29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

İzmir İktisat Kongresi yine yol gösteriyor Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Başkanı uş gribinde karşımıza çıkan veba hastalığı, hem insan ve hem de hayvanlarda karşılaşılan en eski ve en ölümcül hastalıkların başında gelir. Ölümcül olması ve ortaya çıktığında ekonomik dengeleri alt üst etmesi nedeniyle bütün milletler, eskiden beri bu ve benzeri hastalıkların üstesinden gelmek için her türlü yöntemi geliştirmeye çabalamışlardır. Veteriner hekimlik bile Sığır vebasının 1718. yüzyıllarda Avrupa’da 200 milyon kadar sığırın telef olması nedeniyle ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmıştır. Zamanın Fransa Kralı sığır vebası salgınlarıyla başa çıkabilecek, bilimsel yöntemlerle eğitim gören veteriner hekimlerin yetiştirilmesi için düğmeye basmış ve ilk veteriner hekim okulu Lyon’da 1762 yılında kurulmuş, bunu tüm dünyada bilimsel eğitim veren veteriner hekim okullarının açılışı izlemiştir. Ülkemizde ilk veteriner hekim okulu gerek at ve gerekse sığırlarda karşılaşılan veba salgınlarının askerin harekât gücünü zayıflatması nedeniyle 1842’de İstanbul’da Askeriyeye bağlı olarak kurulmuş, daha sonra 20. yüzyılın başlarında bunu sivil veteriner hekim okulları izlemiştir. Sığır vebası Kurtuluş savaşı sırasında da ordunun elindeki sığırların büyük kısmının telef olmasına yol açmış, hatta zamanın İktisat Bakanı Celal Bey’in (Bayar) sırf bu yüzden bakanlıktan istifa ettiği ileri sürülmüştür. Kayıtlara göre Celal (Bayar) Bey’in bir veteriner hekime " Ben sığır vebası yüzünden vekaletten düşeceğimi tahmin etseydim, Meclisin önünden sel gibi serum akıtırdım" dediği ileri sürülmüştür. Eski kitapları karıştırırken elime 2001 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde Sayın Tamay Başağaç tarafından yapılmış bir doktora tezi geldi. "Türki K ye’de iki dünya savaşı arasında veteriner hekimliği hizmetleri ve hayvancılık politikaları üzerinde araştırmalar" konulu tezde Cumhuriyeti kuran o eli öpülesice insanların sıkıntıları ve bunların önlenmesi için nasıl çaba harcadıkları ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Özellikle Kurtuluş Savaşını sona erdiren Lozan Barış Antlaşmasının görüşmeleri sürerken 17 Şubat4 Mart 1923 tarihleri arasında, İzmir’de İktisat Kongresinde alınan kararları okuduğumda 83 yıl öncesinden alınan bu kararların nasıl günümüz Türkiyesine yol gösterdiğine hayret ve ibretle tanık oldum. Bu ülkeyi yönetenler biraz geçmişi araştırsalar aslında şu andaki sıkıntıların geçmişte de yaşandığını ve bunların nasıl çözümlendiğini rahatlıkla görebileceklerdir. Kongrenin Başkanlığını yapan Manisa Sanayi Temsilcisi Kazım Karabekir Paşa’nın açış konuşmasında hayvan ve insan sağlığının korunmasının ülke ekonomisi için önemini ve tabip ile veteriner hekimlerin bu kongreye benzer kongreler düzenlemelerinin sağlık ve ekonomi açısından gerekliliği vurgulanmıştır. Kongrede çiftçi grubunun aşağıda sunduğu ekonomik esaslar oybirliğiyle kabul edilmiştir: "İktisat Bakanlığına bağlı bağımsız bir müdüriyet kurularak hayvanların ıslah ve çoğalmasının sağlanması. Hayvanların sığır vebası ve diğer hastalıklardan korunması için ülkenin her tarafında bakteriyolojihanelerin (şu andaki Veteriner Araştırma Enstitüleri) kurulması ve her çeşit aşının hazırlanması, mücadele heyetlerinin oluşturulması, fen dairesinde hastalıkların önlenmesi. Hayvanların ıslahı ve yetiştirilmesi amacına yönelik olarak uzmanların katılımıyla bir kongrenin gerçekleştirilmesi. Damızlık hayvanların kesilmesinin ve yurt dışına çıkarılmasının yasaklanması, ithal edilecek hayvanların vergiden muaf tutulması. Köylü ve çiftçilerin hayvan ıslahı ve çoğaltılması gibi konularda bilgilendirilmesi. Yan okulların hayvancılıkla ilgili eğitimöğretiminin "hayvancılık ekonomisi" esası üzerine gerçekleştirilmesi. Zararları görülmüş olan boyunduruk kağnı arabalarının bilimsel yöntemlerle ıslahı. Hayvan yetiştiricilerinin özendirilmesi için, yıl boyunca birçok yerde ödüllü sergi ve yarışların düzenlenmesi. Hayvan sayımlarının ve hayvanlar vergisinin, köylü lehine düzenlenmesi. Burgu kuyularının açılması ve su bulunmayan yerlerde bu yolla çayır ve meraların yapılması. Tiftik keçilerinin korunması amacıyla, damızlıkların kesilmemesi ve keçilerin geçici bir süreyle vergiden muaf tutulması. Eskişehir harasının canlandırılması, hara ve numune ağıllarının açılması. Uygun yerlerden hükümet eliyle toplanan hayvanların bedelleri taksitle alınmak üzere köylülere ve çiftlik sahiplerine dağıtılması. Bilimsel tavukçuluğun yaygınlaştırılması. Tavukların bulaşıcı ve öldürücü hastalıklarının karantinaya tabii hastalıklar arasına alınması. Hayvanları Koruma Derneklerine, Hükümetçe yardım edilmesi. Ağnam vergisinin (koyunkeçilerden alınan vergi) taksitle alınmasının sağlanması. Erkek damızlık hayvanların satın alınması ve damızlığa uygun olmayan hayvanların elden çıkarılması." Kongrede ayrıca hayvan hırsızlığı yapan gezicigöçerlerin ve dışarıdan gelenlerin ülkeye girmesi ve yerleşmelerinin yasaklanması, yurt içinde bolca yetişen ve dışarıda tüketilen tarım ve hayvan ürünlerinin yabancı ürünlere karşı korunması, savaşın başından itibaren çiftçiden alınmış olan her türlü hayvan ve diğer maddelerin bedellerinin hükümetçe ödenmesi esasları da oybirliğiyle kabul edilmiştir. Bilmiyorum fazla söze gerek var mı? Cumhuriyeti kuran Atatürk ve arkadaşları, kongrede alınan bu kararları harfiyen yerine getirmiş, dolayısıyla yıllarca süren savaşlardan bitap düşmüş halkı üreten bir güç haline getirmeye çalışmış, ancak ne yazık ki 1950’lerden sonra model hızla değişmiş ve 1980’lerden sonra öldürücü darbe gelmiştir. Tablo ortadadır. Sistemin çöktüğü kuş gribi ile tescillendi. Hayvancılık bitmiş, tarım can çekişiyor, Avrupa ortak, Türkiye pazar olma yolunda hızla ilerliyoruz. Muz üreticisi dertli Güngör TÜRKELİ ANAMUR Anamur'da muz üretiminin seksen yıla varan ilginç bir öyküsü var. Yıl 1934. Anamurlu tüccar Baki Fidan Mısır'dan, ilginç bulduğu için muz fidanı getirir. Üretmek için değil,süs bitkisi olarak. Evinin önünde uygun bir yere diker. Altı ay sonra bakar ki fidanın dibinden küçük fidanlar üremiştir. Üstelik ağacında meyve de vardır. Yeni fidanları da bahçesinin uygun yerlerine diker. Baki Fidan'ın 1934 yılında Mısır'dan getirdiği fidanlar meyve vermeye başladığında 1940'lı yılların başında bir ürün olarak ve ticari amaçla üretilmeyi başlanır. 1945 yılından başlayarak muz,"Anamur muzu" olarak tanınmaya başlar. Muz önce açık alanlarda üretilir. Üretim alanı olarak Akdeniz sahil şeridinde Finike'den başlayarak doğuya doğru üretim çalışmalarına girişilir ama, muz üretimi asıl Antalya'nın Alanya ve Gazipaşa ilçeleriyle Mersin'in Anamur ve Bozyazı ilçelerinde yoğunlaşır. Muzun dekar başına verimi 1975 yılında 1700 kg'dır. Üretim alanı 1994 yılında 1200 dekarda 30 bin tona ulaşır. Bugüne gelindiğinde üretime teknolojinin de girmesiyle örtülü alanda muz üretimi yapılmaktadır. Anamur'da 10 bin dekarın üzerinde örtülü alanda, Bozyazı ilçesinde 78 bin dekar yine örtülü alanda 5060 bin ton muz üretilir. Muz üreticileri de artık örgütleniyor. MUZDER (Anamur Muz Üreticileri Derneği) Genel Başkanı Niyazi Sinanoğlu, muzun "hassas ürünler" kapsamına alınması gerektiğini savunuyor: “Nasıl ki çay,desteklenmesi gereken hassas bir ürünse, bizim yerli muzumuzun da hassas ürünler kapsamına alınıp desteklenmesini istiyoruz. Bu isteğimizde haklı olduğumuza inanıyoruz. Muzun ekonomimize büyük katkısı var. Öncelikle muz üretimi önemli bir istihdam sağlıyor. Bazı sektörlere de ciddi katkıları var. Örneğin, plastik sanayine. Yalnız Anamur'dan söz ediyorum. Plastik sanayine yılda ödenen para 10 trilyon liranın üzerinde. Çarpıcı bir örnek daha. Hayvancılık sektörüne de büyük katkımız var. Muz üretiminde organik gübre çok önemli. Bugün bir kamyon gübrenin fiyatı 1200 YTL lira ile 1400 YTL arasında satılıyor. Hayvan gübresine aktarılan para yılda 12 milyon YTL ’nin üzerinde. Eğer muz üretimi olmasa Toros dağlarında keçi koyun besleyen yurttaşlarımız gübreyi 200 YTL ’ye satamaz." Muz üretimi ve üreticilerinin gerçekten çok büyük sorunları ve riskleri var. En büyük sorunsa "kaçak muz" sorunu. Türkiye'nin yıllık muz tüketimi 300 bin ton dolayında. Muz üretilen dört ilçede toplam muz üretimi 140 bin ton do layında. Yani tüketimin yarısı. Açıkça görülüyor ki, her yıl Türkiye 160 bin ton muz ithal etmek durumunda. Muz şimdilik yüzde 45. 8 fon desteğine sahip. Ancak, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarımda fonların yüzde 100'ün altına düşürülmesini istiyor. Yetkililer, bu durumda muz üretilen bölgelerin birer sera mezarlığına döneceği kuşkusunu taşıyorlar. MUZDER başkanı Niyazi Sinanoğlu'na kulak verdiğimizde şu gerçekle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz: "Türkiye'nin muz ithal ederek ödediği para yılda 180 milyon YTL. Üstelik bunu döviz bazında ödüyor. Eğer muz üretiminin yarısı olan 140 bin ton muz üretilmese Türkiye 180 milyon YTL daha ödemek zorunda kalacak." Bir de Prof. Dr. Ali Koç'un değerlendirmesine bakmamız gerekiyor: Koç'a göre muz fiyatları 1995 fiyatlarının altında. Dolar bazında 1995'te bir kilo muzun fiyatı 1. 65 dolarken,şimdi 80 sent. Prof. Koç önümüzdeki günlerde muz üreticisinin kâr payının azalabileceği görüşünde. Ayrıca, satış fiyatının düşmesi konusunda üreticiler için çok büyük risk var. Bunun nedeni de yukarıda sözünü ettiğimiz Dünya Ticaret Örgütü’nün AB üyeliği sonucu fonların yüzde 100'ün altına düşürülmesi. Bu fonların düşürülmesi satış fiyatının da yüzde 23.75 azalmasına neden olacak. Bu durumda bahçede 1 YTL'den satılan muzun kilosu 78 yeni kuruşa gerileyecek.Son sözü yine MUZDER Başkanı Niyazi Sinanoğlu'na bırakalım: "Parlayan yıldızımızı söndürmeyelim." 28
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear