25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Yürekten mi İşkembeden mi? MERİÇ VELİDEDEOĞLU Geride kalan mart ayının sekizinde yapılan Silivri duruşmasında, “2. Ergenekon Davası”ndan tutuklu olarak yargılananlardan İbrahim Özcan, savunmasına Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’ndan alıntıladığı bir görüşle başladı. Velidedeoğlu’nun yargıyla ilgili bir değerlendirmesiydi bu. 5 Nisan tarihli duruşmada, İ. Özcan’ın mübaşir aracılığıyla benden istediği H. V. Velidedeoğlu’nun kimi kitaplarını da, 9 Nisan günkü duruşmada kendisine ulaştırdım. Kitaplar arasında H. V. Velidedeoğlu’nun “Toplumsal Yaşam ve Hukuk” adlı 1983 basımı bir kitabı da vardı. Yazının başlığı bu kitaptaki bir yazıdan alınma. Bu yazının bir yerinde Velidedeoğlu: “Hukukçu ve yasacı kavramı içinde ele aldığımız iki tür uygulayıcı’dan, hukukçu’nun, görüş ufku gerek geriye gerek ileriye doğru geniş olduğu; yasa, kural ve formalite çevresini aştığı halde, Yasacı’nın görüş ufku dar’dır. (...) Önemli olan, temeli ve -özellikle- ruhu, formaliteye feda etmemektir” diyor. Ardından da, anayasanın tanıdığı, “hukuka uygun olarak vicdani kanaata göre hüküm vermeyi”, “hukukçu”nun çekinmeden kullandığına, “yasacı”nın ise genelde bundan kaçındığına değiniyor Velidedeoğlu. Yıllar önce, basıma birlikte hazırladığımız bu kitabı yeniden gözden geçirmek, bu görüşleri yeniden anımsamak, Silivri duruşmalarına insanın dayanma gücünü kırıyor sanki. Geçen hafta, hem pazartesi hem de cuma günü duruşmalara “tanık” olduk. Pazartesi günü Prof. Dr. Haberal, “video konferans” yöntemiyle savunmasını yaparken, sorulan kimi sorulara karşı, dinleyicilerden yer yer “protesto” sesleri yükseldi. Örneğin, Haberal Hoca’ya, “25 Ekim 2003”te, “Anıtkabir”e neden gittiği, “25 Ekim” günlerinde Anıtkabir’e gitme geleneği var mı? diye soruldu. Bilindiği gibi o gün, üniversite hocaları, görevlileri, öğrenciler, dahası halk, akın akın “Anıtkabir”e akmıştı. Öğrencilerden bir grup “Ordu Göreve!” pankartı açmıştı; işte şimdi bu “pankart”ın yaptığı “darbe teşebbüsü”nün hesabı soruluyordu Haberal Hoca’dan... “Bu” soruları soran Savcı M. A. Pekgüzel’e, Haberal bir “bilim adamı” ağırlığıyla yanıt verdi; “pankart”tan haberi olmadığını belirttikten sonra: “Ziyaretimi hemen tamamladım; hiç vakit kaybetmeden üniversiteye döndüm; çünkü ameliyat yapacaktım...” Yüzümün kızardığını duyumsadım. Ne var ki, 9 Nisan’daki duruşmada yüzlerimiz birçok kez kızaracaktı. İşte bir örnek; tutuklu yargılanan Yb. Mustafa Dönmez, evine yapılan baskın sırasında, “tutanağa işlenmeden el konulan malzemelerin tespitini” istiyordu. Çünkü: “Baskında polis evimizden kimi kıymetli eşyaları da almıştır!” diyor... On bin kez, Genelkurmay ile İbrahim Şahin’i konuşturmaktan sorgulanan telefon çalışanı Fatma Cengiz: “Aylardır avukat istiyorum!” diyor... Av. Emcet Olcaytu özetle: Elektronik postanın neden kendine gönderildiğini soran bir iddianameyle yapılan mahkemenin, “ciddi” olamayacağını söylüyor... Öğleden sonraki duruşmada Balbay da konuştu. Üzgün olmasına karşın yine “delip geçen” vurgulamalar yaptı. Bir ara şöyle dedi: “Cumhuriyet’in Başyazarı İlhan Selçuk ile gazetenin yazarı Emre Kongar telefonda konuşurlarken benim adım geçmiş. Şimdi bana, neden adın geçmiş, diye soruluyor. Ben Cumhuriyet gazetesi adına mı yargılanıyorum? Tıpkı, TV’de cinayeti gördün, neden haber vermedin, diye suçlamak gibi...” “Aziz Nesin Usta” sağ olsaydı, Balbay’ı alnından öperdi sanırım. Konuşma sırası kendine geldiğinde Tuncay Özkan, iddianamede - Ergenekon’un baş tertipçisi- ABD’li haham Tuncay Güney ile karıştırılmasına isyan etti. Gerçekten ülkeyi sarsan böyle bir davada bu denli bir “özensizlik” olabilir mi? Sonunda mahkemenin kararı bildirildi. Başkan Köksal Şengün’ün, içlerinde, “Haberal, Balbay, Özkan”ın da bulunduğu 19 kişinin “tutuksuz” yargılama talebine, iki “üye” yargıç yine “Hayır!” demiş... Bu kaçıncı kez diye, insan soramıyor artık. Velidedeoğlu’nun “hukukçu ve yasacı” olarak söz ettiği iki tür “uygulayıcı” ile mi karşı karşıyayız? 9 Nisan günü, Başkan’ın, H.V. Velidedeoğlu’nun son öğrencilerinden olduğunu öğrenmiştim. Bilmem anlatabildim mi? ‘Hukukçu ve Yasacı Ayrımı’ m.velidedeoglu@hotmail.com 16 NİSAN 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Deniz Baykal, Kutlu Doğum’da haftaya Umre’de! Akademisyen Faruk Yıldız: “Gerçek akademisyenlerin saygınlığını korumak için; yandaş, yalaka, mürit olanların unvanlarının önüne ‘yan’, ‘yal’, ‘mür’ ekleri konulmalıdır.” Sosyalist! Avni Kurtuldu: “Recep ‘1.3 milyon TOBB üyesi birer kişi işe alsa işsizlik problemi çözülür’ demiş. Kapitalist özelleştirmelerin günahını sosyalist yöntemle çıkaracak!” Dört Ahmet Önen: “AKP’ye göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşleri, CHP ile örtüşüyormuş. Doğrudur; ikisi de ‘iki kere iki dört eder’ diyor!” YağmurDeniz ’Sağlıkta dönüşüm’ün son numarası İSTANBUL Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanlığı'ndan Anabilim Dalı Başkanlıklarına gönderilen 2 Nisan 2010 tarih ve sayılı resmi yazı: “2009 Sağlık Uygulama Tebliği’nde yer alan ve ilişik listede dökümü yapılan hizmetler 1 Nisan 2010 tarihinde yürürlüğe girecek 2010 yılı tarifesinden çıkarılmıştır. Bu sebeple ilişik tetkikler, yatan ve ayaktan hastalardan istenmesi halinde yapılamayacaktır.” İlişik listeyi bir öğretim üyesi yorumluyor: “Kopan uzuvların yerine dikilmesi. Karpal tünel ameliyatı. Akciğer ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi (akciğere pıhtı atılması tanısında kullanılır). Meme ultrasonu ve mamografi. Kadavradan nakil amaçlı organ alımları. Tiroid hormon tayinleri (guatr tanısında). İmmünosito kimyasal inceleme (kanser tanısında kullanılır). İdrar, balgam, beyin-omurilik sıvısı yayma ve incelemeleri. Bu çok harcıalem işlemlerin dışında üniversite hastanelerinde yapılan ve yapılması gereken antikor tayinleri, enzim çalışmaları gibi pek çok işlemle, karınca duası puntolu iki sayfalık liste uzayıp gidiyor. ‘Sağlıkta dönüşüm’ün son numarası bu! İnşallah necip milletimiz işin ucu kendi cebi ve sağlığına dokundukça, karanlık, soyguncu tezgâhı kavramaya başlar. Ya da, kopan elini kolunu tevekkül içinde toprağa gömer!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DOMUZ ürünleri denince aklıma ışıklar içinde yatsın Mustafa Ekmekçi gelir. Yobaz takımından az çekmemişti. Bülent Esinoğlu ise “domuz sütü”nden söz ediyor: “Yerli süt üreticileri, süt ürünleri pazarını elinde bulunduran tekeller tarafında, üreticilerin sütünün çok ucuza alınmasından haklı olarak şikâyet ediyorlar. Hayvansal tarımı desteklemeyen siyasi iktidar, süt üreticisi ile alıcı tekelleri karşı karşıya getirdi. Meydanı boş bulan yabancı ortaklı tekeller, süt üreticisinin üzerine abandılar. Kendi karlarından fedakârlık etmeyen bu tekeller, üreticinin emeğini ucuza kapatma peşindeler. Bizim şakirtler, kapitalizmin her türlü kural ve kazanç düzeneklerine uymada herkesten önde hareket ederler. Kapitalistleşerek dünyevileşirler. Piyasalaşarak Batı emperyalizminin emrine girer, mafyalaşırlar. Ama iş domuza geldi mi, işler karışır. Son günlerde, yabancı tütünlerin domuz kanı ile işlendiği üzerinden bir tartışma yürütüldü. Bu tartışma bile, samimi İslami kesimin nasıl da öndersiz olduğunun, daha doğrusu önderlerinin onları nasıl satıp emperyalist Hıristiyanlar ile işbirliği yaptığının göstergesidir. Tütünümüz varken tütün yabancı tekeller tarafından ithal edildi. Tütün ekim alanlarının çoğu kapandı. Tütün ve süt ürünlerini üretenlerin bir sendikası ya da F- Tipi örgütü olmadığı için ortada kaldılar. Aslında bu görev ulus devletindir. Sivil toplum kuruluşu mantığı öyle ilerledi ki, biz bile süt ve tütün için kollayıcı örgüt arıyoruz. Yönetenler emperyalist tekellerin yanında olursa, o tekeller kendi tütününü, kendi sütünü ya da kendi süt ürünlerini bizim pazarımızda satarlar. Domuz sütü, domuz eti veya domuz kanı üzerinden yürütülen bu karşıtlık işin cilasıdır. Dedikodundan öte bir anlamı yoktur. Çünkü dini siyasallaştırmayan samimi dindara domuz üzerinden mesaj verilir. ‘Bakın biz Müslümanız, domuz eti yemiyoruz’ derler ama, beş yıldızlı otellerde, toplantılarda ziyafet sofralarına katılırlar. İçtiği sigaranın tütününde domuz kanı var mı yok mu endişesinde olan samimi dindar bilmez ki, tüm süt türevlerinin içinde ‘domuz sütü’ vardır. Süt proteinleri (mayalar) domuz sütü ve soya sütünün bileşimindendir. Bu mayaları ithal edenler kârları cebe indirir. Sonra da, domuz türküsü tuttururlar.” Domuz sütü KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Issõz bir yer- de tek başõna o l m a k t a n korkmak. 2/ Ağaçtan yapõl- mõş top... Ateş. 3/ Bütün kut- sal Hint me- tinlerinin ba- şõnda ve so- nunda yinele- nen mistik he- ce... Fazladan kõlõ- nan namaz ya da tu- tulan oruç. 4/ Hava ve gaz akõmlarõ oluş- turmakta kullanõlan aygõt... Neon ele- mentinin simgesi... İki tarla arasõndaki sõnõr. 5/ Anlayõşlõ, ince ruhlu... Ku- ran’da bir sure. 6/ Atçõlõk, binicilik. 7/ Küçük erkek kardeş... Edep, terbiye, iyi davranõş... Boru sesi. 8/ Şaşõlacak ka- dar büyük olan şey. 9/ Muğla’nõn Milas ilçesine bağlõ turistik bir belde... Okyanusya halklarõnõn yiğitlik ve bereket tanrõsõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kişinin kendinden korkmasõ. 2/ Bir tür kalõn ve ağõr çizme... Bir meyve. 3/ Kemiklerin yuvarlak ucu... “Dünyada sevilmiş ve seven --- bekler / Bil- mez ki giden sevgililer dönmeyecekler” (Y. K. Beyatlõ). 4/ Bir müzik ya da sinema sanatçõsõnõn tutkunu olan kimse... Bir soru sözü... En kõsa za- man süresi. 5/ Tanrõ... Müslüman ülkelerde otu- ran Yunan asõllõ kimse. 6/ Anlayõş, sezgi. 7/ Ka- yõnbirader... Akõl... Titan elementinin simgesi. 8/ Belirti, iz. 9/ Eski yapõ ya da kent kalõntõsõ... Ar- goda marka düşkünü züppe kimselere verilen ad. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 N A R A L D I M E V İ Y E R O P F S A V A K R T A K Ü S S U İ L A L A T A V P A G O D A A S A M Z O B U A K İ T L A Z A K A R A M U K Ğ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 En temel şiddet nedir? Bağırıp çağırmak deniyor. Konumuz belagat - hitabet sanatı değil. Konumuz kuramı ve kuralları yeni oluşturulmaya başlanan yeni bir bilim dalı.. “Şiddetsiz iletişim!” (İngilizcesi ile “Non- violent communications”) Konu o kadar hassas ki, adında bile “şiddet” bulunduğundan Türkiye’deki bilim çevreleri bu deyimin yerine “yürekten iletişim”i öneriyorlar. ODTÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. İnci Gökmen’e göre “Yürekten iletişim” barışçıl yollardan şiddetin, acının ve çatışmaların köklerini kavramamızı kolaylaştıran etkin bir yöntem… “Yürekten iletişim” dünyanın pek çok yerinde şirketlerde, dersliklerde, hapishanelerde, arabuluculuk merkezlerinde öğretiliyor. Şu sıralarda 35 ülkede yılda 250.000 dolayındaki etkili-yetkili kişiye “yürekten iletişim” pratiği eğitimi veriliyor. Uluslararası barış elçisi, arabulucu ve yazar “Şiddetsiz İletişim Merkezi”nin kurucusu Dr. Marshall B. Rosenberg bütün mesaisini savaştan yara almış bölgeler de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında “yürekten iletişim” öğreterek geçiriyor. Bu konuda doktora yapan hukukçular da var. Hacettepe Üniversitesi de bunlardan birisi. Şiddetsiz İletişim’in birçok öğesi var. Tüm sorun iletişim kurmak isteyenin içtenliğinde düğümleniyor. İşin püf noktası karşısındakine hiçbir sitem, eleştiri veya suçlama yöneltmeden meramını nezaket ve samimiyetle ifade etmek… Bitmedi. Karşısındakinin de aynı içtenlikle ve gönül gözünü de açarak kulak vermek. Bunun için 4 bilgi kaynağına odaklanmak gerekiyor. Gözlem- Teşhis, yorum, yargı kullanmadan, olan bitenin nesnel tanımını yapmak. Ne görüyorum, duyuyorum? Duygular- Gözleminizden dolayı sizde tetiklenen duyguları suçlama getirmeden söylemek. Ne hissediyorum? İhtiyaçlar- Duygularımızın kaynağı olan, karşılanan veya karşılanamayan ihtiyaçlarımızı dile getirmek. Rica/İstek- İhtiyacımızı karşılamak için eyleme çağıran açık bir rica formüle etmek. Şiddetsiz ya da daha yürekten bir ifadeyle yürekten iletişim yöntemini siyaset ortamına uygulamak mümkün olabilir mi? İktidar – muhalefet ilişkilerinin niteliğini geliştirecek, siyaset aktörlerinin yetkinliğini arttıracak ve uygulamada halk yararına daha üretken kılacak bir iletişim ortamı nasıl oluşturulur? Siyasetin partizanlara değil, bu türden sorulara yanıt bulmaya çalışan âkil kişilere ihtiyacı var. Başbakan’ın artık iyice kurumsallaşan Kasımpaşalılık diye de bir anlamda kutsadığı “meydan okuma tavrı” bu yapıyı daha da kemikleştiriyor. Bu bir tür halat çekme oyunu… İktidar halata böylesine hoyratça asılınca ister istemez karşı taraf çekmeye yöneliyor. Gerginlik böylece artıp gidiyor, sürüp gidiyor. Anayasa değiştirme inatçılığında ve bu inadı uygulama ısrarında bir kez daha tanık oluyoruz. Keşke Başbakan’ın camları üzerine nutuk yazan uzmanları -danışmanlar- bu konuyu da biraz çalışıp Başbakan’ın kulağına kar suyu kaçırabilseler. Ve Başbakan’ı toplumla işkembeden iletişim kurma alışkanlığından vazgeçirebilseler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle