25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Evet’çiler Gerçeği Görse! SAYFA CUMHURİYET 26 AĞUSTOS 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cumhuriyet’te yarım yüzyılı dolduran yazarlık yaşantımı sürdürmekteyim. Elli yıl!.. Dile kolay, gün gün not tutsaydım anılar dağlar kadar olurdu. Üstelik küçük yaştan başlamıştım gündelik notlar almaya. Kocaman defterlerim vardı, yazar olmayı içime sindirmiştim ki, Şehzadebaşı’ndaki konak eskisinin boş çamaşır odasını kendime yazı yeri olarak seçmiştim. Duvar boşluklarını kitaplarla doldurmuştum. Yıl 1936 idi sanırım. İlk kitap sergisi Beyazıt’ta açılmıştı, üniversite girişinin yolundaydı. Her kitapçı ayrı bir tezgâh açmıştı. Remzi, Kanaat, Ahmet Halit ve daha başkaları... Kitaplar sergileniyordu. İlk kez yeni harflerle basılı kitaplar bir arada halka sunuluyordu. Jules Verne’leri oradan aldım. Denizin Altında Seyahat’i, de, Seksen Günde Devri Âlem’i de!.. Çocukluğumun ünlü Türk yazarları ezberimizdeydi. Daha ilkokulda öğrendik, sevdik, benimsedik. Halit Ziya, Reşat Nuri, Mahmut Yesari, Hüseyin Rahmi, sonra şairler... Bir daha böyle bir açık hava kitap sergisi açılmadı. Yeni harfleri tanıtmak, sevdirmek, öğretmek amacı en baştaydı. Türkiye büyük bir devrim yapmış, ilkellikten uygarlığa çıkmak, orada daha daha yükselmek çabasındaydı. Bu çabanın önünde Mustafa Kemal gidiyordu. Bizler yepyeni bir dünyanın ilk insanları gibi bambaşka bir anlayışla, bilimli, felsefeli, sanatlı, edebiyatlı bir dünyanın insanları olarak yetiştiriliyorduk. Hepsi bir masal mı? Bir masal mıydı? Evet bir masal oldu ne yazık ki!.. Osmanlılığın Araplık tutkusundan sıyrılış, savaşlarda en büyük darbenin, Arapların hem de yabancı güçlere körü körüne bağlı kesiminden geldiğini babalarımızdan öğrenmiştik. Uygarlıksız, çağdan kopmuş bir topluluk olmaktan kurtulmak için büyük bir çaba içindeydi ülkemiz, halkımız, liderlerimiz, başta da Atatürk... Geçen akşam Kültür Bakanı Bey tiyatroların azlığından söz etti. İstanbul’da dört bina varmış, 15 milyonluk koca kentte dört baraka gibi şey! O güzelim Taksim Kültür Sarayı unutuldu gitti, yakında yıkıcıya verirler kurtulurlar. Ya da referandum sonrası iktidar orasını büyük bir dinsel yer yapar!.. Bir süre hastalıktan, türlü sıkıntılardan sonra yeniden dostça söyleşilere başlayayım dedim. İyi kötü gözüm görür, ellerim titrese de daktiloya basarken!.. Nereden nereye geldiğimizi, bu 12 Eylül’den sonra da hangi cehennemde kendimizi bulacağımızı düşünüp dururken!.. Tek umut; şu şaşkın, gözü dönmüş ‘Evet’çilerin gerçeği görebilmesinde... gelecekte çocuklarõna ve ailelerine, “İşte ben de böyle bir hukuk sev- dalısıydım” diyebilecek donanõm ve yürekte ol- duklarõnõ biliyorum. İna- nõyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm hâ- kim ve savcõlarõ, hukuku, gelecek yüzyõllara ve ta- rihe onurla taşõyacaklar- dõr. Ancak, hukukun gön- lünce esebilmesi için, yargõçlarõn dõşõnda da, hukukun anlamõna ine- bilmiş bilgelere gereksi- nim vardõr. Bu bağlam- da, gerçek adaletin sağ- lanabilmesinde, daha ge- niş insan kitlelerinin de zorunlu yükümlülükleri bulunmaktadõr. Hâkim ve savcõlarõn yanõnda, avukatlar, akademisyen- ler, bilim adamlarõ, sa- natçõlar, gazeteciler ve her bireyin, hukukun, in- sanõn taa içine işleyen derin anlamõnõ duyum- samasõ gerekir. Huku- kun ölçülemez derinliği ve vazgeçilemezliği, top- lumlarõn karakteri olma- lõdõr. İşte o zaman, ede- biyat klasikleri gibi, üs- tün ve sonsuza dek ya- şayacak hukuk klasikle- ri çõkar ortaya. Hukuk, kaba sabalõğõ sevmez. Hukuk incelik- ler üzerine kurulmuştur. Roman tadõndadõr, el- den bõrakõlamayacak bir roman. Kulağõmõzõn di- binde duyduğumuz hafif bir müzik gibidir. Ge- rektiğinde de, damardan verilen bir serum gibi can kurtarõcõ, hõzlõ ve hemen gerçekleştirilme- si gereken bir yoldur. Yoksa hasta ölür. Vatandaş olmanõn bir üstünlük, farkõndalõk ve sevinç kaynağõ olduğunu bilen herkesin (okumuş veya cahil), hukukun ne olduğunu da bilmesi ge- rekir. Önemli olan, hu- kukun varlõğõna ve üs- tünlüğüne sahip çõkma bilincine ulaşabilmektir. Benim bir hayalim var; bir gün dünya in- sanlarõnõn her biri hu- kuku ekmek gibi iste- yecektir. Sadece kendisi için değil, tüm yurttaşlarõ için de. Herkesin bekçi- si olduğu bir ülkede, kimse hukuk heykelini çalamaz. Bu ilk dileğim, tabiata gönderiyorum. Arkasõnõ daha çok ko- nuşacağõz, biliyorum ki sevgili hukuk ülkemi as- la terk edemez. PENCERE Soğanın Cücüğü - De bakalım Haso, ağa olursan ne yaparsın? diye sorulunca, düşünmüş düşünmüş Haso, kafasını kaşımış, gene düşünmüş ve sonunda: - Soğanın cücüğünü yerim, demiş. Kıssayı Haso’nun muhayyile darlığı ve akıl ermezliği yolunda kullanırlar. Çoğumuz, ağanın yanaşması Haso’nun haline güleriz. Zavallı Haso’nun özlemine bakın siz! Ağa olunca soğanın cücüğünü yermiş. Çoğu Haso’lar, Memo’lar, Cemo’ların durumu böyledir. Kendi insanlıklarına, kendi yeteneklerine yabancılaşmışlardır. Ağanın kapısına uşak girer, musalla taşına uşak yatarlar. Kaderleri doğumlarından önce çizilmiştir. Dünyaya gözlerini açtıkları gün, ağanın kapısına bir yanaşma daha, ağanın hizmetine bir uşak daha, ağanın topraklarına bir ırgat daha, ağanın malına mülküne bir bekçi daha... Haso’nun durumu gerçi budur. Ama şöyle bir soru yöneltsek kendimize; desek ki: - Haso’nun aklı soğanın cücüğünden öteye varamıyor, acaba bizim aklımız nereye kadar varıyor? Bu sorunun cevabını kendi çevremizde aramalıyız. Çevreye baktığımızda polise kızanlar görürüz, memura kızanlar görürüz; fıkara hacıya, hocaya, çarşafa, bereye, sakala, kasaba, bakkala, manava, kömürcüye, oduncuya kızanlar görürüz. Vatandaş açıp ağzını yumar gözünü: - Namussuz kasap göz göre göre adam kazıklıyor, manavlar meyvanın çürüğünü sokuşturuyor, kömürcü ahlâksızın teki, polis rüşvet alıyor, icra dairesinde bir iş yaptırmak için ille de iki parmağı oynatmak gerek... Küçük adamlar küçük yaşantıları içinde birbirlerine adamakıllı kızgın ve öfkelidirler. Memleket meselesi sorulduğunda, küçük adamın konuşması bellidir: - Önce ahlâkı düzeltmeli, her şeyden önce terbiye ve eğitim. Almanlar nasıl kalkındı efendim, şu Amerikalılara bak, adamlar nasıl çalışıyor, biz tembeliz tembel, çalışsak her şey düzelir. Dışarıya yüz bin işçi gönderdik. Anadolu çocuğu, dünyanın en ileri sanayi ülkelerinde onların çalışma temposuna uygun iş görüyor. Daha da şu tembellik efsanesini yıkamadık. Almanya’ya giden işçilerimiz o ülkenin iş ahlâkı koşullarına uygun nasıl yaşıyorlar? Ve o ülkenin iş ahlâkı koşullarında yaşamak için niçin yüz binlercesi kuyrukta bekliyor? Haso’nun muhayyilesi soğanın cücüğünden öteye geçemediği gibi bizimki de ezberletilmiş birtakım yavan lâflardan öteye geçemiyor. Babıâli basını kırk yıldan beri bir esnaf edebiyatı yapar. Mizah dergilerinden en ciddî gazetelerin fıkra köşelerine kadar her yerde esnafın ahlâksızlığına dair bitmez tükenmez yazılar okur, karikatürler görürüz. Oysa esnaf zavallı bir aracıdır. Çimentodan demire, etten balığa, sütten peynire, zeytinyağından pirince kadar piyasayı kontrol eden ve fiyatlarla istediği gibi oynıyan bir azınlık vardır. Bunlar yabancılarla işbirliği içinde ve bu memleketin kaymağını sömürerek keyif çatarlar. Ama bunların soygun mekanizmasını açıklamaya başladın mı: - Komünizm haaa!.. diye dikilir bazı adamlar, ve bazı yasaklar. Küçük adam bakkala gider, bakar ki pirinç 250. Çünkü çeltik satın alma zamanı yaklaşmış, üreticinin elinden malı ucuza almak için piyasa fiyatları düşürülmüştür. Üreticinin malı ucuza kapatıldıktan sonra küçük adam bakkala gider, bakar pirinç 750. Küçük adam piyasa mekanizmasını, kapitalizmi, sosyalizmi bilmediği için kızar bakkala: - Namussuz herif kazıklıyor... der. Zavallı bakkalın haberi bile yoktur bu işlerden... O sıralarda gazetelerde birtakım yazılar da çıkar: - Hükümet pirinç fiyatlarının yükseldiğini görerek tedbir almayı düşünmüş ve pirinç ithal etmiye karar vermiştir. Bu konudaki çalışmalar yürümekte olup... Küçük adam anlamaz bu dümenleri... Çünkü soğanın cücüğünden öteye geçemez aklı ve bilgisi ve görgüsü... Küçük adama bu işlerin içyüzünü anlatmak istiyenler ise komünistlik ithamı altındadırlar. Küçük adam derken küçük adamın küçüklüğünün anlamını ayrıca anlatmak gerek. Küçük adam bazan bir işçi, bazan bir memur, bazan bir vali, bazan bir gazeteci, bazan bir sosyete hanımı, bazan bir yazar, bazan bir milletvekilidir. Kendi çerçevesinde soğanın cücüğüne kadar varabilen kıt akıl ve muhayyilesi olan herkes küçük adamdır. Ama bazan bir işçi ve bazan bir köylü; gözü açılmış, çevresini görmüş, Hanyayı Konyayı anlamış olarak da çıkabilir karşımıza... İşte o zaman soğanın cücüğünden daha öteye taşar aklı vatandaşın; memleketin ve dünyanın gerçeklerini görüverir birden... Lord Kürzon ve arkadaşları 1919’da şu hesaplar içindeymişler: - Türklerin aklı az işler, biz onları her şeye razı eder, istediğimiz yola sokarız... Gerçekten adamlar memleket iktisadiyatını bugün tam bir kontrol altına almışlardır. Kendi kapitalist düzenlerinin bir küçük peyki yapmışlardır Türkiye’yi. Bu düzeni, bu oyunu açıklamak istiyenleri de “komünisttirler” diye susturacak mekanizma memlekette işlemektedir. Böylece soğanın cücüğünden öteye varamıyan bir akıl kıtlığı içinde birbirimize düşman olarak; kasaba, manava, polise, kömürcüye, komüniste, hacıya, hocaya, çarşafa, bereye, sakala ve de başka aksesuvara öfkelenerek yuvarlanıp duruyoruz. Soğanın cücüğünden öteye muhayyilesi işlemiyenler, ithalât, ihracat, kredi, dış yardım, emperyalizm, yeni sömürgecilik, kapitalizm, sosyalizm nedir bilmeden Batı’daki aklı işler ve bilgili adamın oyuncağı halinde çözülüp, dünyaya rezil oluyorlar. (7 Ağustos 1966 tarihli yazısı) H ukuk edebiyat gibidir, derin ve anlamlõ. Bilgi- nin yanõnda, güzel yak- laşõmlar ve anlatõmlar ister. Hukuk, hakkõ çiğ- nenmiş olanlarõn başõnõ okşar. Sanõl- dõğõ gibi sert tokatlar veya “mahke- me duvarı” deyimiyle özdeş, taş ka- tõlõklar değildir hukuk. O õlõk bahar gü- neşi veya serin bir rüzgâr gibi okşa- yõcõdõr. Asla kavurucu bir sõcak, şid- detli bir kasõrga olamaz. Bütün canlõlarõn hukuku vardõr, salt insanlarõn değil. Ormandaki bir ağacõ da, Çankaya’nõn kaldõrõmlarõna Cumhuriyetin ilk yõllarõnda dikilmiş ulu çõnarlarõ da, Ankara’da Genel- kurmay’õn bulunduğu Milli Müdafaa Caddesi’nden başlayõp Kumrular So- kağõ’nõ bir düş tüneline çevirmiş olan ağaçlarõ da, hukuk korur. Kesemez- siniz öyle bildiğinizce. Hayvanlar bile, sanõyorum ki, hu- kukun kendilerini koruduğunu du- yumsarlar. Deredeki balõklarõ, dağ keçilerini, doğanõ, şahini, kartalõ, kimse canõnõn istediğince avlayamaz. Hukuk engeller. Ayõlar, kurtlar, til- kiler, çakallar ve tüm yaban hayvan- larõ da, yavrularõnõ ancak hukukun õşõ- ğõnda büyütebilirler; avcõlara verme- den. Doğar doğmaz kesilen (astragan kürk için) kuzularõ ve meleyerek, emzirmek için, olmayan kuzusunu arayan koyunlarõ, henüz hukuk ko- rumaya alamamõştõr ama, onlarõn haklarõnõ bütün dünya tartõşmaktadõr. Gerçekten, soluduğumuz havanõn, sularõn, denizlerin, toprağõn hukuku vardõr. Mimari özelliği, geçmişi ve hikâyesi olan her bina, hukuk olduğu için ya- şamaya devam eder. Salt arsa değerine paha biçilemeyecek olan, ne kadar çok kültürel varlõk, bina, cami, kilise, hukuklarõ olduğu için yõkõlamamak- ta, yerine 30 katlõ alõşveriş merkezleri yapõlamamaktadõr. Binalarõn, canõ kanõ olmasa da, ruhu olduğunu hukuk bilir. İnsanlarõn kõyabildiği birçok şeye hukuk kõyamaz. Hukuk, işte böyle şefkatli ve tüm evreni ilgilen- diren bir kavramdõr. İnsan, ancak hu- kuku olduğunu bildiği sürece, geliş- mişliğini sürdürür ve tamamlar. Hukuk yaptõrõmlar içermez mi? Kuşkusuz ki her eylemin, “suç” öğe- si içermesi halinde, idari veya cezai yaptõrõmlarõ vardõr. Herkes için aynõ ve önceden belirli bu kurallar, huku- ki disiplini sağlayarak, salt toplu- mun huzur ve düzenini korumaya yöneliktir. Yani, hukuk suçlu olanõ bi- le dövmez. Onu da “Bak sen suç iş- ledin, bunun cezasını çekerek, so- nucuna katlanarak, topluma ve in- sanlığa karşı temizlenmelisin” di- yerek gözetimine alõr. Hukuk böyle vazgeçilmez ve ya- şayabilmek için (farkõnda olmasak da) soluk almak kadar gerekli bir varlõk- tõr. Her koşulda, adalet doğru biçim- de sağlanmalõdõr. Hukukun felsefesi budur zaten. Derin düşünüldüğünde, görülür ki ne kadar zordur aslõnda bu işlev. Hâkimler ve savcõlar yönünden söylüyorum. Doğaüstü, ilahi güçler- le donanmõş değillerdir onlar da. An- cak ve mutlaka adaleti sağlamak, doğruyu bulmak zorundadõrlar. İşte burada hukukun felsefesi çõkar orta- ya. Her hukukçunun, önce, hukukun tek doğruluğunu, kişiye göre değiş- mezliğini ve yaşamõn cansuyu oldu- ğunu bilmesi esastõr. Bir hâkim ve sav- cõ, kendi anlamõnõ, mesleki varlõk nedenini, gücünü bilir. Yükümlendi- ği ve yerine getirdiği işin, sadece ken- disine tanõnmõş olan “adaleti sağla- ma görevi” olduğunu tüm dokula- rõnda duyumsar. Sistemin, hâkim ve savcõ statüsünü tanõdõğõ kişiler, psi- kolojik yönden içsel sadeliğe ve din- ginliğe ulaşmõş, yansõzlõğõn sağladõ- ğõ hürriyete âşõk kişilerdir. “Adale- tin sağlanması” gibi evrendeki en zor görevi yerine getirme yükümlülüğü- nün anlamõnõ, sahiden hisseder ve bi- lirler, hukuk ile yoğrulmuşlardõr. On- lar, yaşadõklarõ, verdikleri ve yazdõk- larõ her kararla, hukuk dünyasõnda sonsuza dek kalacaklarõnõ bilirler. Rüzgârlarla sallanmazlar. Davanõn büyüğü küçüğü olmaz. Her karar bir hukuk edebiyatõdõr. Üs- telik adaleti sağlayan ve hâkimin o çok derin ve anlamlõ gücünü ortaya koyan, tüm canlõlarõ “canevinden” ilgilen- diren önemli yapõtlardõr mahkeme kararlarõ. Kuşkusuz ki bilgili, çok bilgili ol- mak esastõr. Ancak, yetmez. Hukukun derinliğini, felsefesini, anlamõnõ, illa da adaleti doğru sağlamak görevini, salt ve temiz hukuka ulaşma erdemi- ni bilmeden ve hissetmeden yapõlan hukuk, yüzeysel ve niteliksiz olur. Öv- güye değmez. Yani, hukuksal ve ya- zõnsal bir değeri olmaz. Gerçek hu- kukçular, üstün hukuksal değerlere ulaşmak isteyenlerdir. Hukuk, bir sevdadõr aslõnda, üstün bir sevda... Ben, 27 yõl kesintisiz Ankara’da yargõçlõk ve mahkeme başkanlõğõ yaptõm. İdari yargõnõn, hepsini tanõ- dõğõm tüm hâkim ve başkanlarõnõn, Türkiye’nin çeşitli illerine dağõlmõş, staj dönemini birlikte geçirdiğimiz, şimdi yargõç olan tüm arkadaşlarõmõn, Sevgili Hukuk... Sevgi ATALAY E. Mahkeme Başkanõ Benim bir hayalim var; bir gün dünya insanlarõnõn her biri hukuku ekmek gibi isteyecektir. Sadece kendisi için değil, tüm yurttaşlarõ için de. Herkesin bekçisi olduğu bir ülkede, kimse hukuk heykelini çalamaz. Bu ilk dileğim, tabiata gönderiyorum.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear