Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 KASIM 2007 CUMA spor NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN C 19 Padişahım Çok Yaşa 2010’a doğru adım adım Cüneyt E. KORYÜREK Uluslararası bir spor danışmanlık şirketiyle anlaşan Atletizm Federasyonu, 2010’da yapılacak Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nı İstanbul’a almak için kolları sıvadı. Bu konuda karar, IAAF tarafından 24 Kasım’da Monaco’da yapılacak oylamada alınacak. Böyle bir organizasyon, Universiade diye anılan Dünya Üniversiteler Şampiyonası’nı birkaç yıl önce düzenleyen Türkiye için uluslararası spor organizasyonlarında attığı çok önemli bir adım. Üç yıl sonraki şampiyona için karşımızda Qatar’ın Doha kenti var. Qatar’da para bol. Tesisleri de mükemmel ve IAAF delegeleri arasında da çok yetkili ve etkili dostları var. Bu arada bizim elimizde Türkiye Milli Olimpiyad Komitesi yanında ve ismi şimdiden Sinan Erdem Spor Tesisi olarak adlandırılan ve 13 yıldır çeşitli nedenlerle bir türlü bitirilemeyen bir yapıt var. Sinan Erdem Salonu sanki bir beton yığını. 20 yıl evvelki kafa ve düşünceyle planlanmış bir salon. Bu salonda yapılacak atletizm pistinin mutlaka portatif olması gerekir ve diğer spor organizasyonları ile başka faaliyetler için de kullanılabilir. Ama sözün kısası Qatar’ın elinde para ve epey oy var. Ve tesisleri de hazır. Sinan Erdem Salonu için şimdiye dek 43 trilyon harcanmış ve istenen şekle girmesi için de 25 milyon YTL’lik bir ek bütçe gerektiriyor. Bu salonun Amerikalıların “beyaz fil” dedikleri ve çok masrafa karşın pek işe yaramayan bir yapıt olma yolundan kurtarılması gerekir. Zira Atatürk Olimpiyad Stadı’nı çok ucuza mal ettik ve mükemmel bir tesis oldu ama ulaşım yolları yapılmadığından dolayı gidiş geliş herkesin kâbusu... Diğer ülkeler bu gibi büyük yapıtları sportif amaçlar dışında da kullanıyor, tamamen söküyor veya seyirci kapasitesini azaltıyor. Atlanta’daki 1996 Olimpiyadları için inşa edilen muhteşem stat oyunlardan sonra söküldü ve küçük bir beysbol stadı haline getirildi. İngilizler de aynı prensibe uyarak ama bunu daha da geliştirerek 2012 Olimpiyadları için yapacakları stadı 80 bin kişilik seyirci kapasiteli olarak planlıyor ve oyunlardan sonra üst tribünleri kaldırarak 30 bin kişi alabilecek ve sadece atletizm yarışlarının gerçekleştirileceği bir stat yapmak istiyor. Dünya Salon Atletizm Şampiyonası için 2010 organizasyonu konusunda sadece İstanbul ve Doha var. IAAF akıllı bir seçimle bundan önce başvurmadığı bir çareyi kullanabilir ve 24 Kasım’da 2010’u Qatar’a verirken 2012’yi de İstanbul’a verebilir. Ama bunu beceremezsek bundan 2 yıl sonra yapılacak seçimde 2012 başka bir dünya kentine gidebilir. İngilizlerin mükemmel projesi olimpiyadları Londra’ya getirebilmiştir. Bu konuda devlet büyüklerinin katkısı sadece olimpiyadlar konusunda kalmamış ve 2002 Dünya Futbol Şampiyonası için Japonya Başbakanı ve Güney Kore Cumhurbaşkanı dünyanın yarı ülkelerini ziyaret ederek organizasyonun kendilerine verilmesi için çalışmıştır. FIFA tarihinde görülmemiş bir olay gerçekleşmiş ve bu iki devlet başkanın katkıları semeresini vermiş ve şampiyona iki ülke arasında paylaşılmıştır. Geçen hafta Sinan Erdem Salonu’nu görmek için gelen IAAF heyeti spordan sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu ve Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay tarafından ağırlanmış ve tesis gezdirilmiştir. Böyle bir davranışın bundan sonraki uluslararası spor organizasyonu konusunda da uygulanmasını umuyor ve bekliyorum. Yukarıda belirttiğim gibi olimpiydlar IOC tarafından bir ülkeye değil bir kente verilir. Ve bir önceki olimpiyadların kapanış töreninde olimpiyad bayrağı 4 yıl sonra olimpiyadların yapılacağı kentin belediye başkanına teslim edilir. Olimpiyadların kendi kentine alınması o kentin belediye başkanı için en büyük şereftir. Bu arada olimpiyadları yapacak kent oyunlar nedeniyle gelecek turistlerin yükünü kaldıracak trafik sorununu çözmek, yeni yollar ve spor tesisleri yapmak veya yenilemek amacıyla büyük bir yapılaşma yarışına girer. Tüm bu yatırımlar olimpiyadlar nedeniyle olmasına karşın kalıcıdır ve o kentte yaşayanların kullanımı için yapılmıştır. Dört kez aday olmamıza rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan kişilerden hiçbiri belki de bu muhteşem fırsatı algılayamadıklarından dolayı ne yurt içinde ne de yurtdışında bir faaliyette bulunmamıştır. Halbuki İstanbul’da yapılacak bir olimpiyadda kent için gereken yatırımların bizim bugünkü hızımızla 50 yılda yapılması gereken çalışmaları 7 yıl gibi kısa bir süreye sığdırabilecek ve İstanbul yepyeni ve modern bir kent görünümüne sahip olacaktır. BAĞCILAR GİBİ OLMASIN Türkiye’deki Olimpiyad Yasası’na göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi, olimpiyadlara aday olduğundan dolayı yıllık kent bütçesinin yüzde 1’ini bu amaçla İstanbul Olimpiyadları Hazırlama ve Düzenleme Kurulu’na vermek zorundadır. Buna karşın başa geçen çeşitli büyükşehir belediye başkanları bu parayı ödememekte inat etmiştir. Sinan Erdem Salonu’nun yapılması için gereken 25 milyon YTL’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ödenmesi söz konusudur. Ama belediye bundan önce de komiteye olan borcunu ödemek yerine Bağcılar’da spor salonundan çok düğün salonuna benzeyen bir yapı inşa ederek borcunu azaltmayı bilmiştir. Eğer olimpiyadların İstanbul’a gelmesini istiyorsak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu işi gerçekten sahiplenmesi ve devlet büyüklerinin de İstanbul’u 7 yıl süreyle dünya kamuoyunda yerleştirecek böyle mükemmel bir fırsatı kaçırmamaları için harekete geçmeleri gerekir. Geçen pazartesi günü IOC heyeti için yapılan toplantıya basın da davet edilmişti. Cuma akşamı saat 19.48’de bana gönderilen bir email pazartesi sabahı, toplantı yapıldığı saatte elime geçti. Katılmama imkân yoktu. İyi ki gidememişim. Zira Devlet Bakanı ve genel müdür IAAF heyetiyle ayrı bir odada kahvaltı etmişler, basın için de başka bir odada masa kurmuşlar. Böyle bir ayırıma şimdiye dek hiç şahit olmadım. Eğer spor teşkilatı bundan sonra beni bu gibi toplantılara çağıracaksa, her şeyden önce zamanında haber vermeleri gerekir. İkinci konu ise basın için ayrı bir odada başka bir masa kuracaklarsa beni hiç zahmet edip de çağırmasınlar. Bu ayıp kimin ayıbı, çok merak ediyorum. NİHAYET DEVLET SAHNEDE Bildiğiniz gibi 2000, 2004, 2008 ve 2012 için olimpiyad organizasyonu konusunda 4 kez aday olduk. Aslında olimpiyadlar üçlü bir sacayağı üzerine oturtulur. Her şeyden evvel bir ülkenin herhangi bir kenti oyunlara talip olur. İkinci ayak devlettir. Devletin bu adaylığı desteklemesi gerekir. Üçüncü ayak da Milli Olimpiyad Komitesi’dir. Kentin durumu ve devletin desteğini inceledikten sonra komite, IOC dediğimiz Uluslararası Olimpiyad Komitesi’ne başvurur ve böylece o kentin adaylığı kesinleşir. Maalesef bir Olimpiyad Yasası gibi gerçekten fevkalade bir yasaya sahip olmamıza karşın devlet büyükleri olimpiyadlar konusunda kıllarını dahi kıpırdatmamış. Bunun bir istisnası 1993’te Monaco’da yapılan ve 2000 Olimpiyadları’nın adayının seçildiği toplantıya katılan dönemin başbakanı Tansu Çiller olmuştur. Aslında olimpiyadların sahibinin bir kent olmasına karşın o ülkenin devlet büyükleri kolları sıvamış ve dünyayı gezerek olimpiyadların kendi ülkelerine getirilmesi için canla başla çalışmıştır. Burnundan kıl aldırmayan eski Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın dahi boy göstermesine karşın smanlı döneminde tek yetki tek mühür tek irade padişahın olunca emir kullarının “Padişahım çok yaşa” diyerek el etek öpmesi olağan sayılırdı. Bugün yine kendisini padişah sananların çevresinde oluşan görüntüler bizi bir anlamda Lale Devri’ne götürüyor. Çevresindekilere paye ve unvan dağıtan mühür sahibi ne dilerse yapıyor, kimse de ses çıkarmıyor. 84 yıllık Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde böylesi bir pervasızlık görülmemiştir. Kurumların başındakilerin görev kulu değil emir kulu olduklarını her gün gazetelerde, TV’lerde görüyoruz. Bu aymazlığa ne dur diyen var ne de karşı koyan. Kamu kurumlarında artık her şey iki dudak arasına sıkışmıştır. Kamu kurumlarında istifaya zorlananlar ya da kıyıma uğrayıp başka illere gönderilenlerin ardı arkası gelmiyor. Bir Futbol Federasyonu’muz var; ne kuş ne deve. Yasasına bakıp özerk diyeceğim ama milletin parasını ‘’Bu milletin değil bizim paramız’’ diyerek sahiplenen, diledikleri kişilere diledikleri milyarları dağıtan, sponsorlari çağdaşlık adına yutturdukları projelerle Türk futbolunun temelinde derin oyuklar açan, kendi oluşumunu meydana getiren kulüplere bile sırt çeviren bu federasyon kamu hizmeti mi yapıyor dersiniz? Bunun yanıtını Futbol Federasyonu’nun da diğer özerk federasyonların da mali denetiminden sorumlu kurumların araştırması gerekmez mi? Futbol Federasyonu hakkında açılan davalar, suçlamalar ve ihbarlar mahkeme raflarında beklerken en büyük bütçeli Futbol Federasyonu’nda geçimsizlik had safhada. Genel kurulda seçim için atılan 105 imza Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun raporuna karşın soğutuldu, kızgınlıklar ve tepkiler geçim zorunluluğuna O takıldı. Medya ligdeki puan yarışına kendisini kaptırırken, F.Bahçe’nin Avrupa’daki başarılarıyla gerek Beşiktaş’ın gerekse G.Saray’ın iç sorunları federasyondaki çatışmayı gündemden uzak tuttu. Oysa Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’la akrabası Beşiktaş Kulübü Başkanı Yıldırım Demirören arasındaki sürtüşme Liverpool maçından sonra sönüverdi. Bu arada Haluk beyin babası Saffet amca aileden Yılmaz Ulusoy’la ters düşünce Haluk beyin babasının yanında yer alması gerekiyordu ki Haluk bey ilk kez kendi isteğiyle ayrılmakdan hatta istifadan söz ediyordu. Ama Haluk bey için koltuk çok şey ifade ediyor, mühürü başkasına bırakması çok zor. Haluk bey kendinden başkasını pek düşünmüyor olmalı ki geldiği günden bugüne dek tam 7 başkan vekili harcadı. Mete Kılıç, Mekki Başak, Hadi Türkmen, Orhan Saka, Ata Aksu, Kemal Kapulluoğlu ve Şekip Mosturoğlu başkan vekilliğinden teker teker ayrıldı. Şimdi de Affan Keçeci sırada... Bugün, yarın o da ayrılmak zorunda kalacak. Hakem hatalarıymış, futbol sahalarında anarşi varmış, kulüpler sıkıntıdaymış falan filan... Haluk bey için bunlar fasafiso, Norveç maçını bekleyecek. Ulusal takım maçı kazanırsa (dileğimiz bu) gerisi kolay. Haluk bey kendi yöntemleriyle takımımızın moralini yükselterek kardeş takım Bosna Hersek’i de geçip Avrupa Şampiyonası’na gideceğiz. Ulusal takım Avrupa Şampiyonası’na giderken de ‘’Padişahım çok yaşa” alkışlarıyla federasyondan ayrılacak. Sayın Şenes Erzik onu Kuşadası’ndan sessiz sedasız getirdi ama benim bildiğim Haluk bey giderse ancak törenlerle, kurbanlarla gider. ayucelman?yahoo.com Fotoğraf:FATİH ERDOĞDU Gazi Koşusu’nda zafer Sanin’in Spor Servisi Bakırköy Belediyesi tarafından 6.’sı düzenlenen Uluslararası Gazi Koşusu’nu erkeklerde Aytekin Sanin, bayanlarda da Vanya Delou kazandı. Ataköy Olimpiyatevi önünden başlayan 10 kilometrelik koşuya 400’e yakın atlet katıldı. Erkeklerde Aytekin Sanin (32.46) birinci, Ozan Demir (32.47) ikinci, İdris Güleç de (33.16) üçünlüğü oldu. Bayanlarda ise Bulgaristan’dan Vanya Delou (39.43) birinciliği, Marjan Torgay (40.13) ikinciliği, Nur Deniz de (40.49) üçüncülüğü elde etti. Dereceye girenlere ödüllerini Atletizm Federasyonu Asbaşkanı Hüseyin Yıldırım ve Bakırköy belediye başkan yardımcıları Turgay Akbal ve Ayhan Otlatıcı verdi. Bu arada gaziler klasmanında ise ilk üç sıra Midayi Seviçakır, Ali Güngör ve Cumali Canberk’ten oluştu. Babadan oğula basketbolcular Can İŞBAKAN Gurur dolu bir baba Necati Güler... Nasıl olmasın ki? Müthiş yeteneğe sahip 2 oğlu var, basketbolseverlerin yakından tanıdığı... Biri Türk Telekom’da oynayan Muratcan, diğeri de Beşiktaş Cola Turka’nın yeni yüzü Sinan... Necati Güler’i bilir misiniz? Bir dönem basketbola damgasını vuran Eczacıbaşı’nın ve Türkiye Ulusal Takımı’nın oyun kurucusuydu. Avrupai oyun zekasıyla taraflı tarafsız herkesi kendine hayran bırakırdı. O artık parkelerde konuşturmuyor asistlerini ama bayrağı ondan devralan oğulları Güler soyadını gururla taşıyor. Hayatı basketbol olan Güler ailesiyle bir araya geldik. Sinan ve Muratcan yoğun takviminden zaman ayırdı, babaları da bize katıldı ve çok samimi, keyifli bir söyleşi yaptık. Elbette ilk sözü babaya, Necati Güler’e verdik... Oğulları Beko Basketbol Ligi’nin ilk haftasında karşı karşıya gelmişti (T.Telekom:93 Beşiktaş Cola Turka: 86). Neler hissetmişti acaba? Büyük gurur duyduğunu söylüyor Necati Güler ve devam ediyor: “Onlar doğduğunda ben basket oynuyordum. Çocukluklarından itibaren hayatları basketbol topu oldu. Zaman geçti ve şimdi oldukları yeri görmek benim için çok önemli. Elimden geldiğince maçlarını seyrediyorum. Ve gerçekten gurur duyuyorum.” Bunu duyan Muratcan ve Sinan’ın yüzü gülüyor elbette. Çünkü onlar maçlardan sonra babaları tarafından yoğun eleştiri yağmuruna tutuluyormuş. Bu kadar güzel sözleri duymak onları da mutlu ediyor ister istemez... takımlarda oynadım ama bu durum değişmedi. Hatta bazen başkası hata yapsa bile ben azarı yiyordum. O anki psikolojimle ‘Baba hep mi ben suçluyum?’ dediğim oluyordu eskiden ama artık daha çok dinliyorum.” Peki ya Sinan? O nasıl alıyor eleştirileri babasından... Kendi tabiriyle tenkitlere “susturucu” takılmış... “Maçlardan sonra konuşuyoruz. Sakin ortamda olduğu için normal bir tartışmanın içinde buluyoruz kendimizi. Benim daha değişik bir durumum var. Küçük kardeş olduğum için sahaya daha hırslı çıkıyorum ve kendimi ispat etmek istiyorum. Babam maçıma geldiği zaman da bu artıyor. Ancak şu da bir gerçek ki küçükken hiç laf dinlemezdim. Artık ağabeyimle de konuşabiliyoruz. Saha içinde yaşadıklarını bana aktarıyor, ben de bunları kendime uygulamaya çalışıyorum.” Muratcan ise kariyerinde yeni yeni başarılara imza atan Sinan’a tavsiyelerde bulunuyor: “Sinan büyük bir takımda oynuyor. Sakin olup oyununa bakması gerekli. Ben çok şeye takılıyordum çünkü. Benim yaptığım hataları yapmasın. Sinan insanları daha iyi tanıyacak. Yapması gereken genç oyuncu profilinden kurtulması... O heyecanı aklının önüne geçmemeli. Bunu kontrol ederse başarılı olur.” Söz karşılıklı oynadıkları sezonun ilk maçına geliyor. Babaları tribünde, onlar sahada birbirine rakip... İlginç bir sahne. Onlar da bu görüşümüze katılıyor. Sinan başlıyor konuşmaya; “Gerçekten ilginç bir duygu. Darüşşafaka’dayken bunu ilk kez yaşamıştık. Zevkli oluyor. Ancak genelde biz karşı takımın en iyi oyuncusunu savunduğumuz için karşı karşıya gelemiyoruz.” Muratcan ise karşılıklı oynamak için daha hevesliymiş... “Bazen Tutku ve Haluk ağabeye gidip, ‘Bırakın biraz ben atayım’ diyordum. Ama önemli olan takımın kazanması. Benim gerçekten istediğim Sinan’ın iyi oynaması, bizimse kazanmamız. Bugüne dek de böyle oldu.” Beşiktaş Cola Turka dönüm noktası oldu Beşiktaş iki oyuncu için de büyük önem taşıyor. Özellikle Muratcan’ın kariyerinde Siyah Beyazlı renklerin yeri çok ayrı... Herkes onu Beşiktaş’ta tanıdı. Şimdi kardeşi Sinan da aynı takımda yükselişte... Muratcan hayatının en güzel 2 yılını orada geçirdiğini söylüyor: “Beşiktaş’ta çok başka bir hava vardı. Umarım Sinan da bunları yaşar. Beşiktaş gibi büyük bir takımda oynadığınız zaman taraftar da geliyor, TV’den de izleniyorsunuz. Bunlar kariyer için çok önemli.” Türk basketbolunun gidişatını yatırıyoruz bu kez masaya... Üniversiteli basketbolcuların azaldığını ve bu azınlığın son temsilcilerinin kendileri olduğunu hatırlatıyoruz. Muratcan konudan dertliymiş meğer, alıyor sözü: “Basketbol artık bir endüstri oldu. İyi bir oyuncu olmak için 17 yaşında üst seviyede antrenman yapıp takımda oynamalısınız. Eğitim sistemi zaten sorunlu. ‘Biz sporcuyuz ama okumak da istiyoruz’ dediğimiz zaman insanlar gülüyor. Benim de kalan derslerim vardı ve spor hayatım yüzünden bunları veremiyordum. Ama Kültür Üniversitesi bana çok yardımcı oldu. Onlara teşekkür ediyorum.” İşte söyleşimiz bu şekilde sona eriyor Güler ailesiyle... Onlar güzel bir sonbahar gününde kahvaltılarına ailece devam ettiler. Necati Güler oyun kurucu olarak ‘efsaneler’ arasına ismini yazdırdı. Bakalım oğulları Muratcan ve Sinan da babaları gibi olacak mı? MAÇTAN SONRA UYARI Biraz ortamı kızıştırmak istiyoruz bu dakikada ve büyük Güler’e soruyoruz, “Maç içinde bir hata yaptıkları zaman ne yapıyorsunuz?” Baba maçtan sonra arıyormuş oğullarını... “İyi olmaları için gördüklerimi iletiyorum. Ama ben de her şeye kızıyorum. Bu da bir gerçek” diyor Necati Güler. Bu sırada söze Muratcan giriyor... “Babam benim antrenörlüğümü de yaptı. O zaman çok uyarıyordu. Sonra ben başka