Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 KASIM 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY erhard Schröder’in SPD’den Oskar Lafontaine’i kazımasında galiba en önemli rolü üstlenmişti. O ve “adamları” olmasaydı Schröder’in Lafontaine karşısında pek bir şansı olmayacağını söyleyenler çoğunlukta. Bir dönem Batı’nın en büyük sosyal demokrat partisi olan SPD’nin tabanını partideki askerleri üzerinden elinde tutuyordu; büyük bir örgütçüydü ve herhalde kendisine verilen görevi artık yerine getirdiğine inanıyor ki, hafta başında görevlerinden çekildiğini açıkladı: Franz Müntefering. Almanya’da, halkla alay eder gibi Federal Çalışma Bakanı da yapılan ve aynı zamanda Başbakan Yardımcısı olan Müntefering, bu yükü daha fazla taşımayacağını ilan etmiş oldu. Ailevi nedenleri varmış. Kuşkusuz öyledir. Ama biz hep “nereden baktığımıza bağlı” da dedik. Çok söyledik. Franz Müntefering gibi Almanya’da emeğini kiralayarak yaşayan milyonların baş belası düzenlemeleri, yani sosyal devleti lime lime eden “reformları” taşıyan bir “Çalışma Bakanı”nın görevden çekilmek zorunda kalması, birçok şeyin göstergesidir. Ama Müntefering’in temsil ettiği ve çalışanların sosyal haklarını budayarak toplumsal sorunların çözülebileceğine inanan zihniyetin, SPD içinde sonunun gelmediği de kesindir. O gider, yerine yenileri gelir. ??? SPD, Franz Müntefering gibi az rastlanır bir parti askeri eliyle büyük bir senaryoyu uygulamaya koydu. Almanya’nın çalışanları, en büyük darbeleri bu tür sosyal demokratların iktidarı sayesinde aldılar. Tıpkı, başka ülkelerde, bu arada Türkiye’de de sahnelendiği gibi: İki dürüst ve sosyal demokrat politikacı, Bülent Ecevit ve Erdal İnönü, Türkiye’nin dibe vurmasını sağlayan koşullarda devleti yönetmediler mi? Tesadüf değil, bir “zaruret” sanki. Öyledir: Kestaneleri birinin ateşten alması gerekiyor ve bu da, nedense, hep halkın fazla tepki göstermeyeceği “sol” isimlerden çıkıyor. Güvenlik ve toplumsal barış bu sayede tehlikeye düşmüyor. Toplumların, neoliberal saldırı çağında, ağır bir güvenlik sorunu yaşadığı açık. Neden yaşamasınlar ki? Devlet sürekli küçülerek ve küçültülerek, emeğiyle yaşayan milyonların son kazanımlarını da tırtıklanmış oluyor. 30 yılı aşkın bir süredir çığlık çığlığa yapılan “devletin küçültülmesi” çağrıları, faşizmlerin yanlış yorumlanmasından nasibini almış bir yanılsamanın sonucudur. Bu yönetenler çok “tilki” gerçekten de: Emeğin üzerindeki demir balyoz ve çelik ökçe olarak tanımlanması gereken faşizmi bile yıkıp yeniden tanımlayarak sahneye sürebiliyorlar. Neoliberal çağın temel sloganı malum: Devlet küçülsün, o zaman baskısı da azalır. İyi. İyi de devletin baskısı kimin üzerinde? Genç müzisyen Ulaş Özdemir, araştırmaları ve icrasıyla geleneği bugünlere taşıyor C Emekli Çırak Eğer etnik bir tanıma sıkıştırırsanız elbette hangi etnik grup devlete sahip çıkıyorsa, o etnik grubun dışındakiler, baskıya da “mazhar” olacaktır. Peki, ya devleti etnik bir kan bağı dışında tanımlarsak? O zaman işler karışıyor. Şöyle veya böyle, devletin küçültülmesi, modern gericiliğin (Güray Öz’ün deyişiyle “parıltılı ortaçağ”ın) pek özgürlükçü bir yutturmacasıdır. Devletin topluma karşı görevleri olduğunu, halkın yaşamını sosyal haklarla güvence altına alınmasından önemli rolü bulunduğunu unutturmaya çalışıyorlar. Bunun çeşitli sonuçları var. Bunun çok acı sonuçları var. ??? Devletin küçültülmesinin, halkın veya toplumun özgürlük alanlarının büyümesi anlamına gelmediğini, sadece sermaye gücü olanın önündeki sınırların kaldırıldığını geç de olsa öğrenmiş olduk. Anlatılan, sosyal devletin parça parça edilip çalışan sınıfların tüm kazanımlarının geri alınmasıydı. Sosyal devlet didikleniyor ve parçalara ayrılarak kazanımlar geri alınıyordu. Bu da toplumda güvenlik arayışını kışkırttı ve “koruyucu devlet” duygusu daha bir kabardı. Toplumda koruyucu bir devlet talebi patlama gösterirken, bu koruyuculuğun sosyal hakların genişletilmesi anlamı taşımadığını özellikle yaymaya çalışıyorlar. Devlet kamu yaşamından özel sermaye lehine çekiliyor; bu ise insanlığın barbarlığa esir olması (“sürekli ve olağanlaştırılmış faşizm”) demektir. İş oraya varır. Bugün, bir mafya tetikçileri güruhuna dönüştürülen küçük küçük etnik devletlerin koruyuculuğu, haraç toplayan tetikçilerin koruyuculuğundan farklı değildir. Dedik ya, “parıltılı ortaçağ” veya postmodern feodalizm... ??? Büyücünün çırağı gibiler. Sağın yapması gereken işleri, toplumsal bir kargaşa çıkmaması için üstlenen sözde sol hükümetler, büyücünün çırağına benziyorlar. Çağırdığı “ruhları” bir daha geri gönderemeyen, çünkü sihirli sözcüğü unutan zavallı çırak ya da oynamak için sıkıp durduğu tüpten çıkan diş macununu tekrar geri dolduramayan çocuklar gibi... Sosyal adalet, güvenlik, eşitsizlikle mücadele ve yarın korkusu, işte bu açığa çıkan ruhlardır. Ya da toplumsal talepler. Şimdi bunlar ne olacak? Toplumlar küçülen devletler çağında bu devletlerin altından kalkamayacağı talepleri dillendirmeye başladı. Franz Müntefering biraz da bu korkunun ifadesi ve sonucudur. Oysa, devleti küçültmek değil, tersine, halkın çıkarları için büyütmek gerekiyor: Kamusal alanı büyütenler, özel sermayenin dinci barbarlığına da set çekebilirler. Solcu Franz Müntefering, bu ülkenin emekçilerine solculuk adına çok ağır darbeler indirebilmiş bir dönem markasıdır. Herhalde seveni de çoktur. 7 ‘Ozanlara hizmet borcum var’ Hatice TUNCER opüler dünyanın çok uzağında, ama geleneksel müzikleri takip edenlerin tanıdığı, yaşamını müzik üzerine kurmuş bir genç Ulaş Özdemir. Yayımladığı albümlerle Türkiye’nin müzik kültürüne önemli katkılarda bulunan Kalan Müzik’in yapım sorumlusu ve yapımcı olarak işin mutfağında çalışan Ulaş Özdemir, bir yandan da etnomüzikoloji dalında master tezi hazırlıyor. Dertli Divani ile “Hasbihâl” projesinde yer alan Ulaş Özdemir, derlemelerini albümlerde toplarken cem törenlerinde de zakirlik yapıyor. Kalan Müzik’in albümlerini yayımladığı sanatçıları için görüştüğümüz Ulaş Özdemir’in farklı yönlerini fark edip bu genç araştırmacı ve müzik tutkununun mutfağına girdik. G P K MARAŞ’IN KÖYLERİ Ulaş Özdemir’in bugünkü ilgi alanlarının, çalışmalarının kaynağı, Maraş’ta geçirdiği çocukluk ve gençlik yıllarından, aile ortamından geliyor. Maraş’ta mimarlık yapan babası Abdullah Özdemir, müzikle ilişkisini hiç kesmemiş, kavalını, bağlamasını elinden düşürmemiş. Köyden köye dedeleri, kaynak kişileri ziyaret ederken oğlunu da birlikte götürürmüş: “Babamla bir köye, bir ustanın yanına gittiğimde oradan bir şey derlemek amacından çok, öğrenmek isteği içindeydim, ama kayıt aletimiz hep vardı. Ortaokullise yıllarında çok daha meraklıydım. Alevi müziği, ozanlar, âşıklar hayatımızın bir parçası, hayatımızın kendisi aslında. Babam köyle bağını kopartmadı ve gıdasını oradan alıyor. Ben çocukken bizim eve Vedat Türkali’den Fikret Otyam’a kültür adamları, ozanlar, âşıklar gelir giderdi. Fikret Otyam manevi babam gibidir. Onlardan edindiğim birikim içinde yoğrulmak, beni zenginleştirdi.” alan Müzik’in yapım sorumlusu ve yapımcısı Ulaş Özdemir için müzik yalnızca bir iş değil, yaşamın kendisi. Kalan Müzik’teki görevinin yanı sıra etnomüzikoloji dalında master hazırlıyor, türküleri dilden dile dolaşan, adı fazla bilinmeyen Âşık Mücrimi’nin yaşamını kaleme alıyor ve derlemeler yapıyor, bağlamasını da elinden düşürmüyor. (Fotoğraf: UĞUR DEMİR) EHLİ HAK TANBURU Üniversite eğitimi için İstanbul’a gelen Ulaş Özdemir, bağlama çalmasının yanı sıra Maraş’tayken başladığı Ekpsres gazetesindeki müzik yazılarını sürdürdü. Daha sonra Roll dergisindeki yazıları ve röportajları, müziğin ustalarına biraz daha yakınlaşma fırsatı verdi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni üçüncü sınıftayken bırakarak Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Etnomüzikoloji programında okumayı tercih etti: “Etnomüzikoloji, tam benim istediğim gibi, müzikkültür ilişkisini araştıran bir alan. Şu anda Ehli Hak tanburu üzerine master tezi hazırlıyorum. Sadece müzikal olarak bir enstrümana yaklaşmaktan çok, kimliğini, o toplum üzerindeki yerini inceliyorum. Doktora tezimde de Ehli Hak ve Alevi cemleri üzerine karşılaştırmalı bir çalışma yapmak istiyorum.” tık’ın teklifi üzerine 1997 yılında yapım sorumlusu ve yapımcı olarak çalışmaya başladı. Fethiyeli Ramazan Güngör’ün albümü, Kalan’daki ilk çalışması oldu: “Hayatımı yönlendiren şey, sadece çalmak, derlemek, yazmak değil, müziğin kendisi, prodüksiyonu, her şeyi beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Kitapçığıyla, yazısıyla, stüdyo aşamasıyla hepsi müziğin bir parçası.” SİNEMİLLİ DEYİŞLERİ Ulaş Özdemir’in Maraş Sinemilli Ocağı’ndan kendi derlediği deyişlerinden örnekler sunduğu “Ummanda” albümü 1998 yılında yayımlandı. Albümde Sinemilli Ocağı’nın deyişlerini kendi sesi ve sazıyla yorumlamasının yanı sıra kaynak kişilerle, dedelerle, âşıklarla yaptığı özgün kayıtlara da yer veriyor: “Ummanda, belirli bir alanda deyişle HASAN SALTIK’IN TEKLİFİ İstanbul’a yerleştiği günlerden itibaren Kalan Müzik’e gidip gelen Ulaş Özdemir, şirketin sahibi Hasan Sal ri ele alması açısından kendi türünde ilk albümdür denebilir. Sinemilli hem bir Alevi ocağı hem de aşireti olması açısından farklıdır ve bu ocak bir kaynaktır. Birçok ünlü sanatçının albüm ve konserlerinde bu ocağın dedelerinin, âşıklarının eserleri önemli bir yer tutar. Albüm kapağına ‘Bugüne kadar kendilerinden pek çok deyiş derlenen, fakat isimleri anılmayan Sinemilli dedelerine adanmıştır’ diye yazarak bu dedelere vefa borcumu anlatmak istedim. Mümkün olduğu kadar çok bilgi ve fotoğraf koydum. O karelerdeki dedelerin hiçbiri artık hayatta değil..” Özdemir, Ummanda’nın devamı niteliğindeki ikinci albümünün son hazırlıklarını tamamlamak üzere. Maraş temel olmak üzere derlediği deyişleri, sadece dede sazı ve ruzba ile çalıp söyleyen Özdemir, bu değerlere yaşıtlarının ve yeni kuşakların dikka tini çekmek istiyor: “Alevi müziğini eski sazlarla çalıyorum, çünkü insanların bu tınılara rastlama şansı fazla yok. Bağlama çok büyük bir yapısal değişikliğe uğradı ve çalma tekniği ve tavrı değişti ve çok güzel çalan ustalar var. Ama Alevi müziğinin eskilerdeki gibi dede sazıyla da dinlenmesini, bu tınıların unutulmamasını istiyorum. Bugüne kadar verdiğim yüzlerce konsere geleneksel dede sazıyla çıktım. Bunu boynumun borcu olarak görüyorum. Ramazan Güngör’ün çaldığı cura ile Nesimi Çimen’in çaldığı curanın tınısı farklıydı. Bu insanlarla birlikte bu sazlar da ölmemeli. Bir gencin bunları yaşlı birinden ya da benden dinlemesi arasında fark var. Yaşıtından dinlemek onları daha çok heyecanlandırıyor, gelip bu sazı nereden bulabileceklerini soruyorlar. Bu müziğin, bu muhabbetin, bu coşkunun sürdüğünü göstermek istiyorum.” D ertli Divani, Kalan Müzik tarafından 2005 yılında yayımlanan “Hasbihâl” albümünde genç müzisyenlerle çalışmayı tercih edince Ulaş Özdemir de hayranlıkla izlediği ustanın albümünün genel yönetmenliğini üstlenme fırsatı buldu. Albümde birlikte çalışan Özdemir, Hüseyin ve Ali Rıza Albayrak kardeşler, Dertli Divani ile Avrupa ve Türkiye’de birçok konserde sahne aldı.Hasbihâl’i oluşturan ekipte zaman ‘Hasbihâl’ zaman Mustafa Kılçık, Feyzullah Ürer, Emre Gültekin de yer alıyor. Albümün hazırlanması ve sonraki süreçle birlikte Hasbihâl, bir müzik ekibi gibi şekillendi: “Hasbihâl’i konser vermekten çok muhabbet, insanlarla kaynaşma anlayışıyla yapıyoruz. Bulunduğumuz şehirde, yörede konserlerden cemevlerine, muhabbet ortamlarına gidiyoruz. Biz profesyonel bir topluluk olarak kurulmadık. Bu müziği insanlarla mümkün olduğu kadar paylaşmaya çalışıyoruz. Bir yandan Divani Baba gibi âşıkların, ozanların deyişlerini okuyoruz, bir yandan cemlere giderek semahlar, duaz, miraçlama, tevhit gibi Alevi müziğinin temel eserlerini okuyoruz. Cemleri Divani Baba yönetirken biz de yanında zakirlik yapıyoruz.” FİLM MÜZİKLERİ Kalan Müzik’teki işlerinin yanı sıra belgesel, sinema ve dizi filmlere müzik yapan Özdemir, 2001 yılında Barış Pirhasan’ın yönetmenliğini yaptığı “O da Beni Seviyor” filminin müziklerini Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesindeki Mare Nostrum topluluğu ile birlikte hazırladı. cutsay?gmx.net Gere’e ‘insanlık’ ödülü Çeviri Servisi Hollywood’un deneyimli ve yakışıklı ismi Richard Gere, insanlık adına yaptığı çalışmalar nedeniyle 2007 Marion Anderson Ödülü’nün sahibi oldu. Philadelphia kenti belediyesinin, ABD’de, adını duyurduğu 1930’larda ırk ayrımcılığıyla karşı karşıya kalan siyahi opera sanatçısının adına verdiği ödülü alan Gere, “Bunu hak edecek bir şey yaptığımdan emin değilim, ama böyle prestijli bir ödülü almak beni çok mutlu etti” dedi. Ünlü sanatçı, kentin ünlü Kimmel Merkezi’nde düzenlenen törende kendisine verilen 100 bin dolarlık (yaklaşık 121 bin YTL) para ödülünü “küresel meseleler” için kullanacağını açıkladı. 1978’den beri Tibet’in bağımsızlığı için yürütülen kampanyanın öncülerinden olan Gere, kendi adını vererek kurduğu dernekte AIDS hastaları için çalışmalar yapıyor ve çok sayıda başka yardım kuruluşuna katkıda bulunuyor. (Fotoğraf: AP) laş Özdemir, Ehli Hak inancına ilişkin araştırmalar yaparken İranlı tanbur ustası Ali Akbar Moradi ile bağlantı kurmuş ve uzun süre yazışarak dost olmuşlar. Ehli Hak inancına bağlı olan Moradi’nin daveti üzerine Kirmanşah’taki köyüne giden Özdemir, kendisini hiç yabancı hissetmemiş: “Bizim Pazarcık gibi bir yerdi. Ortak bildiğimiz dil olmamasına rağmen oğullarıyla arkadaş olduk, ben de oğlu gibiydim. Ehli Hak inancıyla Alevilik arasında birçok ortak yön var. İnsana, Tanrı’ya bakış açısı, cem olma gibi inanç ve ibadetleri bizdeki gibi. Hacı Bektaş Veli’nin onlar için de pir olduğunu gördüm. Moradi tanburunu, ben bağlamamı elimize alıp birlikte çaldık, söyledik, muhabbet ettik. Birlikte çaldığımız ne Ehli Hak müziği ne de Alevi müziğiydi. Ben çalıyorum, Moradi cevap veriyor, birlikte devam ediyoruz... Birlikte çala çala o kadar güzel bir dostluk doğdu ki o ne çalsa ben adeta leb demeden leblebiyi anlıyorum.” Ulaş Özdemir ve Ali Akbar Moradi, 2004 yılında İstanbul’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda verdikleri konserin ardından Erdal Erzincan ve İranlı kemança sanatçısı Kayhan Kalhor’la Avrupa’nın birçok kentinde konser verdiler. Geçen ay İran’a giden Özdemir, Moradi ile birlikte 6 konser verdi. Geçen yıl Hollanda’da U Moradi’yle dostluk verdikleri konserin kayıtları albüm halinde İran’da yayımlanacak olan ikili, albümle birlikte yeni konserlerin planlarını yapıyor. etmiş: “Eserleri çok meşhur, ama kendisine dair derlenmiş hiçbir bilgi yoktu. On yıldır Mücrimi üstüne çalışıyorum. Mücrimi’nin eserlerini derli toplu hale getiren bir çalışma oldu. Belki ileride birileri daha başka bir şeyler katarlar, ama AleviBektaşi edebiyatına kazandırılması gereken çok önemli bir ozandı.” ‘ŞU DİYARI GURBET ELDE’ Ulaş Özdemir’in, 1970 yılında 88 yaşında yitirdiğimiz Âşık Mücrimi’nin şiirleri, hayatı üzerine yaptığı araştırma, önümüzdeki günlerde Pan Yayıncılık tarafından yayımlanacak. “Şu diyarı gurbet elde şen değil gönlüm şen değil”, “Yüce dağ başına kar yağmış”, “Aşkınla perişan oldum”, “Hey erenler hey gaziler” gibi dilden dile dolaşan sayısız eser bırakan Âşık Mücrimi hakkında bugün kadar derli toplu bir çalışma yapılmamış. Özdemir, “Şu Diyarı Gurbet Elde” adını taşıyacak olan kitabı hazırlamak için ailesinden yardım almasının yanı sıra farklı yörelerde Mücrimi’nin eserlerinin izini takip ‘Rıza’ya Fransa’dan ödül Kültür Servisi Yönetmenliğini Tayfun Pirselimoğlu’nun yaptığı “Rıza” adlı film, 29. Montpellier Film Festivali’nde “Eleştirmenler Ödülü”ne değer görüldü. Festivalin gösterim bölümünde, Abdullah Oğuz’un “Mutluluk”, Barış Pirhasan’ın “Ademin Trenleri” ile Sırrı Süreyya Önder ve Muharrem Gülmez’in “Beynelmilel” filmleri de yer alırken yarışan tek Türk filmi ise “Rıza” oldu. Film Türkiye’de 28 Aralık’ta gösterime girecek.