19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 16 NİSAN 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER YARIN Kuzey Kıbrıs’ta devlet başkanı seçimi var. İki turlu bir seçim bu. Birinci turda oyların en az yüzde ellisini alan çıkmazsa, o turda ikinci olanla yeniden yarışacak. Böyle bir sistemin siyasal sonuçlarını görmek bakımından da bu seçim iyi bir laboratuvar sayılabilir. Özellikle Kıbrıs gibi daha öncesini saymazsak, en azından altmış yıldır üzerinde her türlü oyunun oynandığı, toplumu dıştan etkilemek için büyük paraların harcandığı, uluslararası politika sahnesinde büyük denen devletlerin ve yüce bilinen kuruluşların utanmadan kolayca yalan söyleyebildiği bir yerde. İki turluluğun ilk etkisi, birinci tura katılan aday sayısını inanılmaz ölçüde çoğaltmasıdır. KKTC’de yedi aday var. Oysa, cumhurbaşkanlığı için yapılan bir seçimde genellikle devlet başkanı olabilecek çapta ancak birkaç adayın ortaya çıkması beklenir. Ama iki tur olunca sayı artıyor. İlk tura katılıp kazanamayanlar, aldıkları oy düşük de olsa onları ikinci turdaki adaylardan birine yöneltmekle sonraki iktidar ya da muhalefetle ilişkileri açısından yine de kârlı sayarlar kendilerini. Tabii, ikinci turun iki adayı bakımından hesapları olan dıştaki büyük devletler ve yüce kuruluşlar da daha kampanya döneminden başlayarak bu “asist”leri desteklemek için ne mümkünse yaparlar. Böyle olduğu için, Kuzey Kıbrıs’taki başkanlık seçimlerine yabancıların burun sokması eskiden beri alışılmış bir olaydır. Türkiye’deki iktidarlar da bunda geri kalmazlar elbet. Tabii, özellikle dıştakiler “sayesinde” Ada’daki Türk halkının sıkıntıları olduğu gibi durmaktadır. Zaten onların eski stratejisi, sıkıntıları sürdürüp seçim zamanında düzeltme parlak vaatlerle kendilerine yakın olanı desteklemektir. Bu oyuna, yapaylığı biline biline, hep gelindi. Ama her şey gibi yalancılığın ve aldatıcılığın da bir haddi vardır. Şimdi, o had çizgisi üzerinde iktidar kavgası yapılıyor yeniden. Bir farkla: Artık halk aldatılmaktan bıkmıştır. Halkların ortak aklı eninde sonunda doğruyu bulur. Bu kez, insanları hep şaşkına çeviren bir Denktaş-Eroğlu kopukluğu yok. Dıştan bakıldığında ayrıntılı nedenleri kolay sezilmeyen anlaşılmayan bir kopukluktu bu. İkisinin de ulusal davayı bağlılık, Türkiye’ye bakış açısı, çözüm arayışta Anadolu’dan gelenlerin haklarına sahip çıkış ve daha birçok konuda aralarındaki farkı sezmek zordu. Şimdi Denktaş’ın ve Derviş’e rakip olarak meydana çıkmayan oğul Denktaş Serdar’ın tercihi de belli ediyor ki ulusal davanın sorumluluğu içteki safları birbirine her zamankinden daha yakınlaştırmıştır. İçte ve dışta başka hesaplar yapmakta olanların bu sorumluluk görüntüsündeki anlamı sezmeleri artık kolaylaşmıştır. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yarışta Sorumluluk [email protected] PENCERE Tiiink!.. Türkçe'de “J” ile başlayan sözcük ya Frenkçe’den gelmedir ya da Farsça’dan... Yine de halk ağzı J’yi benimseyememiştir; jandarmayı cenderme yapar, jileti cilet, jaketi ceket, jurnali curnal, jimnastiği cimnastik, jötonu da cetona çevirir. Nedir ceton?.. Telefon ederken para yerine kullanılan küçük bir metal parçasıdır; kumbara deliği gibi girişten yuvasına düştü mü ses çıkarır: Tiiinkl.. Kimi zaman bu ses gecikir. O zaman denir ki: - Ceton geç düştü!.. Bir lafı, olayı, işi, gerçeği, geç anlayan için, halk bu deyimi kullanır. Evet, ceton geç düştü. Geçmişe doğru baktığımızda ne görüyoruz?.. İmam-hatip okulları konusunda ilk yazıları 1960’lı yıllarda yazmışız; bir değil, on değil, yüz değil, say sayabildiğince... Kaç yıl geçmiş aradan?.. Otuz yıl!.. Hiç otuz yılda düşen ceton olur mu?.. Hangi sivri akıllının algılama süresi bu kadar sürer?.. Laiklik demokrasinin temelidir. Bir laik devlet, kendi eliyle ve halkın parasıyla de-mokrasinin temelini oyar mı?.. Geçenlerde medyanın kıdemli gazetecileri toplanıp Vilayet’e yürüyüş yaptılar; içlerinde çok sevdiğim arkadaşlarım ve dostlarım vardı; eylem başarıyla gerçekleşti. Aferin!.. Ama çoğu için ceton geç düşmüştü... Hem de çok geç... Ancak yobaz, eline silahı alıp bizim dostların ‘plaza’sını basınca iş değişmişti... Oysa son yılların modası neydi: “Gazeteci tarafsız olacaktı. (Falkland Savaşı’nda BBC yansız yayın yapmamış mıydı?..) Avrupa’da ve Amerika’da gazeteci tüm olaylara serinkanlı ve eşit uzaklıkta bakmıyor muydu?.. (Haydi canım sen de!..) Biz irtica ile laikliği aynı kefeye koyup olaylara dıştan bakan bir gözlemci olabilirdik. (Olamadık!..) Şu Kemalistler de laiklik konusunda neden katı idiler?.. (Kemalistler bu alanda gerçekçi idiler).” Moda ‘demode’ oldu. Gazetecilikte haber yansızdır; çıplak gerçek olduğu gibi verilir. Yorum yansız olur mu?.. ‘Aydınlanma’nın çağdaşlık ve uygarlık sınavında, hiçbir gazeteci yansız kalamaz. Kadını erkek karşısında ikinci sınıf yaratık sayan şeriatçı siyasal ideolojiye yaklaşımında, gazeteci tarafsız kalabilir mi?.. Gazetecinin irtica ile laikliği aynı kefeye koyan yazısı, çağdaşlıktan istifasını içeren bir pulsuz dilekçedir. Evet, ceton geç düştü... Hem basında, hem orduda, hem iş dünyasında, hem medyada... Ne yapalım?.. Sen düşme de cetonun geç düşsün!.. (18 Mayıs 1997 tarihli yazısı) Onur Ödülü Kime Verilir? B ir Türk’le bir Fransõz o gün basõna şöyle yan- sõdõ: “Ata uçağı ile düğüne!” “Devlet parasıyla hovardalık!” Başbakan’õn eşinin Katar şey- hinin nişanõna gitmesini Cum- huriyet (3 Nisan, 2010) böyle manşete taşõdõ. Bir de o yazõnõn hemen altõndaki başlõğa bakõnõz: “Fransız bakanlar yurtdışı gezilerinde tarifeli uçacak!” Bir Türk ile bir Fransõz aynõ konulu haberle, aynõ sayfada. Ya içerik yönünden? Üstelik bi- ri görevli, diğeri görevsiz! Cum- huriyet’in dev yatõrõmlarõnõ “ba- balar gibi” satanlar, ulaşõm araçlarõnõn özelleştirme kapõsõ- nõ neden kapõyorlar? Onu da şimdi anladõk! İşçisine asgari ücreti bile çok görenlerle, ağzõnõ açan emekçileri biber gazõyla susturanlarla bi- zim manşet bire bir örtüşüyor ve çok yakõşõyor! Haberden sonra günler geçti. Yalanlanmadõ. Belli ki, yalanla- mayõ bile gerekli görmüyorlar. Muhalefetten bir iki vekil soru yö- neltti. İktidardan, iktidarõn yandaş basõnõndan tõk yok! Oysa, kendi gözünde merteği görmeyenler, başkalarõnda çöpü görüyor. Hal- kõn yüzde yirmisi yatağa aç gi- rerken yakõşmadõ, diyemiyorlar. Kimin parasõyla, soramõyor- lar. Susarak haksõzlõğa arka çõ- kõyorlar. Bundan sonra doğru- luk adõna konuşmaya haklarõ kalõyor mu? Nusret ERTÜRK Arkası 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle