29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Doğal kaynakların korunması bir bilinç sorunu Prof. Dr. Tuncay TÜKEL Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi S ürdürebilirlik, değişik ilgi alanlarında uğraşanlar tarafından farklı şekillerde tanımlanmaktadır... "Brundtland Raporu " olarak bilinen ve 1987 yılında Birleşmiş Milletlere sunulan raporda, "Gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneklerini tehlikeye atmaksızın, bugünkü kuşakların kendi gereksinimlerini karşılama stratejisidir" diye tanımlanmıştır. Sürdürülebilir Tarım, Sürdürülebilir Ekonomi, Sürdürülebilir Çevre, Sürdürülebilir Üretim, Sürdürülebilir Eğitim, Sürdürülebilir Politika v.s. Doğal kaynakların kullanımında sürdürülebilirlik tartışması, temel tüketim faaliyetleri arasında sayılan temiz havanın solunması, suyun kullanılması ve insan faaliyetleri sonucu oluşan üretim artışının devam ettirilmesi gibi insan yaşamını doğrudan etkileyen " Çevrenin Doğal bir Sermaye " olarak görülmesini ön plana çıkartmaktadır. Üzerinde yaşadığımız dünyamız, güneş sistemimiz içinde yaşamın sürdürülebildiği tek gezegendir. Ekolojik olarak bakıldığında içerisinde sürekli bir enerji akışı ve madde dolanımı bulunan en büyük bir ekosistemdir. Bu büyük ekosistem de kendi içinde yine sürekli enerji akımı ve madde dolanım ilişkileri ile bağlantılı alt sistemlerden oluşmaktadır. Yapı ve işlevleri açısından ekosistemler yaşayan bir organizma gibidir. Aynen bir insan vücudu gibi... İnsanın sağlıklı olması için vücudunu oluşturan sindirim, dolanım, boşaltım v.s. gibi sistemlerin tümünün sağlıklı ve birbirleriyle uyumlu çalışması gerekir. Canlı bir organizma gibi dünyamız da kara, orman, çayırmera, çöl, su, deniz, okyanus ve gölgölet ekosistemleri gibi alt sistemlere ayrılmıştır. Bunların tümü de gerek kendi içlerinde, gerekse kendi aralarında yine enerji akımı ve madde dolanımı ilişkileri içinde bağlantılıdır. Bu sistemlerin üzerine bindirilecek aşırı yükler, önce aşırı kullanılan sistemde zararlı etkiler göstermeye başlar. Bu devam ettiği sürece, zaman içerisinde komşu ekosistemleri de etkiler. Sonuçta sistemin tümü hastalanıp ölebilir. İnsan olarak biz de diğer canlılar gibi bu ekosistemin bir parçasıyız. Üzerinde yaşadığımız gezegenimizin milyarlarca yıllık oluşumu, şekillenmesi, diğer canlıların ortaya çıkmasıyla kıyaslandığında modern insanın ortaya çıkması sadece 35 bin yıllık, tarıma geçişi 710 bin yıllık bir zaman almış, endüstriye geçiş 300400 yıllık bir geçmişe sahip, 3040 yıllık bir süreçte de uzay çağı, bilişim çağı ve son yıllarda da biyoteknoloji ve nanoteknoloji çağına girmiş durumdayız. İnsanın gelişimi kuşkusuz doğadan daha çok yararlanma, diğer canlılarla girilen rekabette öne geçme, doğaya hakim olma çabalarıyla beraber sürdürülmüştür. Dünyamızın oluşum süreci ile kıyaslandığında bu kadar kısa sürede gelişen, çoğalan insan, yine bu kadar kısa bir süreçte, bilerek ya da bilmeden, biyosferin sürdürülebilirliliğini azaltan birçok faaliyette bulunmuştur. Arazi açmaları, su yollarının değiştirilmesi, tarımsal, ormancılık, balıkçılık, otlatma faaliyetleri, madenlerin çıkartılması, petrol tüketimi, endüstrileşme ve şehirleşme gibi... Bütün bu faaliyetler doğal ekosistemlerden sürekli bir şeyler götürmüş, sonuçta, genelde çevre sorunları dediğimiz, ormansızlaşma, otlakların kaybı, çölleşme, asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi, nükleer felaketler, çevre kirliliği ( su, hava, toprak ), or ganik maddece zenginleşme (ötrofikasyon), sedimentasyon, iklim değişikliği, peyzaj parçalanması, atık maddeler, türlerin yok olması, genetik çeşitliliğin azalması, yaşama ortamlarının kaybı, türlerin dağılım ve bolluklarının değiştirilmesi, arazi şekillerinin değiştirilmesi gibi çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle, yukarıda saydığımız ekosistemlerin üzerinde ortaya çıkartılan her türlü tahribat doğanın insanlara sunduğu hizmetin miktar ve kalitesini azaltan sermaye azalması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin kirlenen havayı solumak ya da kirletilmiş suyu kullanmak, önce sağlık bozukluğu şeklinde kendini göstermekte ve belki de ölümle sonuçlanabilen olaylara neden olabilmektedir. Kirlenen ya da insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkartılan erozyona uğramış topraklar, tarımsal verimin düşmesine, ekonominin zayıflamasına ve sonunda insanların fakirleşmesine yol açmaktadır. Böylece doğal kaynakların kullanımında sürdürülebilirlik kavramında göz önünde tutulması gerekli şu üç boyut, ekolojik (ekosistem), verimlilik ve ekonomik boyut ortaya çıkmıştır. Bunlara daha sonra kültürel ve sosyal boyutlar da eklenmiştir. Doğal kaynakların doğru kullanımı bu boyutlar arasındaki hassas dengeleri kurabilme becerisine bağlıdır. Sürdürülebilirlik kavramı doğal kaynakların miktar ve potansiyellerinin saptanması ve zaman içinde durumlarının izlenmesi için geliştirilmiş uygun bir yaklaşımdır. Ancak, uygulamada sürdürülebilirliliği gerçekleştirebilmek için çok disiplinli çalışmalar gereklidir. Bunun için de kamuoyu oluşturmakla yükümlü gönüllü koruma grupları yanında, ilgili özel ve kamu sektörü temsilcileri ve üniversitelerden ilgili uzmanların mutlaka bir arada çalışması etkili sonuçlar alınması için gereklidir. Kurulacak ekipler; ulusal düzeyde sosyal, ekonomik ve ekolojik bilgileri kapsayan kriter ve göstergeleri inceleyip değerlendirirler ve ekonomik, sosyal ve ekolojik faydanın sürdürülebilirliğine ilişkin sağlam ve doğru kararlar alınmasını sağlayabilirler. Elbette, bu kararları sürekli uygulayacak politik iradenin var olması ve hükümetler değişse bile bu kararların yaşama geçirilmesi koşuluyla... Bu bağlamda, karar verme yetkisini elinde tutan mercilerin, politikacıların, mühendislerin, hakim, savcı ve avukatların, iş adamları gibi mesleklerle uğraşanların mutlaka dünya canlı doğal kaynakların aşağıda özetlenen koruma stratejileri hakkında bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü, bu grupların kararları sonucu oluşturulan uygulamalar temel prensiplere aykırı olursa çevre zarar görmekte, temel prensiplerle uyumlu olursa çevre geliştirilebilmekte, yaşanabilir kılınmaktadır. Nedir bu stratejiler? 1) Ekosistemlerin temel işlevlerinin korunması; enerji akımı, kimyasal madde döngüleri ve populasyon denetimleri gibi. 2) Genetik çeşitliliğin korunması, 3) Populasyon ve ekosistemlerin bulundukları iklim ve ekolojik koşullar altında kendilerinden alınabilecek verim değerlerini düşürmeden, bozulmalarına engel olmak, yok edilmeden yıldan yıla sürdürülebilir bir şekilde devamlılığını sağlamak. Görüldüğü gibi, doğal kaynakların korunması, doğal bölgelerin ve ekosistemlerin korunmasına, çağın koşullarına göre ve gelişen teknolojik uygulamaların doğayla dost olanlarının yaşama geçirilmesine sıkı sıkıya bağlı bulunmaktadır. Fiyatlar aldı başını gidiyor GAZİANTEP (A.A) Türkiye'de yaygın olarak üretimi yapılan limon, üreticiden tüketiciye ulaşıncaya kadar fiyatı en fazla artan tarım ürünü oldu. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı verilerinden derlenen bilgiye göre, üreticinin kilogramını 0,32 YTL'den sattığı limonun fiyatı, tüketiciye ulaşıncaya kadar yüzde 256 oranında artarak 1,14 YTL'ye ulaştı. Tüketiciye ulaşıncaya kadar fiyatı en fazla artan diğer tarımsal ürünler havuç (yüzde 156), kuru incir (yüzde 125), ıspanak (yüzde 124) ve portakal (yüzde 121) oldu. Üreticiden tüketiciye varıncaya kadar fiyatı en az artan ürünler ise kuru sarımsak (yüzde 21), toz şeker (yüzde 24), ekmeklik buğday (yüzde 26), rafine mısırözü yağı (yüzde 26) ve ayçiçek yağı (yüzde 27) olarak sıralandı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın ortalama fiyatları dikkate alarak hazırladığı Aylık Yurt İçi Tarımsal Ürün Fiyatları verileri, Ankara, İstanbul, Sivas, Antalya, İzmir, Tekirdağ, Erzurum, Mersin, Trabzon Tarım İl Müdürlükleri'nin saptadığı fiyatlara dayanılarak derleniyor ve ayda bir yayınlanıyor. 21
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear