27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Organik tarım bir yaşam biçimidir Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Organik yetiştiricilik, yeni bir ticari pazar alanı, yeni araştırma ve iş alanları yaratma bakımından da yeni bir bakış açısıdır. inmesinden, mülkiyetin yeniden tanımlanmasına, sürdürülebilir çevre ve ekolojik dengenin korunmasına kadar hayata geçirilmesi gerekenler var'' açıklamasını yapıyorlar. Küreselleşmenin yarattığı olgu, içerisinde kullanılan üretim teknikleri ve yöntemleri sonucu son yüzyılda her türden yağma ve yıkımı beraberinde getirmiştir. Bu faaliyetlerin sonucu dünyanın birçok ülkesinde ve bölgesinde doğal hayat neredeyse yok olma noktasına gelmiştir. Doğal çeşitlilik (biyoçeşitlilik) artık yerini tek çeşitliliğe bırakmıştır, toprak daha fazla işlenmeye başlanmış, sular kirlenmiş, atmosfer kirlenmiş ve nihayet topraklar kirlenmiştir. Hızla artan yerleşim alanı talebi yeşil alanların yeni yerleşim yerlerine açılması sonucu hızla betonlaşmaya doğru gitmiştir. Mera alanları hızla düşmekte, tarım toprakları erozyona uğramakta yer yer kuraklık, yer yer de sel baskınları doğayı tahrip etmekte ve tüm bu olumsuzluklara karşı da verimlilik o oranda düşmektedir. Bütün bu olumsuz gelişmelerin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak kimyasal gübre ve tarımsal savaş ilaçlarının hiç kullanılmaması ya da mümkün olduğu kadar az kullanılması, bunların yerini aynı görevi yapan organik gübre kullanımı ve biyolojik savaş yöntemlerinin alması temeline dayanan Organik (Ekolojik) Tarım uygulamaları başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere hızla gelişmeye başlamıştır. Organik tarım birçok yapısal ve taktik yaklaşımların bileşenlerinin oluşturduğu bir tarım sistemi olup doğanın kendi dinamik yasaları içerisinde bu üretim şeklini benimsemektedir. Organik tarımda bitki yetiştiriciliği (bahçe, tarla tarımı) ile hayvan yetiştiriciliğini bir bütünlük içerisinde düşünülmektedir. Genel anlamda organik tarımın amacı; mevcut toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, bitki, hayvan ve insan sağlığını koruyan bir üretim şeklidir. Diğer taraftan organik yetiştiricilik, yeni bir ticari pazar alanı, yeni araştırma ve iş alanları yaratma bakımından da yeni bir bakış açısıdır. Sistem mevcut yaklaşımlara alternatif olduğu için birey ve toplum hayatında yeni dönüşümleri de beraberinde getirmektedir. Organik tarım biçimi bazı kişiler için artık bir yaşam biçimine dönüşmüştür. Gerek birey ve gerekse toplum yaşamında meydana gelebilecek değişiklikler için yeni yasal düzenlemeleri ve önlemlerin alınmasını da beraberinde getirmektedir. Organik tarımı destekleyen bankacılıktan tutun da organik tarım yasalarına kadar yeni yaklaşımlar ortaya atılmaktadır. Ekoturizm giderek artan bir sektör durumuna gelmiş olup, Ekoturizm ve Ekotarım birliktelikleri sağlamaya çalışmaktadır. Bütün bu alanlarda tek tek ülkeler ve Avrupa Topluluğu gibi bölgesel ülkeler yasalarında yeni düzenlemelere giderek kısa ve uzun dönemde tarımda, gıdada ve sağlıkta yeni stratejiler geliştirmektedirler. Ayrıca sistem kapalı alanda ve daha az enerji kullanımını gerektirmesi nedeniyle daha sakin bir yaşam tarzını beraberinde getirdiği için insan sağlığına ve toplum psikolojisine pozitif enerji katabilir. Organik tarım sistemi doğa yasalarının kendi içerisinde entegrasyonunu dikkate alan, sorunu ve çözümlerini yine kendi içerisinde taşıyan, dinamik ve değişken bir sistem olup ekonomik, çevre ve sosyal sürdürülebilirliği içeren felsefi (diyalektik) bir bakış açısıdır. Bu bakış açısında bütün canlıların yaşama hakkı en üstte tutulmaktadır. nsanın insan olma süreci ile başlayan doğanın tek efendisi, bilinç sahibi olan varlık olarak, bütün işlevlerini kendi beslenme diyalektiği içerisinde yönlendirmiş ve insanı besin zincirinin son halkasına taşımıştır. Bilinci ile olayları kontrol eden tek canlı olan insanın olayları etkilemesi genelde besine ulaşma doğrultusunda olmuştur. Diğer canlıların da yaşama ve sürdürülebilirlikleri için gösterdikleri mücadelenin altında besine ulaşma çabası bulunmaktadır. İlk kabile savaşlarından tutun da uzayın derinliklerine kadar devam eden bütün işgaller, seferler, modern savaşlar, gelişen teknolojiler için sarf edilen çabaların hepsi gıda, diğer bir ifade ile enerji sağlamak için yürütülmüştür. İnsanın enerji sağlamada diğer canlılardan daha üstün hale gelmesi, onun enerji elde etme yöntemlerini ve kaynaklarını da farklılaştırmıştır. Sanayi devrimi ile başlayan, 19. yüzyılın ikinci yarısında hızlanan ve insanın ilerlemesi adına başlayan olgu, yalnızca insanın insan üzerindeki ağır baskısını değil, aynı zamanda sistematik olarak doğanın tahribatını da beraberinde getirmiştir. Binlerce yıllık bilimsel bilginin de yardımıyla yaşamsal pratikte bazı olguların aynı doğrultuda yönetilmesi, bazen güçlülerin güçsüzleri kendi doğrultularında yönlendirmeleri, küreselleşme mantığı şeklinde algılanmaktadır. Küreselleşme olgusu doğa ve tarım üzerinde ne derecede etkili olmuştur? Küreselleşme sürecinin hız kazanması ile dünyadaki gelir dağılımı gelişmiş ülkeler lehine işlemiş, az gelişmiş ülkelerde ise tam tersine tarıma bağımlı teknoloji yönünden gelişmiş ülkelere bağımlı hale gelmiştir. Buna bağlı olarak dünyadaki yoksulluk ve açlık alanı daha da genişlemiştir. Tarımda küreselleşme tarımın tekdüze olarak yönetilmesi anlamına gelmektedir. Bu da doğanın yasalarına aykırıdır. Teknoloji kullanımı her ne kadar başta iyi niyetle ihtiyacı gidermeyi amaçlıyorsa da günümüze yansıyan niteliği ile ihtiyaçtan çok kârı esas almaktadır. 1945’li yıllardan günümüze kadar kullanılan kimyasal gübre ve ilaçlara karşı verimin artmadığı, aksine bazı zararlı organizmaların ilaçlara dayanıklılığının arttığı ve toprakların verimliliklerinin ve ürün kalitesinin buna bağlı olarak düştüğü bilim çevrelerince tespit edilmiştir. Bugün yeryüzünde, genel olarak batıda insanlar, ihtiyacının çok üstünde bir üretim içerisinde iken doğu ve güney yarım kürede ise ihtiyacı karşılamayacak kadar düşük üretim gerçekleşmektedir. Batıda bitkisel üretim için doğal koşullar doğuya ve güney yarım küreye göre daha az elverişlidir. Buna karşılık batının kullandığı gelişmiş üretim araçları ve yüksek girdiler ile uygun planlamadan dolayı düzenli bir üretim artışı varken, güney yarım kürede ise düşük teknoloji ve girdi yanında plansızlık nedeniylede düşük verim elde edilmektedir. Dünya Tarım Örgütü (FAO), beslenme yetersizliğinin tarımdaki verimsiz ve düşük üretimden kaynaklandığını, ancak yoksulluğun ve yanlış politikaların yetersiz üretimden daha önemli olduğunu belirtiyor. Bu görüşten hareketle, gıda güvenliğinin pahalı teknolojilerle çözülemeyeceği hatta daha da kötüye gideceğini vurgulayan FAO, ''Açlık ve yoksulluğun önüne geçmede pek çok ölçütün hayata geçirilmesini önermektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin borçlarının sil İ 18
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear