19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 4 NİSAN 2010 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI [email protected] Tepedeki Anneler Washington ile ilgili politikanõn dõşõnda merak edilen konulardan biri de insan ilişkileridir. Türkiye’den gelen tanõdõk ve dostlar sohbetin bir noktasõnda mutlaka bunu sorarlar. “Ee Amerikalılar nasıl?” ya da “Sosyal yaşantınız renkli mi?” gibi. Bu sorulara yanõtõm hiç değişmez: “Washington sakinlerinin çoğu 24 saate programlanmış politika robotudur ve burası gerçek bir kentten öte sürekli beyin fırtınalarının yapıldığı bir kampustur.” Karşõmdaki doğal olarak inanmaz buna. Çünkü filmlerde gördüğü ABD imajõna uymaz. Pek çoğu da “Washington’da dost edinmek istiyorsan kendine bir köpek al” sözünü duymamõştõr haliyle. Eğer karşõmdaki çok üstelerse, burada en içten ve sõcak gördüğüm (politika makinesiyle ilgisi olmayan) insanlarõ sanal ortamda bulduğumu söylediğimde ise iyice şaşõrõr. Bilgisayar başõnda dostluk ancak ABD’ye yakõşõr bir şeydir onlara göre. Sözü uzatmayalõm; ABD Kongresi’nin bulunduğu semte Capitol Hill denir. Yani Kapitol Tepesi. 19. yüzyõldan kalma kimisi eski kimisi onarõlmõş, irili ufaklõ evlerin dizi dizi uzadõğõ, küçük bahçelerin, yaşlõ ağaçlarõn ve parklarõn iyice yeşile boyadõğõ bir semttir Kapitol Tepesi. Washington’õn tam içindedir ama kendine has küçük köy havasõyla günlük uğultudan çok uzaktaymõş hissi verir. İşte bu mahallede oturma şansõna erişmiş biri olarak, sadece Kapitol Tepesi’nde yaşayanlarõn daha doğrusu annelerin sosyal iletişim ağõnõ da tanõmõş oldum. Moms On the Hill (Tepedeki Anneler) kõsa adõyla MOTH benim son dönemde bu kentteki en önemli kõlavuzum haline geldi. 2001 yõlõnda oluşturulan bu yahoo grubunun bugün 3099 üyesi var ve bu sayõ her gün artõyor. Bir grup annenin başlattõğõ bu oluşumda annelikle ilgili ya da değil, her türlü sorununuzu gündeme getirebilirsiniz. Grubun üyelerine e-posta ile düzenli yolladõğõ bültenlerle semtte ya da kentin başka bir yerinde olan bitenden bir anda haberiniz olur. İlanlarda hibe edilen bebek eşyalarõ, kedi bakõmõ, sokakta kaybolmuş bir çocuk ayakkabõsõ, bebek emzirme yöntemleri, kentteki en iyi çocuk doktorlarõnõn listesi, mahalledeki hõrsõzlõk olaylarõ ya da şüpheli durumlar, okullar, dadõlar, anneleri ve babalarõ bir araya getiren piknikler, konserler, etkinlikler ya da toplantõlar, satõlõk ev, araba, eşya, õvõr zõvõr gibi her türlü bilgi yer alõr. Bununla da bitmez. Kendinizle, bebeğinizle, eşinizle ya da bambaşka bir konuyla ilgili her türlü soruyu üç bin kadar üyeye gönderip onlarõn deneyimlerini, görüşlerini, uyarõlarõnõ da öğrenebilirsiniz. Hem de yanõt aynõ gün gelir. Üstelik bunun için tek kuruş bile ödemeden. Kimsede “Ben bu yardımı yaptım karşılığında bunu isterim” tavrõ olmaz. Amaç yardõmlaşmak, dertleşmek, paylaşmaktõr. Sanal olsa da içtenliğin satõrlara döküldüğü bu sosyal ağ sonuçta arkadaşlõklarõn kurulmasõna da yol açar. Neredeyse üç bin Güzin Abla gibidir MOTH; tõklaya tõklaya dertleşilir. [email protected] Her köşeye bir kokoreççi... Bazõlarõ iflah olmaz “dinozor”lardõr. Siz kulak asmayõn onlarõn milyonlarca yõl önce soyunun tükendiği dedikodularõna. Daha geçenlerde binlercesiyle beraberdim. Fransõz solunun geçen 14-21 Mart’ta düzenlenen bölge seçimlerinde kazandõğõ “ara” zafer hepsini yeniden kanatlandõrdõ, adeta “kuetzalkoatlus” (12 metrelik uçan dinozor) kõldõ. Seçim sandõklarõnõn da onayladõğõ “umut” 2 gün sonra, 23 Mart’ta yaklaşõk 800 bin kişiyi sokaklara döktü. “İş, ücret, emeklilik... Aynı kavga! Kamu, özel... Hep beraber kazanacağız!” sloganlarõ gökyüzündeki son bulutlarõ da dağõtmõştõ sanki. Uzun ve ağõr bir kõşõn ardõndan Paris’e, Fransa’ya põrõl põrõl bir bahar gelmişti. Kõrmõzõ, mor, turuncu, sarõ, beyaz renklere bürünmüş yürüyüş kortejleri caddeleri yõllõk uykusundan uyanan doğaya çevirmişti. Cõvõl cõvõl mekânlar, meydanlarda hak talepleri haykõrõşlarõ arasõndan 13 Mart’ta yitirdiğimiz, Fransõz şanson geleneğinin “yoldaş” şarkõcõ/şairi Jean Ferrat’nõn sesi, nağmeleri yükseliyordu. Elden ele kahkahalarla dolaşan, havalarda uçuşan bir bildirinin ilk yüzünde sağ gözü şişmiş, morarmõş bir Sarkozy fotoğrafõ yer alõyordu. Resmin üstünde “1. raunt” yazarken, altõnda PCF (Fransõz Komünist Partisi /FKP) ibaresi ve bir boks eldiveni yer alõyordu. Aslõnda gerçek 2. raunta daha 2 yõl var. Her ne kadar komünistlerin düşleri Hollywood’un Pixar (canlandõrma filmleri uzmanõ) stüdyolarõnda üretilen “kuetzalkoatlus”lar kadar gerçekse de somut olan Fransõzlarõn iktidara attõğõ okkalõ bir “yumruk”. Buralarda yaşanan olgu Avrupa’da, hatta belki Latin Amerika hariç dünyada nadir “umut” veren muhalefetlerden birini oluşturuyor. Azõcõk içinden bakmakta yarar var. Öncelikle Fransõz kõlõklõ, ama şahsõnda Berlusconi- Bush-Erdoğan-Putin alaşõmõ “evrensel ve çağdaş”(!) bir kişilik oluşturan Sarkozy’nin delikanlõlõğõ “çizildi”. Yalnõzca bölgesel seçimler öncesi kamuoyu araştõrmalarõnda gittikçe netleşen güvenilirliğinin tepetaklak düştüğü gerçeği onaylanmakla kalmadõ. UMP (Halkçõ Hareket) listeleri, oy kullananlarõn dörtte biri, kayõtlõ seçmenlerin de sekizde birinin desteğini sağlayabildiler. Ne soldan devşirdiği “açılımcı liberal” sol isimler, ne merkezden kapattõğõ “akil adamlar”, ne de dinci, milliyetçi aşõrõ sağdan semirttiği, sömürdüğü õrkçõ, ayrõmcõ “argüman ve fikirler” onlarõ kurtaramadõ. İlk turda yüzde 27, ikinci turda yüzde 35.4’e düşerek tarihi rekorlarõnõ egale ettiler. Ve de en önemlisi Cumhurbaşkanõnõn, 2012 başkanlõk seçimi için kendi cephesi içersindeki “rakipsiz lider” imgesi çözüldü. Seçimlerin birinci derecede ikinci saptamasõ, ilk turda yüzde 46.36’ya düşen katõlõm oranõnõn, bir hafta sonra sadece yüzde 51.1’e yükselebilmesinde yatõyordu. Her iki Fransõzdan biri seçim sandõğõna gitmek gereğini duymamõştõ. Bu acõklõ veriyi Fransõzlarõn demokrasiye olan güvenlerinin sarsõlmasõ diyecek kadar ileri gidemeyiz, fakat tüm gelişmiş toplumlarõ belli düzeylerde etkileyen bu olgunun vahameti daha genel planda sorgulanmasõ gereken bir sorun olduğu kesin. Üçüncü saptama Sarkozy’ye ödünç giden, “dini-imanı-milliyeti-kanı has ve bütün”, tekmili birden gerici oylarõn en hakiki sahibi, aşõrõ sağcõ FN, “Milli(yetçi) Cephe” hareketine döndüğünü gösteriyordu. Fransõz başbuğu Jean-Marie Le Pen yüzde 21 alõrken, kõzõ Marine Le Pen Kuzey’de işsizlik ve õrkçõlõğa kapõlanlardan yüzde 17’lik tepe skorlarõnõ topluyordu. İnsanlõğa düşman baba-kõz ikilisi ülke genelinde cehalet merkezli kõşkõrtmacõlõk primlerini yüzde 9.4 oyla taçlandõrõyorlardõ. Sarkozy’den seçmen koparmalarõna bile sevinemiyorduk. Tek gerçekten sevindirici sonuç ve olumlu ders, kimilerinin “dinozorlar” diyerek tarihe gömmek küstahlõğõnõ gösterdiği “sol cenah”tan geliyordu. Esas itibarõyla Sosyalist Partisi, Avrupa Ekoloji (Yeşiller) ve FKP’nin öncülüğünü yaptõğõ Sol Cephe hareketinden oluşan “Fransız Solu”, tarihi 1981 zaferinden beri ilk kez toplam yüzde 54.1’lik kendilerinin dahi inanamadõğõ bir sonuca imza atõyordu. Üç hareketin liderinin de kadõn olmasõ, sõrasõyla Martine Aubry, Cécile Duflot ve Marie-George Buffet varlõğõ bu süreçte kuşkusuz temel bir etken. Emekçilerin, orta halli kesimlerin Sarkozy’nin kişiliği ötesinde temsil ettiği sistem ve yöntemlerin başarõsõzlõğõ ve de hepsinden önemli solun birliği bu 1. rauntu “dinozorlar”õn kazanmasõnõ sağlamõştõ. Milliyetçilik bataklõğõnda patinaj yapõp “Ben sosyal demokratım” diye saf aldatanlarõn veya “Ben tek doğru sol”um deyip, yüzde 0.01’e talep olanlarõn, parti tabelasõ asõldõğõ an bölünüp yüzde 0.001’e oynadõklarõ bir ülkenin iyi niyetli aydõnlarõna Fransa solu değil Fransõz solunu anlatmak bu satõrlarõn sõnõrlarõnda epeyce zor ama olanaksõz değil. 23 Mart yürüyüşünde uçan yüz binlerce “kuetzalkoatlus” gibi geleceğe dair umut beslemek istiyorsanõz çok basit, illavelakin fevkalâde zor bir ilkeye inanmak zorundasõnõz. “Demokrat”lõğõn aydõnlõk ve ilericiliğe set çekmediği, “Cumhuriyetçilik”in insan haklarõ ve demokrasiye gölge düşürmediği bir birlikteliği gerçekleştiremediğimiz takdirde “Ak”lar veya “Haki”lerden daha çok medet bekleriz. [email protected] Beringen Belediyesi Başkan Yardõmcõsõ Türk kökenli politikacõ Selahattin Koçak’õn Flamanlar ile Müslümanlarõn karşõlõklõ klişe ve önyargõlarõnõ ele aldõğõ “Wie Is Er Bang Van De Islam? - Kim korkar İslamdan” adlõ kitabõ Bürgerhoff Lamberights Yayõnevi tarafõndan yayõmlandõ. Kitabõnda tabularõ yõkan Koçak, İslam hakkõnda çok az Flamanõn bildiği gerçekleri ortaya koyarken İslamla ilgili problemli noktalarõ da dile getiriyor. Selahattin Koçak kitabõ ile ilgili olarak, “İslam hakkında Belçika’da genellikle uç ve marjinal insanlar radikal açıklamalar yapıyor. Bu konuda rahatsızlığımı daha önce birkaç kez dile getirmiştim. Sonunda oturup bir kitap yazıp İslamı daha içinde olan ve geneli temsil eden birinin bakış açısıyla anlattım. Amacım bilimsel bir çalışma yapmak değil, seni beni anlatmaktı, ben de kendimi anlattım” diyor. Binfikir Yazõm Atölyesi öğrencilerinin benim rehberliğimde kaleme aldõğõ skeçlerde de Türkler ve Belçikalõlarõn karşõlõklõ önyargõlarõ ti’ye alõnõyor. Belçikalõ Donna ile Türk Döne’nin hazõrladõğõ “Donna&Döne TV yemek programı” Brüksel’de, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü kutlamasõnda sahnelendi. Skeçin bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum: - Geçen hafta bizim mutfağõmõz şöyle iyi, böyle güzel dedin, yapa yapa frit (kõzarmõş patates) yaptõn. Midye ve frit... steak ve frit... stoofvlees sos ve frit... Al sana Belçika mutfağõnõn listesi! Frit olmasa yandõnõz. Bir tek biranõza bişey söyleyemeceğim ama o da bizim rakõnõn yanõnda light kalõyor kuzum. - Başlamayalõm yine, geçen hafta neredeyse yayõndan kaldõrõlõyorduk. Hem bizim mutfağõmõz sağlõklõdõr, sizin gibi yağõ, tuzu, biberi doldurmuyoruz. Nedir o öyle her yemekte biber kullanõyosunuz! Mazoşist misiniz kuzum siz, acõ çekmekten hoşlanõyosunuz galiba! Neydi geçen hafta yaptõğõn pastõrmalõ kuru fasulye, tereyağlõ bulgur pilavõ. Yanõna da soğan kõrdõn elinle. Hem biramõza laf ediyorsun, peki doğal viegra çikolatamõza ne bahane bulacaksõn? Dünya çapõnda biliniyor. - Ha ha... çikolatanõn bir işe yaramadõğõ anlaşõldõ, yalanõnõz kanõtlandõ. Dünya çapõnda bir yalanmõş! Sizin viegra dediğiniz çikolata bizim mesir macunu ve incirin yanõnda doğum kontrol hapõ gibi kalõyor şekerim! Acõ biberimiz ise her derde deva. Siz sostan başka bir şey bilmiyorsunuz. Yemeklerinizin tatsõzlõğõ anlaşõlmasõn diye yüzlerce sos uydurmuşsunuz, mutfağõnõz S.O.S veriyo haberiniz olsuun! … - Tamam tamam çekiyorum kartõ. Vee bugünkü yemeğimiz omlet. Harika bir seçim. - Gâvurun çektiği de bu kadar olur! Gitti sahanda yumurtayõ seçti, adõna da omlet dedi! - Lütfen Döne. Omlet yapmak bir sanattõr. Biber ve soğan kullanmõyoruz ya hemen bahane bulma. - Biz biberli soğanlõsõna menemen deriz. Bilmezsin sen. Omlet yaparsõn, sanatçõsõn ya! - Tamam tamam. Yemeğe başlõyoruz. Önce tavaya yağ koyuyoruz. - Evet ben evden kuyruk yağõyla tereyağõ getirdim. - Ben onu kastetmedim, zeytinyağõ diyorum. - Tereciye tere satma. Zeytinyağõ da bizim Akdeniz’den geliyor zaten. Ama sana acõdõm. Bir elimde tereyağõ, bir elimde kuyruk yağõ, umurumda mõ zeytinyağõ! Al senin olsun. (Donna tiksinerek kuyruk yağõna bakar) - Hayvan bağõrsağõ yiyen kuyruk da yer. O yüzden Avrupa Birliği’ne almõyolar sizi! - Ona kokoreç derler! Daha adõnõ bilmeden tadõna laf edersiniz. Hem Avrupa Birliği’ne girmek için illa ki domuz mu yemek gerekiyor. Hele bir Avrupa Birliği’ne girelim sen görürsün. Her köşeye dönerci açtõğõmõz gibi yanlarõna da birer kokoreççi ekliycez. - Helal domuz yersin, bizim Mustafa kesiyor! - Ya sabõr! - Her yediğinizin helal olduğunu nerden biliyosunuz, kesimini görmeden? - Dinime küfreden Müslüman olsa! Siz sanki her yediğinizin ne olduğunu biliyosunuz. Sosislerinize diyecek söz bile bulamõyorum, içinde ne ararsan var! - Evet sizin kadar soğan sarmõsak yemediğimizi biliyorum. - Dilimle karpuz satõn alõyorsunuz. Utanmasanõz domatesi de dilimle alacaksõnõz. 236 gram kõyma alõndõğõnõ da sizde gördüm. Biz alõnca kasayla sebze, kiloyla da et alõrõz. ... Çizim: Gürcan Gürsel [email protected] Umut dinozorun kanadõnda PARİS UĞUR HÜKÜM Türkülerin dili Televizyonun henüz bilinmediği yõllardõ; TRT radyolarõndan başka dinleyecek bir şeyimiz yoktu. Sabahlarõ “Günaydın”, akşamlarõ “Köy Odası” programlarõnda “Türkülerin öyküleri” anlatõlõrdõ. Türkülerin öyküleri deyince de akla radyolarõn usta yapõmcõlarõ Ümit Kaftancıoğlu ve Yaşar Özürküt gelirdi. Ümit Kaftancõoğlu’nu 12 Eylül’den önce vurdular. Yaşar Özürküt’le de yõllar sonra İsveç’te karşõlaştõk. 12 Eylül’ün can pazarõndan zor kurtularak gelmişti. Türkülerin dilini anlattõğõ taş baskõ plaklarõ, türkü defterlerini, ses bantlarõnõ getirememiş, İsveç’te türküsüz kalmõştõ. Ne yaptõ etti, sonunda türkü arşivini de getirtmeyi başardõ. Anadolu türkülerini, ağõtlarõ, koşmalarõnõ bir kuyumcu özeniyle yeniden işledi. İlki İsveç’te “Türkülerin Dili” adõyla yayõmlanan dört ciltlik “Öyküleriyle Türküler” kitap-CD’leri ortaya çõktõ. Yaşar Özürküt türkülerinin bende de ayrõ tatlarõ, anõlarõ var: “Ağgül seni cemakende görmüşler/ Ağ gülüm gülüm/ Siyah saçın sırma ile örmüşler/ Yar eğlen eğlen/ gül eğlen eğlen/ Ürüyamda seni bana vermişler/ Ağ gülüm gülüm.” Babamõn da türküsüydü bu. Sabah serinliğinde omzunda tõrpanõyla tarlaya giderken sesini yükselttiğinde, sanõrdõ ki dağõn tüm kekliği, kuşu onu dinliyor... Devenin sõrtõndaki bebeğini kartallara kaptõran yörük gelinin “Bebek” türküsünü dinlerken, Köy Enstitülü öğretmenlerim Bahar ve Nebi Dadaloğlu gelir usuma. Bahar Abla, bir dağ köyünde, derste bulunduklarõ bir sõrada, okul lojmanõnda uyuyan bebeklerinin lağõm fareleri tarafõndan parçalanõşõnõ yeniden yaşayarak bir kez daha anlatõr sanki... “Ormanların gümbürtüsü” başõma vurur, sevda türküleri, beni de alõr diyar diyar götürür: “Karadır kaşların ferman yazdırır/ Bu aşk beni diyar diyar gezdirir/ Lokman hekim gelse yaram azdırır/ Yaramı sarmaya yâr kendi gelsin...” “Öyküleriyle Türküler”de, Ruhi Su’nun da bir değerlendirmesi var; “Türkü, insanla başlamış, bugüne gelmiştir. Böyle, insanla başlayıp bugünlere gelebilmiş bir şeye ilgi duymayan bir insan, kendisine nasıl ilgi duyar, diye düşünüyorum...” diyor. Yaşar Özürküt, kitaplarõnõn birinde, ölüm döşeğindeki bir Türkmen büyüğünü de şöyle anlatõr: “Türkmen kocası (yaşlısı) ölüm döşeğindedir. Çocukları, torunları başına toplanmış ağlaşıyorlar. Nefesi kesildi, kesilecek. Bir ara gözünü açar, kısık sesiyle, ‘Bana bir Köroğlu türküsü söyleyin, sonra da üstümü sõmsõkõ örtün’ der. Genç bir Türkmen elini kulağına atar, bir Köroğlu koçaklaması tutturur: ‘Yiğitler silkinip ata binende/ Derelerde boz kurtlara ün olur/ Yiğit olan döne döne döğüşür / Kötüler kavgada kaçar ün olur.’ Türkü bittiğinde Türkmen kocasının gözleri bir daha açılmamacasına kapanmıştır. Ne ki, mutlu bir göz yumuştur bu!..” Özürküt, bu öyküyü anlattõktan sonra, “Türkülerimizle halkın iç içeliğini anlatmak için başka örneklere gerek var mı” diye soruyor. Gerçekten de bunu anlatmak için fazla örneğe gerek yok, Yaşar ağabey; eline, yüreğine sağlõk... [email protected] WASHINGTON ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle