07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 KASIM 2007 CUMA haberler YANSIMA OSMAN İKİZ Almanya’daki Türklerin sivil toplum yaşamındaki yeri doğru yorumlanmalı... C 13 ‘Getto’ değil, başka bir şey Cem ŞENTÜRK ESSEN Avrupa’da Türk göçünün merkezini teşkil eden Almanya’da Türk örgütlerinin ortaya çıkışları neredeyse göçün tarihi kadar eskidir. Ortak sorun ve ihtiyaçlar etrafında bir araya gelen göçmenler, Batı Avrupa’nın sivil toplum yaşamı için benzersiz coğrafyasında sivil örgütlerini kurarak geliştirecek zemini buldular. Almanya’da kalıcılığın netleşmeye başladığı 80’li yıllarda Türk derneklerinin sayısı katlanarak artmaya başladı. Bunda önemli bir etken, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sonrasında Almanya’ya iltica edenlerin beraberlerinde getirdikleri örgütlenme tecrübesi oldu. Kültür, dayanışma, spor ve cami derneklerinin ana bileşenlerini oluşturduğu Türk örgütleri arasında, 90’lı yıllar, çatı kuruluşlarının ortaya çıktığı yıllardır. Türkler elbette yalnız kendi kurdukları örgütlerde değil, çoğunluk toplumunun mevcut örgütlerinde de varlıklarını gösteriyorlar. Diğer yandan, Türk göçmenleri diğer göçmenler ile bir araya getiren yapılar da mevcut. RAŞTIRMA SONUÇLARINA GÖRE Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin bir süre önce Türk göçmenler arasında gerçekleştirdiği “Almanya’daki Türklerin Toplumsal Angajmanı” adlı araştırma, bu ülkede yaşayan Türklerin örgütlendikleri alanların başında din, spor ve eğitimin geldiğini gösteriyor. Araştırmaya göre, ihtiyaç ve ortak endişelerin rolü, etnik zemin üzerine kurulu yapıların oluşumunda belirleyici düzeyde. Federal Almanya Aile, Yaşlılar, Kadın ve Gençlik Bakanlığı’nın talebi üzerine hazırlanan ve yine aynı bakanlık tarafından yayımlanan araştırma, Almanya’daki Türklerin yüzde 63.6’sının toplumsal yaşama aktif olarak katıldığını ortaya koyuyor. Buna karşın, yüzde 36.4’lük dilimde yer alanlar herhangi bir derneğe üye olmadıkları gibi toplumsal etkinliklerin de dışında kalmayı tercih ediyorlar. Yüzde 63.6’lık “sivil angajman”, tüm Almanya’daki Türk toplumunun tümü üzerinden hesaplandığında yüzde 53.9 oranında dernek üyesi olmamasına karşın, etkinliklere aktif olarak katılanlar yüzde 8.6 oranında bir dernekte örgütlü kişiler ve yüzde 1.1 oranında birden fazla örgüt üyesi kişilerin toplamını yansıtıyor. Kadınlar ve erkeklerin toplumsal angajman düzeylerine ilişkin olarak ise uçurum niteliğinde bir oransal fark karşımıza çıkıyor. Erkek göçmenler arasında yüzde 70.3’e çıkan toplumsal angajman oranı, kadınlar arasında yüzde 58.6 seviyesinde kalıyor. Araştırmanın sonuçları, eğitim seviyesinin örgütlü yaşam üzerinde önemli tesire sahip olduğunu gösteriyor. Hiçbir eğitimi olmayanlar arasında yüzde 56.3’te kalan toplumsal etkinliklere katılım düzeyi, üniversite mezunları arasında yüzde 73.1’e yükseliyor. Örgütlü yaşama katılanlar arasında 3544 yaş grubu yüzde 71.9’luk oranla çan eğrisi niteliği gösteren 10’ar yaş aralıklarla düşmekte olan değerlerin en yüksek olduğu kitleyi teşkil ederken, emeklilik çağında olan ve bu nedenle görece daha fazla zamanı toplumsal etkinliklere ayırabilen 65 yaş grubu bu durumun tek istisnasını teşkil ediyor. Sözü geçen grup içerisinde sivil yaşama katılım oranı, yüzde 70.2. Türklerin en yoğun biçimde örgütlendiği alan, yüzde 24’lük bir dilimi kapsayan dinsel yapılanmalara ait. Bunu yüzde 22 ile spor dernekleri ve yüzde 21 ile de okul dernekleri izliyor. Alman toplumunda ise dini alanda örgütlülük yüzde 11’de kalıyor. Ayrıca, spor dernekleri Modern Çağın Vahşeti Toplumsal Angajmana Ayrılan Süreler Türk göçmenlerin toplumsal angajman için ayırdıkları süreler farklılık gösteriyor. Toplumsal etkinliklere angaje olanların dörtte biri haftada yaklaşık iki saatlik bir süre ayırırken, 35 saat süre ayıranlar ile 610 saat ayıranların her birinin oranları da yüzde 25 sınırına yaklaşıyor. 1115 saat ayıranların oranı yüzde 6 iken, 15 saatin üzerinde süreyi toplumsal etkinliklere ayıranların oranı yüzde 7.4’ü buluyor. Düzenli bir süre ayırmayan bu nedenle de süre beyan etmeyenlerin oranı yüzde 14.1 civarında. A benzer biçimde yüzde 22’lik bir dilimi kapsıyor, okul ve veli derneklerinde Alman toplumu içerisinde örgütlülük ise yüzde 12 civarında. HTİYAÇ VE KAYGILARIN ÜRÜNÜ Türk göçmenlerin örgütlendikleri derneklerden en büyük grubu yüzde 52’lik oranla yalnız Türklere ait yapılar alırken, yalnızca Almanlara ait derneklerde angaje kişilerin oranı yüzde 29’a ulaşıyor. Hem Alman hem Türk derneklerinde örgütlülerin oranı yüzde 6, yalnızca uluslararası gruplar içinde yer alanları oranı ise yüzde 13. Dini alanda sadece Türklere ait dernekler tercih edilirken, kurtarma hizmetleri ve mesleki il İ gi örgütlerinde Alman örgütleri yüzde 100’lük bir paya sahip. Araştırmanın sonuçlarının açık biçimde gösterdiği gerçek, şu: Almanya’da yaşayan Türk toplumunun oluşturduğu dernekler, pek çoklarının görmek ve göstermek istedikleri gibi gettolaşmanın yansımaları değil, ihtiyaç ve kaygıların ürünüdür. Sendikalar veya diğer mesleki çıkar örgütlerinde Türklerin de diğer göçmenlerle birlikte yer alması ve bu yapılanmalar için tek etnisiteye dayalı alternatifler geliştirilmemesi, buna karşın Alman toplumunun karşılama olanağı bulamadığı dinsel ihtiyaçlara yönelik 2 bin 300’e yakın cami derneğinin hayata geçirilmiş olması gibi gerçekler göz ardı edilmemelidir. Diğer yandan eğitim alanında çocuklarının dezavantajlı konumlarının bilincinde olan ve onların anadillerini yitirmesinden endişe eden Türk velilerin kendi kaygılarını yansıtır örgütlenmelere hayat vermiş olmaları şaşırtıcı değildir. Alman velilerin yalnızca yüzde 11’i örgütlüyken, Türkler arasında yüzde 20’leri aşan oran, böylesi kaygıları en iyi şekilde yansıtmaktadır. Bu arada, Alman toplumuna benzer biçimde Türk toplumu da spor kulüplerini hayata geçirmiştir. Memleket özlemi veya köken bölgeye atıfta bulunan isimler taşıyan spor kulüpleri, Almanya’daki genel toplumsal yaşama katılım için önemli bir basamak işlevi görüyor. Böyle bir çerçevede Türk derneklerine “gettolaşma” damgasını vurmak, ağır ve haksız bir itham olmanın ötesinde, farklı renklere tahammülsüzlüğü de yansıtmaktadır. Ömer YAPRAKKIRAN aşadığımız çağı nasıl adlandırmalıyız? ‘’İletişim Çağı’’ diyenler var. ‘’Bilişim Çağı’’ da deniyor. Sabah kahvaltısında bir kıtada, akşam yemeğinde bir başka kıtada bulunabiliyorsanız , cebinizdeki telefondan yeryüzünün herhangi bir köşesindeki dostunuza birkaç saniye içinde ulaşıp dertleşebiliyorsanız, internet dünyasında istediğiniz bilgiye iki tuşa basarak erişebiliyorsanız yaşadığımız çağ tabii ki ‘’Bilişim Çağıdır’’. ‘’Yüksek Teknoloji Çağıdır’’. Yüksek teknolojiden beklentilerimiz çok büyük. Daha modern uçaklar, daha küçük telefonlar, sesimizi tanıyan, konuşmamızı anlayan bilgisayarlar istiyoruz. Adeta teknoloji şımarıklığı yaşıyoruz. O teknolojinin bize, insanlığa, dünyaya neye mal olduğunu düşünmeden. Modern çağın, yüksek teknoloji aşamasında, şımarıkça, bencilce yaşıyor, dahası aptalca kendi mezarımızı kazıyoruz. İçtiğimiz suyu kirleterek, yediğimiz sebzeyi, meyveyi zehirleyerek ilkelce davranıyoruz. Neden? Bilimin birçok bilinmeyeni aydınlattığı çağda insanlar hala ya kör inanç, ya da hırsın aptalca esiri olup eğriyi doğruyu ayırd etmekte zorlanıyor. Çevre partilerinin yaklaşık 30 yıllık geçmişi var. 30 yıldır çevre kirliliğinden, çevre kirliliğinin yol açacağı felaketlerden söz edilmekte. Kaç kişi önemini kavradı? Birkaç yıldır iklimin değişmekte olduğu konuşulmaya başladı. İklim değişikliğiyle buzulların eriyeceği, suların yükseleceği tehlikesine işaret edildi. Bugün artık bütün bunların tartışılma aşamasını geride bıraktık. Buzullar eriyor. Hem de tahmin edilenden çok daha hızlı. Dünyanın en ünlü iklim uzmanları arasında adı geçen Nasa görevlilerinden James Hansen ile meslektaşı Makiko Sato, buzulların 2013’e kadar tümden eriyeceği görüşündeler. Hesaplara göre şu ana kadar buzulların yüzde 80’i zaten erimiş bulunuyor. Denize sıfır konut meraklıları durumun farkında mı acaba? Süper teknolojiyle, ilkelllik iç içe. Bir yandan ozon tabakası delindi diye feryat ediliyor, öte yandan ozon’un deliğini daha da büyütmek, yeni delikler açmak için sanki özel olarak gayret ediliyor. BM Dünya Turizm Örgütü (UNWTO)’nün raporlarında, atmosfere salınan zehirli atık gazların yüzde 5’inin havayolu trafiğinden kaynaklandığı belirtilmekte. Turizm sektörünün çevre kirlenmesinde ciddi payı olduğu bilinmesine rağmen, devletler, şirketler elbirliğiyle turizm patlamasına gayret ediyor. Turizmi patlatırken, dünyayı mahvettiklerini düşünmeden. Son yıllarda Nobel Barış Ödülü’nün kimlerin aldığını düşünecek olursak dünyanın halini de anlarız: 2004’te Afrikalı Bayan Wangaai Maathari, milyonlarca ağaç dikilmesine öncülük ettiğinden, 2005’te Mohamed El Baradei, atom enerjisinin savaş amacına hizmet etmemesi için gösterdiği gayretlerden, 2006’da Muhammed Yunus, yoksulları banka sömürüsünden kurtaracak model geliştirdiğinden ve 2007’de çevre kirliliğine karşı seferber olan Devletlerarası İklim değişikliği Paneli ile Al Gore ödüllendirildiler. Nobel Barış Komitesi’nin son yıllarda çevre kirliliği ve Y iklim değişikliğine dikkat çekmek istediği anlaşılıyor. Al Gore’un çevre militanlığına soyunması başkan vekilliğinden sonra oldu. Geç de olsa birinin etkin bir kampanya ile insanları uyanışa çağırmasını takdir etmeliyiz. Yaptığı film milyonlarca insanı çevre felaketi konusunda uyandırdı ancak uyanmayanların, kendileriyle birlikte bütün insanlığın kuyusunu kazmaya çalışanların sayısı bir hayli fazla. Kimileri dizginleyemedikleri hırstan, kimileri cehaletten uyarılara kulak tıkıyor. Dahası, doğanın kanını emip zehirleyenler yalanlar uydurup insanları birbirine vurduruyor. Al Gore 11 Mayıs’ta Şili’de bir çevre toplantısına katılacaktı. Amcak Kanadalı altın madeni şirketi Barrick Gold’un 50 bin dolarlık katkıyla sponsor olduğunu öğrenince toplantıya katılmaktan vazgeçti. Barrick Gold, sponsorlar arasından çekilmek zorunda kaldı. Al Gore da konferansa katıldı. Artık çok iyi biliniyor ki, madencilik çevreye telafisi mümkün olmayan zararlar veriyor. Toprak, hava, su dolayısıyla insanlar zehirleniyor. Al Gore bu yüzden altın madeni şirketinin desteklediği konferansa katılmayacağını bildirmişti. Peki çevreye zehir saçan bir maden şirketi acaba çevre konferansına neden destek olmuştu? Tabii ki tahmin ettiğiniz gibi kamuoyunu yanıltmak için. Her yerde böyle yapıyorlar. İşbirlikçi buluyorlar, cahilleri, hainleri satın alıyorlar, kimi yerde savaşlar çıkartıyorlar. Afrika’da kabileleri birbirine düşürüyorlar, etnik grupları kışkırtıyorlar. Eskiden uygarlık götürdüklerini ileri sürerlerdi. Belçika, Kongo’ya götürdüğü ‘’uygarlık’’la 10 milyon insana kıydı. Kongo 1960’ta sömürge olmaktan kurtuldu ama sömürülmekten kurtulamadı. Dünyanın en zengin yeraltı madenlerine sahip olduğundan toprakları hep kanlı çatışmalarla kana bulandı. Le Monde Diplomatique’in muhabiri Colette Braeckman ve İsveç’teki Savunma Araştırmaları Enstitüsü’nden Magnus Jörgel, Afrika’daki kabile çatışmalarının arkasında maden sömürgeciliği olduğunu söylüyorlar. Her iki uzmana göre savaşçı çeteler, maden şirketleri ve işbirlikçi çıkar grupları ortak hareket ediyor. Cep telefonlarında, bilgisayarlarda, füze yapımında kullanılan koltan Kongo’nun başına bela. Dünya rezervinin yüzde 80’nine sahip ama bu zenginlik Kongo’ya sefalet ve ölüm getiriyor. Çatışmalar yüzünden, açlıktan, kirli sulardan, zehirli yiyeceklerden dolayı hergün ortalama 1 200 kişi ölüyor. BM raporunda da ‘’Çatışmaların asıl nedeninin koltan’’ olduğuna dikkat çekiliyor. Kongo 150 yıldır sömürgecilerin pençesinde. Peki Kurtuluş Savaşı ile sömürgecilerden kurtulan Türkiye’de durum nedir? Topraklarının yüzde 58’ni yüzlerce maden şirketine açan Türkiye’nin, Kongo olmayacağı iddia edilebilir mi? Etnik çatışmalar, zehirlenen çevre, sakat doğumlar, artan kanser vakaları. İşte size dünyanın birçok köşesinde öteden beri yaşanmış maden talanının faturası. Bu da modern çağın vahşeti değil mi? osman.ikiz?tele2.se Toplumsal Angajmanda Uygulama Alanları Toplumsal faaliyetlere angaje olan Türk kökenlilerin yüzde 42’si yönetim kurulu üyeliği veya yöneticilik görevlerinde bulunduklarını beyan etmiş durumda. Yöneticilik, Türk sivil örgütleri söz konusu olduğunda yüzde 71 oranına yükselirken, Alman örgütleri içerisinde bu oran yüzde 19’a kadar geriliyor. karşın bu topluluk içinde yer alanların yüzde 23’ü daha önce bir toplumsal etkinlik içerisinde angaje olmuş bulunuyor. Bu kişilerin yüzde 68’i faaliyetleri izlemeye devam etmektedir. Buna karşın angaje olmayanların yaklaşık yarısı (yüzde 49) ne şimdi ne de gelecekte bir angajmana sıcak bakmamaktadır. Buna karşın yüzde 22, koşullara göre, yüzde 26 ise olanak olduğu takdirde toplumsal olarak angaje olma niyetini belirtmiş bulunmaktadır. Soruyu yanıtsız bırakan yüzde 3’lük dilimde yer alanlar da hesaba katıldığında, toplumsal yaşama angaje olmayanların yüzde 51’inin kazanılma olasılığı görünmektedir. Çocuklar mafya kıskacında Şule KÖKTÜRK Kâbil’deki Atatürk Çocuk Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Muhammet Bahadır Mayer, Afganistan’da yeni doğan çocukların yüzde 50’sinin ilk bir ay içinde kaybedildiğini belirtti. Mayer, yaşayan çocukların ise kaçırılma olaylarına maruz kaldığını, bazılarının organlarının alındığını, bazılarının canlı bomba olarak yetiştirildiğini, bazılarının da uyuşturucu ticaretinde kullanıldığını söyledi. Girne’de 711 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen 51. Türkiye Milli Pediatri Kongresi, 7. Türk Dünyası Pediatri Kongresi ve 7. Milli Çocuk Hemşireliği Kongresi’nde sorularımızı yanıtlayan Mayer, savaşta çocuk olmanın zorluğunu anlattı. Mayer, “Kâbil dışındaki bütün bölgelerde doğumların hemen hemen neredeyse tamamı evde oluyor. Bu yüksek riskli doğumlar, ölümü de beraberinde getiriyor. Tüm çocuk ölümlerinin yüzde 30’u ile 50’si, ağır düzeydeki beslenme bozukluğu ve enfeksiyon hastalıklarından kaynaklanıyor” dedi. Afganistan’daki aşılama oranlarının da yüzde 50 civarında olduğuna işaret eden Bahader Mayer, “Özellikle çatışmaların ve savaşın aktif olduğu bölgelere gidilip hiç aşılama yapılamıyor. Zaten kronik beslenme bozukluğu ve enfeksiyon hastalıkları çok yaygın, bir de aşılama çok düşük olunca orada çok büyük risk altındalar” diye konuştu. Afganistan’da doğumda beklenen yaşam süresinin 44.5 olduğunu açıklayan Mayer, ailelerin çocukları için, çocukların da babaları için, akşam eve dönmeyecekleri endişesi taşıdığını söyledi. Mayer özetle şöyle konuştu: “Afganistan’da çocuklar kaçırılıyor, organ ticaretinde, uyuşturucu ticaretinde kullanılıyor. İran, Pakistan gibi yerlere kaçırılıp orada beyinleri yıkanıyor. Tanrı için savaşıyorsunuz deyip canlı bomba olarak yetiştiriliyorlar. Bu konuda bir istatistik veremeyeceğim, ama benim öğrendiğim, yılda 2030 çocuk. Bunun çok daha fazla olduğunu tahmin ediyorum. Uluslararası örgütlerle birlikte, çocuk kaçırma olayları önlenmeye çalışılıyor, ancak savaş döneminde olduğu için ne yazık ki kontrol edilemiyor.” TOPLUMSAL FAALİYETLERİN DIŞINDAKIİER Statik bir durumdan ziyade dinamik bir süreç olan toplumsal angajman alanında Türk göçmenlerin ağırlıklı bölümünün (yüzde 90) faal olmadıkları görülüyor. Buna
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle