23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 16 NİSAN 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 17kultur@cumhuriyet.com.tr ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Gençleri Hayata Döndürmek, Ama Nasıl? “Ölüme son çare olarak bakıyorum. Her zaman elimin altında olan ve kullanmak istediğimde de kimsenin kullanmaktan beni alıkoyamayacağı bir çare olduğunu biliyorum. Çektiğim birkaç acı yüzünden onu hemen kullanmayacağım. Ha, eğer hayat seni korkutuyorsa, ümitsiz kıldıysa, en yakınlarının sana maskeler ardından baktığını fark ettiysen, ‘hayat böyledir’ de, onun ikinci kez katılmana izin verilmeyecek bir oyun olduğunu söyle (…) Oyunda oyuncu olmak zorunda değilim. İstersem izleyici de olabilirim. Bu sanırım daha iyi, çünkü istediğim zaman çıkmam daha kolay. Ölüme son kurtuluş çaresi olarak bakmam, yaşamama hep yardımcı olmuştur. Elimin altında olduğu için, bu çareye hiç başvurmadım. Ama buna sahip olduğumun farkına varmasaydım, kendimi maskelilerin tuzağına düşmüş hissederdim ve bir an önce kaçardım. (…) Bir şansım var, o da ölüme sahip olmam.” Yukarıdaki satırlar, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden eski öğrencim Ergin Biroğul’un 1998 Aralık ayında bana verdiği kompozisyondan alınma. Başlık şöyle: “Yaşamaya Değer mi, Değmez mi?” Ergin Biroğul, artık yaşamıyor. Daha öğrenciliğini tamamlayamadan Eskişehir’de saçma bir elektrik kazasına kurban gitti. Onunkisi, hep aşamadığım ölümlerden biri olarak kaldı. Yukarıdaki satırları ise o ölümden bu yana, acıtıcı sorgularla dolu bir tür miras olarak hep yanımda taşıdım. Ergin’in ölümünden epey sonra, yine bu köşede çıkan bir yazımda üniversite gençliğinin, özellikle üniversite sonrasına ilişkin karamsarlığından söz etmiş ve şöyle demiştim: “Peki ya bizler, bizden sonrasının istesek de istemesek de mirası olacak kuşaklara hangi hesaplaşmaların ürünü bir kültürü bırakmaya hazırlanmaktayız? Gençler arasındaki intihar oranından neleri okumayı başarıyoruz? İntihara kadar gitmeseler bile, daha yirmilerinde ölümü doğal seçeneklerden biri saymaya koyulanların küçümsenemeyecek sayılara ulaştığı bir gençlik, biz ‘yetişkinlere’ kendi başarılarımız adına ne anlatabilmekte?” Şimdilerde gençler arasında intihar edenlerin sayısının yükselmesi karşısında, “Bir intihar kuşağı mı geliyor?” diye soran “yetişkinler” var. Oysa o kuşak çoktandır gelmişti. O kuşak, Ergin’in ölümünden bu yana geçen yıllar boyunca varlığını hep korudu. Yukarıda sözünü ettiğim yazımı, sevgili Ergin’in sessiz uyarılarına atıfta bulunarak şöyle noktalamıştım: “Yaşama isteğiyle dolu, spor yapan, kabına sığamayan, yirmilerindeki bir genci, çevresindeki ‘maskelilerden’ duyduğu tedirginlikle ölümle hesaplaşmaya götüren bugünkü yaşam uygulamamızda, bizleri ve özellikle de bugünün mirasçılarını yaşatanların ve öldürenlerin ne olduğuna, nasıl yeniden insana dönebileceğimize bir kez daha, ama içtenlikle bakmak, gereksiz bir çaba mı olur dersiniz?” Anlaşıldığı kadarıyla hiç bakmamışız. Tek yaptığımız, her zamanki gibi, umarsız bir ahmaklıkla ve kendi sorumluluklarımızı insanlık adına tiksindirici bir umursamazlıkla bir yana atarak “Ne oluyor bu gençlere böyle?” diye sormak, zaman zaman da -tıpkı şimdilerde olduğu gibi- onların “görevliler” tarafından sokak ortalarında, herkesin gözü önünde vurulmalarına ve öldürülmelerine tanıklık etmek. Daha doğrusu, tanıklık bile edemeyecek kadar korkmak! Şu anda ülkemizde bir festivalden ötekine koşturmaktayız. “Olsaydı sanatla ve edebiyatla gerçek anlamda ilişkimiz, bunca ölümün hesabı görülmeden kalır mıydı?” diye sormayı hiç akıl edemeden! Yoksa, “her şeye rağmen sanat”, “gözü hiçbir gerçeği görmeyen sanat” mı demektir? acem20@hotmail.com 1 987 yõlõnda Almanya’ya öğrenci olarak gittiğimde, her seferinde şaşõrtan, yõldõ- ran ve mahcup eden o tuhaf sorgulama karşõma çõkmaktaydõ: “Türkiye’de piyano var mı?”… Fazıl Say’dan gelen mektup bu sözlerle baş- lõyordu... Seçtiği zor yolu anlatõyordu: “Bir ‘müzik evreni’ yaratmak kafamda… Ve oradan yola çıkmak sonsuz bir yolculuğa, bun- ca derdin olduğu bir dünyada.. ‘Türk’ kimli- ği ile dünyada var olmak. Size bazen alaylı, bazen şaşkın; ‘Türk piyanist’ denmesi, -sanki olmayacak bir durummuş gibi… Onların ak- lındaki belli başlı tabuları yıkabilmek, ‘eg- zotizm’ imajından sıyrılmak, kalakalınmış ‘yalnõz başõlõğa’ çözüm üretmek, hep ‘diğer- lerinden daha iyi’ olmak zorunluluğu, hep en küçük hatada ağır hasar gören olmak… Bu kurtlar sofrasında yardım eli uzatacak adres olmaması; hiçbir Türk orkestra şefinin, Türk oda müziği grubunun, Türk menajerin, Türk organizatörünün, Türk kültür destekçisinin, Türk sponsorun, dünya klasik müzik ca- miasında olmaması…” UZUN İNCE BİR YOL Bu çok zor ve ince uzun yolda Fazõl Say’õn nerelere vardõğõnõ bu sayfalarõn okurlarõ iyi bi- lir… Yeni bestesi “İstanbul Senfonisi”yle taçlanan Dortmund’daki “Fazıl Say Festiva- li”nin ayrõntõlarõnõ daha yenilerde sizlerle pay- laştõm… 2010’da Hamburg’da da onun adõna festival düzenlendi. Berlin’in Konzerthaus’unda 2010- 11 sezonunda yorumcu ve besteci olarak “14” konserlik bir performans… Almanya’daki bü- tün klasik müzik festivallerine davet, büyük se- zon serilerinin hepsine defalarca katõlmakta… Yorumcu ve oda müzikçisi olarak Alman- ya’nõn tüm ödüllerini 2 defa kazandõ. Geçtiği- miz 10 yõl içinde ise Almanya’nõn hemen hemen tüm orkestralarõ ile çaldõ. 2008’de Almanya’da “yılın müzisyeni” seçildi. Birçok Avrupa ül- kesinde ve Japonya’da da öyle… 1990’larda ABD’de de öyle New York Filarmoni ile 8 kez çaldõ... 2002’de kõzõna yakõn olmak için Tür- kiye’ye taşõndõ… Anadolu’ya turneler yaptõ, fes- tival kurdu, sürekli çaldõ ve besteler yaptõ… Bunlarõ anlattõktan sonra Fazõl Say mektu- bunda üzüntüsünü (kõzgõnlõğõnõ) dile getiriyor- du. Uluslararasõ İstanbul Müzik Festivali prog- ramõ açõklanõrken bir gazetecinin “Neden Fa- zıl Say yok” sorusuna Müzik Festivali Direk- törü Yeşim Gürer, Fazõl Say’õn son yõllarda Chopin ve Schumann yorumlamadõğõnõ belir- terek yanõt vermişti… İşte bu yanõt, sanatçõyõ in- citmişti. Mektubun sonrasõ öfkeli bir tonda sü- rüyordu. Klasik müzikle ilgilenen okurlar biliyor ki Fa- zõl Say’õn İstanbul Kültür ve Sanat Vakfõ’na kõr- gõnlõğõ daha önceye dayanõyor: Öfkesi, gözbe- beği bestesi, “Metin Altıok Ağıtı”, ilk seslen- dirilişinde, sansürlendiği içindir… Ve bu, çok haklõ bir kõrgõnlõktõr. 2 PİYANO KONÇERTOSUNA 2 PİYANİST Basõn toplantõsõndaki soru “Neden Fazıl Say yok?”, “Neden İdil Biret yok” da olabi- lirdi. Üstelik İdil Biret dünya çapõnda Chopin ustasõ diye biliniyor. Ancak bu soru yine yan- lõş olurdu. Bir festival programõ, içerdikleriyle sorgulanabilir. Dõşarõda bõraktõklarõyla değil… (2010 İstanbul Kültür Başkenti’yken, neden Fa- zõl Say’õn bestesi “İstanbul Senfonisi” yok, da- ha mantõklõ bir soru olabilirdi…) Festival programõna ilişkin Yeşim Gürer, 21 konserlik bir program içeren festivalde sadece 2 piyano konçertosu seslendirildiğini vurgulu- yor. Bunlardan biri, Dünyada Varşova’da Cho- pin Yõlõ’nõ Chopin’in piyano konçertosunu ses- lendirerek resmi olarak başlatan Lang Lang. Di- ğeri Schumann piyano konçertosu yorumu “tüm zamanların en iyi yorumu” olarak gös- terilen Radu Lupu. İkisi de olağanüstü isimler! Yeşim Gürer şöyle diyor: “Evet Fazıl Say bu sene festivalde yoktur, zira Chopin ve Schumann’ın ağırlıklı olduğu bir yılda ses- lendirilecek 2 konçertonun bu iki piyanist ta- rafından seslendirilmesini istedik. Bu bir ar- tistik seçimdir ve artistik seçimler de sübjektif konulardır, ‘Niye onlar da Fazõl değil’ diye tar- tışılması da son derece gereksizdir.” GAZETECİ DOSTLAR DİKKAT DİKKAT Baştan söyleyeyim: Fazõl Say, benim için çok değerli bir sanatçõ. Ne denli hassas, kõrõlgan ol- duğunu biliyorum, çocuk ruhunda kopan fõrtõ- nalarõ yakõndan izliyorum. Onu her şeyden, her- kesten korumak, incinmemesi için elimden ge- leni yapmak istiyorum… İKSV, yaşadõğõm kent İstanbul’a kimliğini, ki- şiliğini kazandõran, çağdaş evrensel değerleri su- nan, beraber büyüdüğüm eşsiz bir kurum. Bir avuç gencin elinde, devletlerin hükümetlerin ya- pamadõğõnõ gerçekleştiriyor, hayatõ yaşanabilir kõlõyor. O gençlerden biri de Yeşim Gürer. Sevgili okurlar, bu ülkede çağdaş aydõnlõk, yü- zü ileriye dönük, yaratõcõlõğõ önemseyen bir avuç insanõmõz var. Onlarõ hepimiz kollamalõyõz. Biliyorum gazeteciler kavga sever, sisli pus- lu hava sever, düşmanlõk sever. Farkõndasõnõz herhalde: son zamanlarda her ama her alanda ay- rõmcõlõğõ, düşmanlõğõ körükleyen, piyanistleri, sanatçõlarõ, yazarlarõ bile o taraf/ bu taraf diye bölen ayõran odaklar var! Gazeteler ve kimi ga- zeteciler bundan besleniyor! Yeter! Daha faz- la oyuna gelmeyelim! Şurada aynõ dili konuşan kaç kişi var ki! www.zeyneporal.com faks: 0212. 257 16 50 Bu ülkenin bir avuç aydõnlõk insanlarõ, oyuna gelmeyin… Bölünmekdeğilbütünleşmek... Kültür Servisi - Dünyaca ünlü müzayede evi Sotheby’s’in Londra sa- lonlarõnda dün düzenlenen “Çağdaş Türk Sanat Yapıtları” müzayede- sinde, Fahrelnisa Zeid’in “İsimsiz” tablosu 657.250 sterline (yaklaşõk 1 milyon 500 bin TL) alõcõ buldu. Zeid’in yapõtõ, 300.000-500.000 sterlin ara- sõnda bir tahmini değerle satõşa su- nulmuştu. 65 Türk sanatçõnõn 1001 yapõtõnõn açõk arttõrmaya çõkarõldõğõ müzayede- de, toplam 2 milyon 500 bin sterlinlik (yaklaşõk 5 milyon 700 bin TL) bir sa- tõş sağlandõ. Geçen yõl yine Sotheby’s müzayede evinde ilki yapõlan Türk çağdaş sanatõ açõk arttõrmasõnda, 1.3 milyon sterlin gelir elde edilmişti. Dünkü müzayedede yüksek fiyata satõlan bir diğer eser ise 35 bin ila 45 bin sterline satõlmasõ beklenen, Taner Ceylan’õn “1881” isimli tablosu oldu. Ceylan’õn yağlõboya tablosu, 121.250 sterline (yaklaşõk 278 bin TL) alõcõ bul- du. Müzayedede ayrõca, Haluk Akak- çe, Bedri Baykam, Abidin Elde- roğlu, Şükran Moral, Erol Akyavaş, Mübin Orhon, Bedri Rahmi Eyü- boğlu, Komet, Burhan Doğançay, Neşe Erdok, Canan Tolon gibi sa- natçõlarõn eserleri satõldõ. S O T H E B Y S ’ D E Ç A Ğ D A Ş T Ü R K S A N A T I M Ü Z A Y E D E S İ Zeid’in tablosuna 5.700.000 TL Fahrelnisa Zeid.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle