Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Yeşil sermaye vurgunları ve Avrupa’da artan işsizlik, döviz girişlerini de olumsuz etkiledi C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 16 KASIM 2007 CUMA Dışardaki işçi musluğu kesti U zun yıllar boyunca Türkiye’nin ihracat ve turizmden sonra en büyük döviz geliri kalemini oluşturan ve yıllık bazda 5 milyar doları aştıktan sonra, 2001’den itibaren hızla azalarak 1 milyar doların altına düşen işçi dövizi girişleri artmıyor. 6000 5000 4000 3000 2000 1000 Üslup Farkı şitlendirmeleri saymak bu köşeye sığmaz. Trajikomik bir sonuç ama, Özal’dan sonrasında, Yüce Divan’a konu olan siyasi liderlik ve iş dünyası davalarının dosyalarına bakmak bile bu anlamda kirliliğin ne boyutlara varabildiğinin göstergesi sayılabilir. Hâlâ vizyondan, misyondan söz edilebiliyor olunmasının kirli siyasetsermayemedya ilişkileri yanında, söz konusu düzenin toplumsal alışkanlık yapmasının, sosyolojik, kültürel açıklamaları da olmalı. AKP iktidarı icraatlarında bu üslubun doruğa çıktığı ortada. Başbakan’ın uçağı, dış ilişkileri ile yetinemeyenler, Cumhurbaşkanlığı’nın benzer misyonda öncelik almasını istiyorlardı. Sanırım Cumhurbaşkanı Gül’ün Azerbaycan seferi, uçağın katılımcılarının kimlikleri, görüşmelerden beklentileri ile istenen, beklenen, özlenen vizyon, misyona tam da uygun düşüyordu... Sevinçle, iş dünyası için büyük boyutlu açılımlardan söz ediliyordu... ??? Suudi Kralı Abdullah’ın Türkiye ziyareti, tarihi, verdiği fotoğraf kareleri ile, biraz aksi, şanssız bir rastlantı oldu. Ne de olsa ülke çıkarları ekseninde dış politikayı, sermaye şirketlerinin güncel çıkarları ile özdeşleştirmiş, yoz kültürün beklentilerine bile uymuyor, yozlaşmada varılabilecek boyutları çok fazla açığa çıkarıyordu.. ABD’nin Ortadoğu maşası, petrol krallığının Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğini yok sayan görgüsüz üslubu, GülErdoğan ikilisinin buna boyun eğen, uluslararası protokolleri yok sayan Ankara’daki fotoğraf karelerinde yer almalarından rahatsızlık oldu. Her şeyi satın alabilir gören, sonradan görme petrolün önlenemez kanlı yükselişinden ranta, ticarete para akıtan bir düzenin, krallık kültürü ile kurulmaya çalışılan dış poltika ilişkileri, üslubu, liberal gelişmiş dünyada yerini almayı düşleyen sermaye yapısına, çıkarlarına da ters düşüyor. AB vizyonu bekledikleri AKP iktidarının, dünya dış politika dengeleri, ticari ilişkilerinde sonuçta siyasal İslami güdülerle, ticaret kültürü ile, bir başka yer, çıkar ilişkileri düzeni arayışları, ürkütücü, ufuklarına ters düşüyor olmalı... Öyle bile olsa, 10 Kasım, Atatürk’ün ölüm yıldönümü günü Suudi Kralı’na Türkiye Cumuhriyeti Devleti, dış politika ilkelerinden, protokolünden verilen ödünlere, çadır politikası protokolü uygulamalarına gösterilen tepki, toplumsal duyarlılık, Cumhuriyet değerlerinin bilinçaltımıza kazıldığının da bir göstergesi.. Bu ülke insanının en büyük şansı, kazanımı olmalı.. soner?cumhuriyet.com.tr S ayıları 5 milyona yaklaşan yurtdışındaki Türk işçilerinin bu yıl ilk dokuz ayda 849 milyon dolar düzeyinde kalan yurda gönderdikleri döviz miktarının yılın tümünde 1 milyar dolar dolayında kalacağı tahmin ediliyor. mik krizin yaşandığı 2001’de 2.7 milyar dolara geriledi. Yıllık giriş miktarı 2006’da 1.1 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Sayıları 5 milyona yaklaşan yurtdışındaki Türklerin bu yıl ilk dokuz ayda 849 milyon dolar düzeyinde kalan yurda gönderdikleri döviz miktarının yılın tümünde 1 milyar dolar dolayında kalacağı tahmin ediliyor. ANKARA(ANKA) 2000’li yıllara kadar Türkiye’nin cari işlemler kapsamında ihracat ve turizmden sonraki en büyük döviz gelir kalemi olan, özellikle kriz dönemlerinde döviz talebinin karşılanmasına katkıda bulunan işçi dövizi girişlerinde 2001 yılında başlayan hızlı düşüş durdurulamıyor. 1998 yılında 5.3 milyar dolara kadar ulaşan, kriz yılı olan 2001’den itibaren hızla gerileyerek yıllık 1 milyar doların altına inen, geçen yıl ise biraz artarak 1.1 milyar dolar olan yurtdışındaki işçilerin yurda gönderdiği yıllık döviz miktarının bu yıl da bu düzeyde kalacağı tahmin ediliyor. Cari işlemler açığını ve dış borçlanma gereğini aşağı çeken işçi dövizi girişlerindeki düşüşün nedenleri olarak özellikle ikinci ve üçüncü kuşak göçmenle rin artık Avrupa’ya yerleşmeye başlamasının yanında, bazı kuruluşlarca “İslami sermaye” adı altında toplanan paraların “hortumlanması” gösteriliyor. Yurtdışında çalışan işçilerin Türkiye’ye aktardığı döviz miktarında “şok” düşüş ekonomik kriz yaşanan 2001 yılında başladı. Yıllar itibarıyla sürekli artarak 1998’de 5.3 milyar dolara ulaşan işçi dövizi girişleri, ekono İNSAN GÜCÜYLE TAŞINABİLİR MODÜLER ELEMANLAR Dünyada bir ilk: Harçsız sıvasız yapı Biri akademisyen ikisi ODTÜ mezunu 3 ortağın kurduğu Peknar Yapı, betonları yatay ve dikey kilitleyen bir sistem geliştirdi. Prototipi yapılan ve patent alınan ürün yeni bir teknolojiyle geliştirilmiş. İnşaat mühendisi Ercüment Ülgüner ve Doç. Dr. Bir kuruş deyip geçmeyin Murat KIŞLALI ANKARA Dolar döviz kurundaki bir kuruşluk düşüş, ithalatı ayda 104 milyon dolar arttırıyor. Dolar kuru gelecek yıl boyunca 1.16 YTL seviyesinde kalırsa, senelik ithalat 180 milyar dolara ulaşacak. Enflasyon riski altında olan Merkez Bankası (MB) da faizleri düşürüp kurun yükselmesini sağlayamayacağı için, reel ekonomi iyice çıkmaza girecek. MB verilerine göre, uluslararası piyasalardaki çalkalanma nedeniyle dolar kurunun 1.56 YTL’ye fırladığı 2006 yılının Haziran ayında 11 milyar 961 milyon dolar olan aylık ithalat rakamı, döviz kurunun 1.2746’ya düştüğü Ağustos 2007’de 14 milyar 217 milyon dolara kadar çıktı. Söz konusu dönemde dövizdeki düşüş ile ithalattaki artış arasında yüzde 69 oranında ilinti olduğu hesaplanırken bu dönemdeki veriler kullanılarak yapılan regresyon hesabına göre ise döviz kurundaki 1 Yeni Kuruş’luk (YKrş) düşüşün, aylık ithalat miktarını 104 milyon dolar arttırdığı ortaya çıktı. Yapılan hesaplamaya göre, döviz kurunun 1.20 YTL seviyesinde olması durumunda aylık ithalat 14 milyar 562 milyon dolara, hafta içinde olduğu gibi 1.16 YTL seviyesine inmesi durumunda ise 14 milyar 980 milyon dolara çıkacak. Böylece kurun 1.16 YTL olduğu seviyede yıllık ithalat miktarı 180 milyar dolara yaklaşacak. REEL EKONOMİDE SIKINTI Söz konusu bulgular, diğer gelişmelerle bir arada irdelendiğinde ekonominin içinde olduğu açmaz şu şekilde ortaya çıkıyor: Kurun düşmesi sonucu artan ithalat yoluyla cari açık büyümeye devam ediyor. Bu da bu açığın finanse edilememesi olasılığını arttırıyor. Ayrıca başta petrol olmak üzere dünya emtia fiyatlarındaki artışlar, Türkiye’deki enflasyonu arttırıyor. Bu etkenler Merkez Bankası’nın faizleri düşürmekte zorlanacağını ortaya koyuyor. Çünkü Merkez Bankası faizleri düşürürse, bu, bir taraftan harcamaları arttırarak enflasyonist etki yaratır, diğer taraftan da YTL’nin getirisini düşürerek cari açığı finanse eden yatırımcıların kademeli olarak Türkiye’den kaçmalarına neden olur. MB faizleri düşürmezse, bu sefer büyüme artmayacağı için işsizlik sorunu çözülmeyecek, yüksek faizler nedeniyle de Türkiye’nin borçları büyümeye devam edecek. Lütfullah Turanlı ürünlerini anlattı. ’ü de ODTÜ mezunu.... Ercüment Ülgüner inşaat mühendisi, kardeşi Bahadır Ülgüner mimar, Doç. Dr. Lütfullah Turanlı ise halen ODTÜ’de Yapı Malzeme Dalı’nda öğretim üyesi. Bir araya gelmiş ve ODTÜ Teknopark’ta kurdukları Peknar Yapı Teknolojileri şirketinde insan gücüyle taşınabilir modüler yapı elemanları geliştirmişler. Ürünün özelliği harç ve sıva kullanımına gerek kalmaksızın taşıyıcı nitelikte duvar ve yapı inşasını sağlayacak tekniklerin kullanılması. Şirketin genel müdürü Ercüment Ülgüner, “Betonları yatay ve dikey kilitleyen bir sistem geliştirdik. Ayrıca yüksek performanslı beton geliştirdik. Dünyada böyle bir yapı elemanı yok. Ürünümüz Avrupa, Rusya ve Türki cumhuriyetlerde 3 patentli. Ayrıca 10 ülkede daha başvuruda bulunduk. Tek katlı ve konut dışı kullanımı olan yapılar için bizim ürünümüz” diyor. Peknar, projesini gerçekleştirebilmek için Mart 2007’de 130 bin YTL KOSGEB teşviki, TÜBİTAK’tan 100 bin YTL patent teşviki ve son olarak da TEYDEP teşviki almış. Şu anda prototip üretim ve laboratuvar testleri aşamasında. Ülgüner, amaçlarının bu ürünü marka haline getirip lisanslı ürettirmek olduğunu söylüyor. Yatırımcıgirişimci zirvesinin kendilerine çok şey kazandırdığını vurgulayan Ülgüner, projelerinin ürüne dönüşmesi konusunda bir şirket ile görüşme halinde olduklarını belirtiyor. ül’ün cumhurbaşkanlığı seçiminde militanlık yapan liberal sözcüler, seçilmesinin hemen ardından ellerini ovuşturarak beklentilerini dile getiriyorlardı. İş dünyasının öncülüğü, yönlendirmesinde yurtdışı seferleri düzenlemeyen Cumhurbaşkanı Sezer’in dönemini kayıp sayıyorlardı. “Pasif, etkisiz dış politika” söyleminin arkasında yatan, iş dünyasının uluslararası çıkar ilişkileri ve sorunları bağlantılı, onların rehberliğinde düzenlenen, “etkin dış siyaset” turlarıydı. Küreselleşme, yeni emperyalizm düzeninde, “etkin dış siyaset, ülke çıkarlarından” algılanan elbette sermayenin ticari, çıkar ilişkileri önceliği olacaktı. Koskoca ABD, AB, Rusya siyasi liderleri bile aynı yarışın içine girmişlerdi. En kritik uluslararası görüşmeler, ziyaretler trafiğinde ekonomik, ticari çıkar anlaşmaları öne çıkıyor, örneğin AB üyeliğinde Türkiye’ye ilişkin bir kararda takınılacak tavır, bir tekelin uçak, silah şirketinin anlaşması ile ilişkilendirilebiliyordu. Başbakan Erdoğan’ın en kritik Rusya, Fransa, ABD, İtalya görüşmelerinin satır aralarında, o ülkelerin kimi şirketlerine ait kimi kilit pazarlıkların kotarıldığı da yer alıyordu. ??? Yine de ayrıntı gibi görünen, çok önemli, çok göze batan, bizimkilere özgü, utanılası bir üslup farkı var ki.. Yaratıcısı sanırım Özal’dı. İlişkilendirilmiş (pardon kendine biat etmiş basın kuruluşları ve yazarların) uçağa binmeyi hak etmişler olarak tek tek seçilmeleri. Aynı ayrımcılığın elbette işveren örgütleri ve işveren şirketleri için geçerli olması. Cumhurbaşkanı, başbakanların, işadamlarının yaratılması. Kaçınılmaz iktidar dönemleri ile bağlantılı büyüyen sermaye gruplarının ortaya çıkması. Dış gezilerin, siyasi ilişkilerin de, ülkenin dış politikası, çıkarları doğrultusundan çok, siyasi parti ve liderin çıkarları, iktidarı yanında, ilişkiye girilmiş sermaye gruplarının çıkarlarının önceliklerine göre yürütülmesi... Bizim kolay yol zengini liberallerimize çok doğal görünen, gelişmiş, emperyal liberal siyasi iktidarları ve liderlerinin sermaye adına yürüttükleri çıkar ilişkilerinde görülmeyen bu ilkel yöntem, üslup farkı elbette Türkiye’nin dış politika ilişkileri ve çıkarlarında hep önemli kayıplara yol açtı. İktidarın, liderin sermaye grubunun çıkarlarının kollanması adına, Türkiye’nin ekonomik olarak uğratıldığı kayıpların yıllar sonra ortaya çıkan sayısız bedelleri bizi hiç akıllandırmadı. Alamadığımız doğalgaz, petrol hizmetleri için ödediğimiz paralar örneği.. çe G Öger grev kırıyor Telekom’da greve destek verenler uygunsuz olarak kamu personel havuzuna gönderiliyor Ekonomi Servisi HaberSen Genel Başkanı Baki Çınar, Türk Telekom’un grev kırıcılığı yapmak amacıyla bazı çalışanları önceden haber vermeksizin kamu personel havuzuna gönderdiğini açıkladı. Çınar, yazılı açıklamasında, Türk Telekom çalışanı olan, HaberSen’in yıllarca İstanbul Beyoğlu Yakası Şube Başkanlığı’nı yapan İsmail Özbalçık’ın greve destek verdiği için görevinin dışında işleri yapmaya zorlandığı, grev kırıcılığı yapmadığı için Türk Telekom’dan Devlet Personel Başkanlığı havuzuna gönderildiğini bildirdi. Sözleşmeye göre üç ay önceden haber verilmesi gereken durumun haber verilmeksizin yapıldığını kaydeden Çınar, şunları söyledi: “Ortada yasalar olmasına rağmen grevi kırmak için taşeron firmaların elemanlarını kullanmaya devam eden, 1. tip, 2. tip ya da kapsam dışı statüde çalışanları görevi olmayan her türlü işlerde çalışmaya zorlayan Oger firması, şimdi de uygulamalarına tepki gösteren çalışanlarını kurumdan uzaklaştırmaya başlamıştır. Bu pervasızlığa dur denmesi için acilen AKP hükümetinin Ulaştırma Bakanı’nı göreve çağırıyoruz. Hükümet yasaları uygulamakla, uygulamayanlar hakkında ise gerekli her türlü girişimi yapmakla yükümlüdür. Sendikamız, arkadaşımızın uğradığı keyfiliğe ilişkin her türlü yasal girişimde bulunacaktır.” azıl Say’ın Nâzım Hikmet Oratoryosu’nu izliyorum. Say’ın müziğine Genco Erkal’ın şiirsel ve teatral yorumunu ekleyince Nâzım Hikmet’in vurucu fikirleri daha da derinleşip bir kasırgaya dönüşüyor… Nâzım’ın destanı yalnız dünü değil, bugünü de anlatıyor. Amerika’nın, emperyalizmin, bombaların, satılmışların geçit resmi yaptıkları bir destan. Aynı zamanda gerçeğin ta kendisi. Kesinlikle bugünü anlatıyor. İhaneti, satılık insanları, sömürgecilerin bombalarını… Dün Hiroşima bugün Irak, yine Amerika… yine Batı emperyalizmi… Nâzım bugün Türkiye’yi açıktan açığa pazarlayanları görseydi daha çok şaşırırdı. “Eğer onlar değilse, hain benim” diyor koca Nâzım, Genco Erkal’ın olağanüstü yorumuyla. Yüzyıla adını yazdırmış bir Türk şairi, bir düşünür Nâzım Hikmet. Düşünüyorum, Nobel’i ona neden vermezlerdi diye... Ne kadar yüce olursa olsun, emperyalizme başkaldıran bir dehaya Batı ödül veremez. Eğer Batı’nın kirliliğini onların yüzüne vurmasaydı Nâzım… Emperyalizme başkaldırmasaydı Nâzım… Biraz da onların gözünden dünyaya baksaydı Nâzım… F BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Nâzım’a Nobel’i Neden Vermezler?.. rup her gece halka seyrettirirdim. Yine vermezler miydi? O zaman ortada bir Nâzım Hikmet kalmazdı ki… Nâzım, Nâzım olmaktan çıkardı. Emperyalizme başkaldırısıyla koca Nâzım oldu, yüceldi, insanları sürükledi. Zaten ödülü verselerdi bile almazdı o, elinin tersiyle iterdi, “istemem eksik olsun…” derdi. Fazıl Say’ın Nâzım Hikmet Oratoryosu okullarda, sendikalarda, meslek odalarında, sivil toplum örgütlerinde, ordu birliklerinde herkese izlettirilmeli. Yalnız Nâzım Hikmet’in yüceliğini, Fazıl Say’ın müziğini, Genco Erkal’ın olağanüstü yorumunu tatmak için değil; hem yakın tarihimizi, hem de bugünü daha iyi görmek için. Herhalde elektronik kayıtları (CD’si) piyasada satılıyordur. Elimde olsa Taksim Meydanı’nda dev bir ekran kurdu VE HÜLYA AVŞAR… Türk Max’ta sunduğu programda Hülya Avşar’ın konuğu oldum. Sohbet ederken takılıyor; “Bana hiç ödül vermediler; acaba ben de Türkiye’yi kötüleyen bir film mi yapsam?” İşte o zaman ödülü alırsınız, diyerek beklediği yanıtı veriyorum! Ödül almadan 10 ay önce Orhan Pamuk için Cumhuriyet’te yazdığım yazıdan söz açılıyor. Yazının başlığı şöyleydi: ”Orhan Pamuk Nobel’i Garantiledi”. Ödülü gerçekten hak etmişti; Türkiye’ye ABD’nin ve AB’nin penceresinden bakmıştı. Onların tezlerine destek vermişti. Irak’ta katledilen yüz binlerden hiç söz etmemişti. Emperyalizmin kazancından pay almak için onun istediklerini vermeniz gerekir. İşbirliği yaparsanız ödüllendirilirsiniz. Sizi iktidara taşırlar, şirketlerinde yan işler verirler, Nobel’i bile layık görürler, yeter ki hizmet edin, sömürgecilere karşı çıkmayın. Nâzım Hikmet haykırırcasına, “İhaneti gördüm…” derken buna isyan ediyordu. Hülya Avşar’ın kinayesi de bundandı, “Acaba ben de Türkiye’yi kötüleyen bir film mi yapsam” derken, emperyalizmin kirli yüzünü ortaya koyuyordu. Attilâ İlhan’ın kendisini ne kadar takdir ettiğini söylediğimde çok sevindi, bunu bilmiyormuş… Hatta ona Avşar kızı diye takıldığını da hiç duymamış meğerse… Attilâ İlhan’ın en çok beğendiği kadın oyuncuydu Hülya Avşar, ben biliyorum… Nâzım, Pamuk, Avşar, Attilâ İlhan derken bugün yaşamakta olduğumuz kirliliğin karelerini de sergiliyoruz. Kimileri gırtlağına kadar bataklığın içinde çırpınırken onların ihanetini yüzlerine haykıran insanlar bazen şiirleriyle haykırıyorlar, kimi zaman da birkaç sade sözcükle en ağır sillelerini suratlarına indiriyorlar… Aydınlıkçı sanatçılarımıza saygılarla… www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Çalışanlara 15’inde ödeme Türkiye Haberİş Sendikası Genel Başkanı Ali Akcan, yaklaşık 26 gündür grevde olan Türk Telekom çalışanlarına ayın 15’inde ödeme yapacaklarını söyledi. Ali Akcan, kablo kesme iddialarıyla ilgili olarak da “Bu tür olayların grevle ilişkilendirilmesine sendika olarak karşıyız. Bu tür olaylarda Telekom çalışanlarının potansiyel suçlu görülmesini de istemiyoruz” diye konuştu.