08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 KASIM 2007 CUMA söyleşi Terör uzmanı Çitlioğlu, Washington’ın K. Irak’ta müttefiklerini kaybedecek hareketlerden kaçındığını belirtti GÖZ ARDI EDİLEN YAPILANMA C 11 ‘ABD PKK ile savaşmaz’ Sınırda Leyla TAVŞANOĞLU aşbakan Erdoğan Washington’da ABD Başkanı Bush’la görüştü. Görüşmeden çıkan sonuç, sıfıra sıfır elde var sıfır, türünden. Bush nasihat etmekle kalmadı, istihbarat eksikliğinden söz etti. Üstü kapalı olarak AB istiyor diye, psikolojik harp ve kimi özel istihbarat birimlerinin dağıtılmasından sonra ortaya çıkan istihbarat boşluğu nedeniyle Erdoğan’ı, “eksik istihbarat” sözleriyle uyardı. Arada, Pakistan’daki durum ve Pervez Müşerref’in olağanüstü hal ilanına atıfta bulundu. Biz ise burada hâlâ sınır ötesi operasyon yapılacak mı, merakı içindeyiz. Gerçi Erdoğan görüşmeden sonra, “izin alındı” türünden bir şeyler söyleyip ardından iznin TBMM’den alındığını belirtti, ama bekleyiş sürüyor. Torbamızdaki bu konuları terör uzmanı Ercan Çitlioğlu’yla konuşuyoruz. Çitlioğlu, “ABD’nin PKK’ye karşı hiçbir silahlı eylemde bulunmasını beklemememiz gerekiyor” diyor. B da bu PKK teröristlerini bulup stratejik ortakları olarak tanınan Türkiye’ye teslim edemiyorlar? ÇİTLİOĞLU ABD’nin Irak’ı işgale başladığı sırada Irak’ın kuzeyinde Ensar El İslam adlı radikal İslami bir terör örgütü vardı. ABD’nin yaptığı ilk iş bu örgütün üslerini ve karargâhını bombalayıp ortadan kaldırmak oldu. Ama aynı dönemde Irak’ın kuzeyinde ABD’nin müttefiki olan Türkiye’ye düşman bir başka terör örgütü daha vardı. O da PKK’ydi. ÜRKİYE, ABD’NİN STRATEJİK ORTAĞI DEĞİL’ Ensar El İslam’ı yok eden ABD askeri, gücünün yeterli olmadığı gibi bir gerekçeyle PKK’ye dokunmadı. Böylece ABD’nin gerçek amacının terorizmle mücadele olup olmadığının kınandığı bir durum oluştu. Bugün ABD’nin varlığını ve kalıcılığını devam ettirebileceği Irak’taki tek bölge Irak’ın kuzeyindeki göreceli sakin bölgedir. Kürtlerin de ABD’nin işgalciliğine geniş ölçüde destek verdikleri de bir gerçeklik olarak ortadadır. Bu noktada, ABD’nin bir terör örgütü olarak kabul etmesine karşın PKK’ye karşı silahlı bir eylemde bulunmasını bi ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’ye karşı silahlı bir eylemde bulunmayacağını belirten terör uzmanı Ercan Çitlioğlu “Çünkü Kürtlere karşı girişeceği silahlı bir eylem, bunlar terörist dahi olsalar Irak’ta önemli müttefiklerini kaybetme anlamına gelecek” dedi. Çitlioğlu, “Türkiye ABD’nin stratejik ortağı değil, hiçbir zaman da olmadı” diye konuştu. zim hiçbir şekilde beklemememiz gerekiyor. Çünkü Kürtlere karşı girişeceği silahlı bir eylem, bunlar terörist dahi olsalar Irak’ta kendisine güç veren en önemli müttefiklerini bir anlamda kaybetme anlamına geleceği için ABD bölgedeki ve Irak’taki ulusal çıkarlarını koruma bağlamında PKK’ye karşı silahlı hiçbir eyleme geçmez. Bu bir realite olarak karşımızdadır. İkincisi, Türkiye hiçbir zaman ABD’nin stratejik ortağı değil; hiçbir zaman da olmadı. Stratejik ortaklık belki de bizim icat ettiğimiz, ABD tarafından yalanlanmayan ama ABD tarafından böyle bir durumun mevcut olmadığını anlatmak istercesine, “Türkiye bizim müttefikimizdir” biçiminde karşılanan ilginç bir durum. Olayı stratejik ortaklık bağlamında ele alıp ABD’den beklentilerimizi de buna bağlamak Türkiye açısından yanıltıcı olguların en başta gelenidir. ABD’nin dünyada iki stratejik ortağı vardır. Birisi İsrail, öbürü İngiltere’dir. ALICI İTTİFAKLAR YOK OLDU’ Peki, ya müttefiklik ilişkileri? ÇİTLİOĞLU Biz hep ABD’yle ilişkilerimizi Soğuk Savaş döneminin koşulları çerçevesinde değerlendirmenin yanılgısına düşüyoruz. Dolayısıyla her şeyi ABD’ye endeksleyerek ‘T ‘K PKK’YE DOKUNMADI’ ‘WASHINGTON BİR TEK Irak’ın kuzeyinde hâkim güç ABD ordusu olduğuna göre nasıl oluyor bir beklenti içine girmek ve bunu müttefiklik ilişkileri içinde ele almak da Türkiye’nin yanılgılarından bir tanesi. Sizin karşınızda nasıl bir tane PKK yoksa, bir tane ABD de yok. Birden fazla ABD var. Soğuk Savaş dönemi parametrelerinde en önemli değişikliklerden birisi de dünyadaki kalıcı ittifakların yok oluşudur. Oysa Türkiye hem dış politikasını, hem uluslararası gelişmeleri algılamasını kalıcı ittifaklar temelinde geliştirdiği, NATO Varşova Paktı ayrışmasında biçimlendirdiği için yeni aktörlerin katıldığı ve devletlerin dışına kayabilen bir sisteme bir türlü adapte olamadı. Oysa bugün dünyada bozulan, değişen, yeni oluşan ittifaklar, son derece değişken uluslararası çıkarlar, bu çıkarlara dayalı yeni çatışmalar ve yeni dostlukların yaşandığı bir düzlemde biz 1950’li yılların mentalitesiyle davranıp karşımıza gelen olayları yorumlamaya ve ona göre tavır almaya çalışıyoruz. Yorumumuzun da duruşumuzun da yanlış olduğu karşımıza çıkmaya başladı. Yani artık Türk dış politikası eski alışkanlıklarından kurtularak yeni düzene ve yeni sisteme kendini adapte edemediği için saplantılarla hareket etmeye başladı. dört PKK Mehmet FARAÇ ‘Türkiye değişimi algılayamadı’ Hâlâ Soğuk Savaş döneminden kalma inançla ABD’nin Türkiye’nin dostu olduğuna mı inanmak isteniyor? ÇİTLİOĞLU Evet. Bugün PKK’nin Irak’ın kuzeyindeki varlığına Türkiye’nin silahlı müdahalesini engelleyen, bunun Barzani’nin kanatları altında yaşaması ve yeşermesine izin veren ve Türkiye’nin kendisine yönelik bir tehdidi bertaraf etmesini engelleyen ABD aslında bundan 20 ya da 25 yıl önce PKK’nin karşısında olan bir ülkedir. Ama bugün ABD’nin çıkarları PKK’ninkiyle örtüşme noktasına geldi. Bu değişimleri algılayamazsak, yani büyük senaryo içinde aktörlerin kendilerine verilen rollerdeki değişimleri algılayıp o algılamalara göre yeni politikalar oluşturamazsak o zaman içinde bulunduğumuz durumu yaşamaya mahkum oluruz. Bir zamanlar Sovyetler Birliği güdümünde olduğu bilinen Talabani ile ABD güdümünde olan Barzani vardı. Daha sonra Barzani, Talabani’yi kendi safına çekmeyi başarmadı mı? Türkiye bunu algılayabildi mi? ÇİTLİOĞLU Hayır. Bu, Türkiye’nin kendisini Soğuk Savaş döneminin kalıplaşmış politikalarından kurtaramamasının yansımalarından bir tanesidir. 1980’li yıllarda Talabani’nin en büyük düşmanı Barzani’ydi. Barzani’nin de en büyük düşmanı Talabani’ydi. Ama bugün karşımızda Barzani ve Talabani’nin kol kola girerek oluşturduğu bir cephe var. Talabani güçleri Erbil’e girmek üzereyken Barzani’yi ve Barzani güçlerini imha edilmekten kurtaran Türkiye değil miydi? Bundan birkaç yıl sonra bu defa Barzani güçleri Süleymaniye’de Talabani güçlerini imha etmek isterken araya girip onları barıştıran yine Türkiye değil midir? Irak’a güç kullanımının dışında hiçbir çözümün Türk kamuoyu tarafından kabul edilemeyeceğini söyleyen Çitlioğlu, “Süreç yanlış yönetildiği için diplomasi kartı da kaybedildi” diye konuştu. Türkiye’nin K. Irak’ta yaptığı hataların faturasını ödediğini vurgulayan Çitlioğlu, Ankara’nın olaylara hâlâ Soğuk Savaş gözlüğüyle baktığını belirtti. TÜRKİYE HATALARININ FATURASINI ÖDÜYOR Bu ikisi arasındaki çatışmayı iyice derinleştirip ikisini birbirine karşı kullanmayı neden akıl edemedi? ÇİTLİOĞLU Türkiye o Kürt grupların günün birinde kendisine tehlike oluşturacaklarına ihtimal vermemiş olmasının faturasını bugün ödüyor. Yani Türkiye aralarındaki bu ayrışmayı derinleştirmiş olsaydı ya da o gruplardan en azından birisini kendi yanına çekmiş olsaydı o zaman bugünkü durumla karşı karşıya kalmayacaktık. Türkiye’de bir tarih bilinci olmadığı, yakın tarihini irdeleme gereği duymadığı için ne günümüzü algılayıp analize edebilme ne de geleceğine projeksiyonlar üretebilme olanağından yoksun kalmıştır. 1890’lı yıllarda Kürt ve Ermeni meseleleri eşzamanlı olarak başlamıştır. Eşzamanlı olarak konjonktürel ortamlara göre birisi yükseltilip diğerini uykuya yatırma ama koşullar gerektirdiğinde ikisi birden canlandırılıp önce Osmanlı İmparatorluğu’nun, sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne yapay sorunlar olarak konmuştur. Ama sorunun yapaylığını ve sorunu yaratanların kimler olduğunu ve niçin yarattıklarını bilmediğimiz takdirde karşımıza birdenbire çıkmış gibi algıladığımız çok sorunun karşısında şaşkınlığa uğruyoruz. O zaman da savunma reflekslerimiz çökmeye başlıyor. PKK ile mücadele konusunda TürkiyeABD diyaloğunu salt istihbarat sorunu değil, örgütün yurtiçi, İran ve Suriye’deki uzantılarının faaliyetleri de kilitliyor. İran’da militan sayısı 1500’ü aşan PJAK ile Suriye’de 2 bin civarındaki militanıyla PYD, örgütü hem lojistik hem de askeri açıdan ayakta tutmaya çalışıyor. Kuzey Irak’taki (PÇDK) ise PKK’nin en etkin yapılanmasını oluşturuyor. Türkiye sınır ötesindeki 4 PKK’nin tehdidi altında bulunuyor. PKK’ye yönelik olası sınır ötesi operasyon, Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı Bush’la yaptığı görüşmenin ardından istihbarat sürecine terk edilirken, örgütün “Büyük Kürdistan” düşüyle yapılandığı Suriye, İran ve Irak’taki partilerinin etkinlikleri dikkat çekiyor. PKK’nin yan kuruluşlarından PJAK (Partiya Jiyana Azadi Kurdistan Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) son iki yılda İran güvenlik güçleriyle girdiği çatışmalarla öne çıkıyor. Rahman Hacı Ahmedi yönetimindeki örgütün 1500 ile 3 bin arasında silahlı militanı bulunuyor. Örgüt “Doğu Kürdistan” diye tanımladığı ve Kürtlerin yoğunlukla bulunduğu Poldeşt, Urmiye gibi kentler ile TürkiyeIrak sınırındaki dağlık alanda faaliyet gösteriyor. PJAK içinde Türkiye’den giden 500 kadar militan da faaliyet gösteriyor. Osman Öcalan’ın yabancı basına yaptığı “PKK’liler İran’a kaçıyor” sözlerine bakıldığında, PJAK’ın hem İran’daki gücü hem de PKK ile ilişkisi daha iyi anlaşılıyor. PJAK’ın İran kentlerinde örgütlediği kitle gösterilerine zaman zaman 15 ile 30 bin civarında insan katılıyor. Urmiye’deki cezaevinde 200 kadar PJAK ve PKK militanı bulunuyor. Tahran yönetimi son 2 yılda 500’den fazla İran askerini öldüren PJAK’a yönelik son 6 aydır kapsamlı operasyonlar yapıyor, örgütün Kuzey Irak içlerindeki karargâhlarını bile hedef alıyor. PJAK ise İran rejimine karşı ayaklanma başlatmak için ABD’de zaman zaman girişimlerde de bulunabiliyor. Almanya’da yaşayan Hacı Ahmedi’nin geçen aylarda Washington’a yaptığı ilk ziyaret sırasında, ABD’den silah ve para isteyebilmesi, ABD’nin, İran’a yönelik olası saldırısı öncesinde PJAK’ı el altından desteklediği iddiasını öne çıkarıyor. Ziyaretin gerçekleştiği dönemde Ahmedi’nin Washington Times gazetesine yansıyan sözleri ise dikkat çekiyor: “Elimizdeki cephane ve silahlar ile hükümeti devirmemizin mümkün olmadığı açıktır. Verilecek finansman veya silah yardımı, İran’da gerçek demokrasiye giden yolu hızlandırır!” ‘TÜRKİYE’DE AYDIN OLMANIN KOŞULLARI FARKLI’ Bizim sözüm ona aydınlarımız da söylemleri, yazdıkları ve çizdikleriyle büyük güçlerin çıkarlarına hizmet etmiyorlar mı? ÇİTLİOĞLU Türkiye’de aydın olabilmenin temel birtakım koşulları var. Mutlaka TSK’ye karşı olacaksınız ki sizin ne kadar demokrat, ne kadar özgürlükçü olduğunuzun kanıtı ortaya çıksın. İkincisi, Atatürkçü düşünce sisteminin karşısında duracaksınız. Atatürkçü düşünce sisteminin artık Türkiye’yi ileriye taşımasının mümkün olmadığını savunacaksınız. Üçüncüsü de şu: AB’ye üyeliğinin Türkiye açısından kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu, AB’den gelen dayatmaların aslında dayatma değil de Türkiye’nin geleceğe taşınmasında bir köprü niteliğinde olduğunu kabul ve ilan edeceksiniz. Dünyanın hiçbir ülkesinde aydın tanımı böylesine ölçütlere bağlanamaz. İyi de, Türkiye’de aşiret reisleri, şeyhlerin, şıhların, tarikatların kol gezdiği bir ortamda hangi demokrasiden söz edilebilir? Türkiye’nin bugün geldiği noktaya tamamıyla kendine özgü koşulların sonucunda varılmıştır. Bugün Türkiye’de gündemde PKK terorizmiyle baş etmenin tek kaçınılmaz çaresi olarak sınır ötesi operasyon var. Ama önemli olan ülke iradesini güç kullanmaya gerek kalmaksızın kabul ettirebilmektir. Ama bugün Türkiye’de öyle bir noktaya gelindi ki gücün kullanılmasına gerek kalmadan başvurulması gereken çareler toplumun algılamaları ve içine çekildiği nokta nedeniyle bir çözüm ve çare olmaktan çıktı. SURİYE’DEKİ ÖRGÜT PKK Suriye’deki Kürt nüfusun yaşadığı bölgeyi ise “Güneybatı Kürdistan” diye tanımlıyor. Örgüt Suriye’de “Partiye Yekitiya Demokrat” (Demokratik Birlik Partisi PYD) adı altında faaliyet gösteriyor. Kürtlerin yaşadığı Afrin, Kobani, Kamışlı, Haseki ve Halep’te etkin olan partinin üyeleri zaman zaman güvenlik güçleriyle çatışıyor. PYD üyeleri ve yöneticilerine yönelik yoğunlaşan suikastlar da dikkat çekiyor. PKK, 29 Kasım 2004 günü KONGRAGEL ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) üyesi 5 kişinin Musul’dan Şengal bölgesine giderken öldürülmesi olayında Suriye devletinin de parmağı olduğunu iddia ediyor. Araçlarından indirilerek kafalarından kurşunlanan Suriyeli uyruklu “Şilan Kobani” kod adlı Meysa Baki, Kuzey Iraklı “Fuat” kod adlı Himmet Tokmak ile Suriye uyruklu “Zekeriya” kod adlı Zekeriya İbrahim, “Cemil” kod adlı Nebo Ali ve “Ciwan” kod adlı Hacı Cumali’nin failleri bulunamıyor. PYD’nin kadın örgütlenmesi ise “Yekitiya Star” olarak faaliyet gösteriyor. Suriye’de yapılan son genel seçimlere 20 bağımsız adayla katılmak isteyen Fuad Ömer liderliğindeki PYD, hükümet tarafından engellendiğinden yakınıyor. 2003’te kurulan partinin 100’den fazla üyesi cezaevlerinde bulunuyor. Öcalan’ın Bekaa’dan çıkarılmasının ardından PKK’ye cephe alan Suriye hükümeti, zaman zaman örgüt yöneticilerini yakalayarak Türkiye’ye teslim ediyor. Türkiye’ye gönderilenler arasında “Habat” kod adlı Ömer Hayri Konar, “Kazım” kod adlı Hamili Yıldırım, Hüseyin Yeter ile örgütün Lübnan sorumlusu Selahattin Canavar ve yaklaşık 80 militan bulunuyor. Kuzey Irak’taki Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) ise PKK’nin en çok dikkat çeken yapılanmalardan birini oluşturuyor. Süleymaniye, Kerkük ve Musul’da etkin olan, Dr. Faik Muhammed Gulpi liderliğindeki partinin yöneticileri sık sık tutuklanıyor. ErdoğanBush görüşmesi öncesi büroları kapatılan parti, PKK’nin lojistiği açısından da önemli bir görev üstleniyor. Tüm bunlar Türkiye’nin karşısında kaç PKK olduğunu göstermeye yetiyor! ‘Diplomasi kartı kaybedildi’ Peki, sizce güç kullanmaya gerek kalmadan Irak’ın kuzeyine neden ekonomik yaptırımlar uygulanması düşünülmedi? ÇİTLİOĞLU Diplomasi ne için vardır? Diplomasi devletler arasındaki ilişkilerde çıkan sorunların çözümlenmesi için vardır. Türkiye bugün diplomasi kartını kaybetmiştir. Çünkü süreç yanlış yönetilmiştir. Bugün artık Irak’a güç kullanımının dışında hiçbir çözüm Türk kamuoyu tarafından kabul edilmeyecektir. Böyle bir noktaya gelinmiş olması sürecin yanlış yönetildiğinin en belirgin kanıtıdır. Oysa devlet odur ki güç kullanma faktörünü öne çıkararak, bunu bir baskı metodu olarak kullanarak güç kullanmaya gerek kalınmadan sorunu çözebilme yetenek ve iradesine sahip olmalıdır. Gerçek başarı budur. Türkiye bu gerçek başarıdan yanlış yönetim nedeniyle ne yazık ki uzaklaşmıştır. Gücün kullanılmasını engellemek için başvurulacak ekonomik yaptırımlar vardır; diplomatik enstrümanlar vardır, sosyal, kültürel ve askeri enstrümanlar vardır. Askeri güç gösterisini, ekonomik, siyasal, diplomatik anlamda destekleyerek o gücün kullanılmasına gerek kalmaksızın sonuç alıcı politikalar şu anda dahi yeterince uygulanmıyor. Bunlar zaman içinde uygulanmadığı için bugün kamuoyu artık bu enstrümanları bir çözüm aracı olarak görmüyor. Türkiye’de güç kullanmayı önceleyen bir psikolojik ortam var. Bu ortamın oluşmasının sizce sorumluları kimler? ÇİTLİOĞLU Bugüne kadar yanlış yönetimi kim ya da kimler yaptıysa onlardır. Ben kamuoyuna yanlış aktarılan bir iki noktaya değinmekte de yarar görüyorum. Şöyle bir sanı var: TSK Irak’ın kuzeyine girerse PKK terörü biter. Hayır, bitmez. Bugüne kadar yapılan 24 operasyondan ne sonuç alındı ki 25.’den önemli bir sonuç alınsın?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle