidara attõğõ
okkalõ bir “yumruk”. Buralarda yaşanan
olgu Avrupa’da, hatta belki Latin
Amerika hariç dünyada nadir “umut”
veren muhalefetlerden birini oluşturuyor.
Azõcõk içinden bakmakta yarar var. Öncelikle
Fransõz kõlõklõ, ama şahsõnda Berlusconi-
Bush-Erdoğan-Putin alaşõmõ “evrensel ve
çağdaş”(!) bir kişilik oluşturan Sarkozy’nin
delikanlõlõğõ “çizildi”. Yalnõzca bölgesel
seçimler öncesi kamuoyu araştõrmalarõnda
gittikçe netleşen güvenilirliğinin tepetaklak
düştüğü gerçeği onaylanmakla kalmadõ. UMP
(Halkçõ Hareket) listeleri, oy kullananlarõn
dörtte biri, kayõtlõ seçmenlerin de sekizde
birinin desteğini sağlayabildiler. Ne soldan
devşirdiği “açılımcı liberal” sol isimler, ne
merkezden kapattõğõ “akil adamlar”, ne de
dinci, milliyetçi aşõrõ sağdan semirttiği,
sömürdüğü õrkçõ, ayrõmcõ “argüman ve
fikirler” onlarõ kurtaramadõ. İlk turda yüzde
27, ikinci turda yüzde 35.4’e düşerek
tarihi rekorlarõnõ egale ettiler. Ve de en
önemlisi Cumhurbaşkanõnõn, 2012
başkanlõk seçimi için kendi
cephesi içersindeki “rakipsiz
lider” imgesi çözüldü.
Seçimlerin birinci derecede
ikinci saptamasõ, ilk turda
yüzde 46.36’ya düşen katõlõm
oranõnõn, bir hafta sonra
sadece yüzde 51.1’e
yükselebilmesinde
yatõyordu. Her iki
Fransõzdan biri seçim sandõğõna
gitmek gereğini duymamõştõ. Bu
acõklõ veriyi Fransõzlarõn
demokrasiye olan güvenlerinin
sarsõlmasõ diyecek kadar ileri
gidemeyiz, fakat
tüm gelişmiş
toplumlarõ
belli düzeylerde etkileyen bu olgunun
vahameti daha genel planda sorgulanmasõ
gereken bir sorun olduğu kesin.
Üçüncü saptama Sarkozy’ye ödünç giden,
“dini-imanı-milliyeti-kanı has ve bütün”,
tekmili birden gerici oylarõn en hakiki sahibi,
aşõrõ sağcõ FN, “Milli(yetçi) Cephe”
hareketine döndüğünü gösteriyordu.
Fransõz başbuğu Jean-Marie Le Pen
yüzde 21 alõrken, kõzõ Marine Le Pen
Kuzey’de işsizlik ve õrkçõlõğa
kapõlanlardan yüzde 17’lik tepe
skorlarõnõ topluyordu. İnsanlõğa
düşman baba-kõz ikilisi ülke
genelinde cehalet merkezli
kõşkõrtmacõlõk primlerini yüzde 9.4
oyla taçlandõrõyorlardõ. Sarkozy’den
seçmen koparmalarõna bile sevinemiyorduk.
Tek gerçekten sevindirici sonuç ve olumlu
ders, kimilerinin “dinozorlar” diyerek
tarihe gömmek küstahlõğõnõ gösterdiği
“sol cenah”tan geliyordu. Esas
itibarõyla Sosyalist Partisi, Avrupa
Ekoloji (Yeşiller) ve FKP’nin
öncülüğünü yaptõğõ Sol
Cephe hareketinden
oluşan “Fransız Solu”,
tarihi 1981 zaferinden
beri ilk kez toplam
yüzde 54.1’lik
kendilerinin dahi inanamadõğõ bir sonuca imza
atõyordu. Üç hareketin liderinin de kadõn
olmasõ, sõrasõyla Martine Aubry, Cécile
Duflot ve Marie-George Buffet varlõğõ bu
süreçte kuşkusuz temel bir etken. Emekçilerin,
orta halli kesimlerin Sarkozy’nin kişiliği
ötesinde temsil ettiği sistem ve yöntemlerin
başarõsõzlõğõ ve de hepsinden önemli solun
birliği bu 1. rauntu “dinozorlar”õn
kazanmasõnõ sağlamõştõ. Milliyetçilik
bataklõğõnda patinaj yapõp “Ben sosyal
demokratım” diye saf aldatanlarõn veya “Ben
tek doğru sol”um deyip, yüzde 0.01’e talep
olanlarõn, parti tabelasõ asõldõğõ an bölünüp
yüzde 0.001’e oynadõklarõ bir ülkenin iyi
niyetli aydõnlarõna Fransa solu değil Fransõz
solunu anlatmak bu satõrlarõn sõnõrlarõnda
epeyce zor ama olanaksõz değil. 23 Mart
yürüyüşünde uçan yüz binlerce
“kuetzalkoatlus” gibi geleceğe dair umut
beslemek istiyorsanõz çok basit, illavelakin
fevkalâde zor bir ilkeye inanmak
zorundasõnõz. “Demokrat”lõğõn aydõnlõk ve
ilericiliğe set çekmediği,
“Cumhuriyetçilik”in insan haklarõ ve
demokrasiye gölge düşürmediği bir birlikteliği
gerçekleştiremediğimiz takdirde “Ak”lar veya
“Haki”lerden daha çok medet bekleriz.
[email protected]
Beringen Belediyesi
Başkan Yardõmcõsõ
Türk kökenli politikacõ
Selahattin Koçak’õn
Flamanlar ile
Müslümanlarõn karşõlõklõ
klişe ve önyargõlarõnõ ele
aldõğõ “Wie Is Er Bang
Van De Islam? - Kim
korkar İslamdan” adlõ
kitabõ Bürgerhoff Lamberights
Yayõnevi tarafõndan yayõmlandõ.
Kitabõnda tabularõ yõkan Koçak, İslam
hakkõnda çok az Flamanõn bildiği
gerçekleri ortaya koyarken İslamla
ilgili problemli noktalarõ da dile
getiriyor. Selahattin Koçak kitabõ ile
ilgili olarak, “İslam hakkında
Belçika’da genellikle uç ve marjinal
insanlar radikal açıklamalar
yapıyor. Bu konuda rahatsızlığımı
daha önce birkaç kez dile
getirmiştim. Sonunda oturup bir
kitap yazıp İslamı daha içinde olan
ve geneli temsil eden birinin bakış
açısıyla anlattım. Amacım bilimsel
bir çalışma yapmak değil, seni beni
anlatmaktı, ben de kendimi
anlattım” diyor.
Binfikir Yazõm Atölyesi
öğrencilerinin benim rehberliğimde
kaleme aldõğõ skeçlerde de Türkler
ve Belçikalõlarõn karşõlõklõ önyargõlarõ
ti’ye alõnõyor. Belçikalõ
Donna ile Türk Döne’nin
hazõrladõğõ
“Donna&Döne TV
yemek programı”
Brüksel’de, 27 Mart
Dünya Tiyatrolar
Günü kutlamasõnda
sahnelendi. Skeçin bir
bölümünü sizinle
paylaşmak istiyorum:
- Geçen hafta bizim
mutfağõmõz şöyle iyi, böyle güzel
dedin, yapa yapa frit (kõzarmõş
patates) yaptõn. Midye ve frit... steak
ve frit... stoofvlees sos ve frit... Al
sana Belçika mutfağõnõn listesi! Frit
olmasa yandõnõz. Bir tek biranõza
bişey söyleyemeceğim ama o da
bizim rakõnõn yanõnda light kalõyor
kuzum.
- Başlamayalõm yine, geçen hafta
neredeyse yayõndan kaldõrõlõyorduk.
Hem bizim mutfağõmõz sağlõklõdõr,
sizin gibi yağõ, tuzu, biberi
doldurmuyoruz. Nedir o öyle her
yemekte biber kullanõyosunuz!
Mazoşist misiniz kuzum siz, acõ
çekmekten hoşlanõyosunuz
galiba! Neydi geçen hafta yaptõğõn
pastõrmalõ kuru fasulye, tereyağlõ
bulgur pilavõ. Yanõna da soğan kõrdõn
elinle. Hem biramõza laf ediyorsun,
peki doğal viegra çikolatamõza ne
bahane bulacaksõn? Dünya çapõnda
biliniyor.
- Ha ha... çikolatanõn bir işe
yaramadõğõ anlaşõldõ, yalanõnõz
kanõtlandõ. Dünya çapõnda bir
yalanmõş! Sizin viegra dediğiniz
çikolata bizim mesir macunu ve
incirin yanõnda doğum
kontrol hapõ gibi kalõyor
şekerim! Acõ biberimiz ise
her derde deva. Siz sostan
başka bir şey
bilmiyorsunuz.
Yemeklerinizin tatsõzlõğõ
anlaşõlmasõn diye yüzlerce
sos uydurmuşsunuz,
mutfağõnõz S.O.S veriyo
haberiniz olsuun!
…
- Tamam tamam çekiyorum kartõ. Vee
bugünkü yemeğimiz omlet. Harika bir
seçim.
- Gâvurun çektiği de bu kadar olur!
Gitti sahanda yumurtayõ seçti, adõna
da omlet dedi!
- Lütfen Döne. Omlet yapmak bir
sanattõr. Biber ve soğan
kullanmõyoruz ya hemen bahane
bulma.
- Biz biberli soğanlõsõna menemen
deriz. Bilmezsin sen. Omlet yaparsõn,
sanatçõsõn ya!
- Tamam tamam. Yemeğe başlõyoruz.
Önce tavaya yağ koyuyoruz.
- Evet ben evden kuyruk yağõyla
tereyağõ getirdim.
- Ben onu kastetmedim, zeytinyağõ
diyorum.
- Tereciye tere satma. Zeytinyağõ da
bizim Akdeniz’den geliyor zaten.
Ama sana acõdõm. Bir elimde
tereyağõ, bir elimde kuyruk
yağõ, umurumda mõ
zeytinyağõ! Al senin
olsun. (Donna tiksinerek
kuyruk yağõna bakar)
- Hayvan bağõrsağõ yiyen
kuyruk da yer. O yüzden
Avrupa Birliği’ne
almõyolar sizi!
- Ona kokoreç derler!
Daha adõnõ bilmeden
tadõna laf edersiniz. Hem Avrupa
Birliği’ne girmek için illa ki domuz
mu yemek gerekiyor. Hele bir Avrupa
Birliği’ne girelim sen görürsün. Her
köşeye dönerci açtõğõmõz gibi
yanlarõna da birer kokoreççi ekliycez.
- Helal domuz yersin, bizim Mustafa
kesiyor!
- Ya sabõr!
- Her yediğinizin helal olduğunu
nerden biliyosunuz, kesimini
görmeden?
- Dinime küfreden Müslüman olsa!
Siz sanki her yediğinizin ne olduğunu
biliyosunuz. Sosislerinize diyecek söz
bile bulamõyorum, içinde ne ararsan
var!
- Evet sizin kadar soğan sarmõsak
yemediğimizi biliyorum.
- Dilimle karpuz satõn alõyorsunuz.
Utanmasanõz domatesi de dilimle
alacaksõnõz. 236 gram kõyma
alõndõğõnõ da sizde gördüm. Biz alõnca
kasayla sebze, kiloyla da et alõrõz.
...
Çizim: Gürcan Gürsel
[email protected]
Umut dinozorun kanadõnda
PARİS
UĞUR HÜKÜM
Türkülerin dili
Televizyonun henüz
bilinmediği yõllardõ; TRT
radyolarõndan başka
dinleyecek bir şeyimiz yoktu.
Sabahlarõ “Günaydın”,
akşamlarõ “Köy Odası”
programlarõnda “Türkülerin
öyküleri” anlatõlõrdõ.
Türkülerin öyküleri deyince
de akla radyolarõn usta
yapõmcõlarõ Ümit
Kaftancıoğlu ve Yaşar
Özürküt gelirdi.
Ümit Kaftancõoğlu’nu 12
Eylül’den önce vurdular.
Yaşar Özürküt’le de yõllar
sonra İsveç’te karşõlaştõk. 12
Eylül’ün can
pazarõndan zor
kurtularak gelmişti.
Türkülerin dilini
anlattõğõ taş baskõ
plaklarõ, türkü
defterlerini, ses
bantlarõnõ
getirememiş,
İsveç’te türküsüz
kalmõştõ. Ne yaptõ
etti, sonunda türkü arşivini de
getirtmeyi başardõ. Anadolu
türkülerini, ağõtlarõ,
koşmalarõnõ bir kuyumcu
özeniyle yeniden işledi. İlki
İsveç’te “Türkülerin Dili”
adõyla yayõmlanan dört ciltlik
“Öyküleriyle Türküler”
kitap-CD’leri ortaya çõktõ.
Yaşar Özürküt türkülerinin
bende de ayrõ tatlarõ, anõlarõ
var:
“Ağgül seni cemakende
görmüşler/ Ağ gülüm
gülüm/ Siyah saçın sırma
ile örmüşler/ Yar eğlen
eğlen/ gül eğlen eğlen/
Ürüyamda seni bana
vermişler/ Ağ gülüm
gülüm.”
Babamõn da türküsüydü bu.
Sabah serinliğinde omzunda
tõrpanõyla tarlaya giderken
sesini yükselttiğinde, sanõrdõ
ki dağõn tüm kekliği, kuşu
onu dinliyor... Devenin
sõrtõndaki bebeğini kartallara
kaptõran yörük gelinin
“Bebek” türküsünü
dinlerken, Köy Enstitülü
öğretmenlerim Bahar ve
Nebi Dadaloğlu gelir usuma.
Bahar Abla, bir
dağ köyünde,
derste
bulunduklarõ bir
sõrada, okul
lojmanõnda
uyuyan
bebeklerinin
lağõm fareleri
tarafõndan
parçalanõşõnõ
yeniden yaşayarak bir kez
daha anlatõr sanki...
“Ormanların gümbürtüsü”
başõma vurur, sevda türküleri,
beni de alõr diyar diyar
götürür: “Karadır kaşların
ferman yazdırır/ Bu aşk
beni diyar diyar gezdirir/
Lokman hekim gelse yaram
azdırır/ Yaramı sarmaya
yâr kendi gelsin...”
“Öyküleriyle Türküler”de,
Ruhi Su’nun da bir
değerlendirmesi var;
“Türkü, insanla başlamış,
bugüne gelmiştir. Böyle,
insanla başlayıp bugünlere
gelebilmiş bir şeye ilgi
duymayan bir insan,
kendisine nasıl ilgi duyar,
diye düşünüyorum...” diyor.
Yaşar Özürküt, kitaplarõnõn
birinde, ölüm döşeğindeki bir
Türkmen büyüğünü de şöyle
anlatõr: “Türkmen kocası
(yaşlısı) ölüm döşeğindedir.
Çocukları, torunları başına
toplanmış ağlaşıyorlar.
Nefesi kesildi, kesilecek. Bir
ara gözünü açar, kısık
sesiyle, ‘Bana bir Köroğlu
türküsü söyleyin, sonra da
üstümü sõmsõkõ örtün’ der.
Genç bir Türkmen elini
kulağına atar, bir Köroğlu
koçaklaması tutturur:
‘Yiğitler silkinip ata binende/
Derelerde boz kurtlara ün
olur/ Yiğit olan döne döne
döğüşür / Kötüler kavgada
kaçar ün olur.’ Türkü
bittiğinde Türkmen
kocasının gözleri bir daha
açılmamacasına
kapanmıştır. Ne ki, mutlu
bir göz yumuştur bu!..”
Özürküt, bu öyküyü
anlattõktan sonra,
“Türkülerimizle halkın iç
içeliğini anlatmak için
başka örneklere gerek var
mı” diye soruyor. Gerçekten
de bunu anlatmak için fazla
örneğe gerek yok, Yaşar
ağabey; eline, yüreğine
sağlõk...
[email protected]
WASHINGTON
ELÇİN
POYRAZLAR
BRÜKSEL
ERDİNÇ UTKU
MALMÖ
ALİ HAYDAR
NERGİS