02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Aybike KOCA TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Arş. Masası [email protected] Küreselleşme, sosyal politikasızlığı getiriyor... C S TRATEJİ bunda başarılı olamayan IMF, küresel istikrarsızlığı yok etmek bir yana istikrarsızlığın artmasına katkıda bulundu. Dayatılan daralmacı politikalar sonucu Asya ülkelerinde gelirler azaldı, ithalattaki büyük düşüşler birbirleriyle bütünleşmiş olan ekonomileri felce uğrattı, işsizlik arttı. Sadece Malezya ve Çin Asya Faciası’ndan canlı kurtulmayı başardı. Endonezya’da yoksullara verilen yiyecek ve yakıt sübvansiyonu ile Tayland’daki sağlık harcamaları sübvansiyonunun IMF zoruyla kesilmesi sonucu AIDS gibi hastalıkların arttığı ve başta kızlar olmak üzere çocukların okula gönderilemediği görülünce ülkelerin gözü yavaş yavaş açılmaya başladı. Görüldüğü üzere IMF’ye ve dolayısıyla sömürüye başkaldırı, ancak ağır faturalar ödendikten sonra gerçekleşebildi. Yaklaşık 60 yıldır IMF ile yaşanan kirli ilişki sonucu Türkiye’de bugün nüfusun yüzde 20’si günlük 2 dolarla yaşıyor. Yüzde 10’lara varan büyüme oranları yakalanmasına rağmen istihdam artışının sadece yüzde 2 seviyelerinde gerçekleşmesi büyümenin üretim değil tüketim kalemlerindeki artıştan daha fazla etkilendiğini gösteriyor. Türkiye’nin üretmeden tüketmesine yol açan politikaları destekleyen küresel ellerin sosyal politikasızlığı teşvik ettiği de ortada. Küresel üçlü olarak telaffuz edebileceğimiz IMFDünya BankasıABD Hazinesi karmasının "Washington Uzlaşması" adını verdiği, zenginleri daha zengin yoksulları daha yoksul yapan politikaları artık tüm ülkelerce bilinse de Türkiye hala IMF’ye bağımlı yaşıyor. Artık Türkiye'de millet egemenliği yerine, piyasa egemenliğinin dayatılmak ve sosyal devletin ortadan kaldırılmak istenmesine ses çıkarmak gerekiyor. ek gündeme getirilmese de son dönemlerde tartışılan konuların temelinde ekonomi politikalarında sosyal adaletin var olup olmadığı yatıyor. Küreselleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan ve emperyalizmin maşaları olarak bilinen IMF, Dünya Bankası gibi örgütlerin ülkelere dikte ettiği Yapısal Uyum Programları çerçevesinde sosyal adalet ve eşitlik ihmal edildi ya da daha doğru bir ifadeyle dikkate alınmadı. Bu örgütler için önemli olan tek şey alınan borçların geri ödenmesi oldu ve bu doğrultuda hazırlanan programlarla ülke dışa bağımlı hale getirildi. İş bu örgütlerle kalmadı, devreye AB’nin de girmesiyle çekişme daha heyecan verici bir boyut kazandı. Gün geçtikçe küçültülen Türkiye’de, ekonomik yönden güçsüz kesimleri, işçi, memur gibi bağımlı çalışanları ve özel olarak korunmaya ihtiyaç duyan çocuklar, yaşlılar, eski hükümlüler, gaziler ve göçmenleri korumayı hedef alan sosyal politika sisteminin iyi çalışıp çalışmadığına karar vermek için saydığımız bu kesimlerin durumuna bakmak yeterli olacaktır. Sosyal politikasızlığın bir sonucu olarak Türkiye’de bugün işsizlik oranı ciddi oranda yükseldi. İşçi, memur, esnaf gelirinden memnun değil çünkü büyüme sonucu geliri artan grup zaten yüksek gelire sahipti. Küçük esnaf yok denecek kadar azaldı çünkü onları destekleyen kurum/kuruluşlar bir bir özelleştirildi. Tüm bunlara karşın vatandaş, sivil toplum kuruluşları ve pek çok kurum Türkiye’de yapılmak istenenleri anlamaya başladı. Yani 11 Aralık 2006 tarihinde Erol Manisalı’nın Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı gibi; "İşçi, AB yüzünden işsiz kaldığını; köylü, Batı tekellerinin dayatmalarının kendisini zora soktuğunu artık anladı." P Piyasa egemenliği dayatması IMF ve Dünya Bankası’nın, gelişmekte olan ülkelere, yabancı sermayenin gelmesi için yaptığı öneriler, çok uluslu firmaların daha çok, yerel işgücünün daha az kazanmasına neden oluyor. Yaklaşım, tüm sosyal uygulamaları da dümdüz ediyor. çekilmesinde düşük ücret politikası tek seçenek olarak görülüyor. Halbuki Almanya ve Japonya gibi ülkelerde reel ücretlerdeki nisbi yüksekliğin ihraç ürünlerinin maliyetlerini belirleyen önemli bir faktör olmadığı görüldü. Ticari kapitalizmin yaşandığı 16. ve 17. yüzyıllardan bu yana kat edilen aşama yavaş yavaş terk edildi. Yani bugün pek çok gelişmiş ülke tarafından öne sürülen ve desteklenen iyi yaşam koşulları, güvenli çalışma şartları, ekonomik güvence ve tatmin gibi sosyal şartlar yok sayılıyor. Bugün Türkiye’de vergiler, sigorta primleri ve diğer maliyetlerin yüksek oluşu önemli bir sosyal sorun haline geldi. Buna karşın gelişme, büyüme ve kalkınma aynı doğrultuda ilerlemiyor. Pek çok ülkede ücret dışındaki ödemeler yüksek olmasına karşın, ekonomik ve sosyal gelişmenin daha hızlı gerçekleştiği söylenebilir. SOSYAL POLİTİKASIZLIK POLİTİKASIZLIK Dünya refahının artması, zenginle yoksul arasındaki farkın en aza hatta mümkünse sıfıra indirilmesi ve her yönüyle serbest piyasalar oluşturması gibi özelliklerinden sıkça bahsedilen küreselleşmenin, gelişmekte olan ülkeler açısından ne anlama geldiği pek tartışılmıyor, tartışılsa da dikkate alınmıyor, dikkate alınsa da küresel güçlere karşı bir girişimde bulunulamıyor. Hal böyle olunca "sömürünün" ve gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru başlayan kaynak transferinin ardı arkası kesilmiyor. Bunun yol açtığı sosyal huzursuzluk ise sadece o ülkeyi yıpratıyor/yok ediyor. Gelişmiş ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin kozu haline gelen küreselleşme sonucu gelişmekte olan ülkelerde rekabetin orantısız şekilde artması ve bundan çoğunlukla yerli üreticinin zarar görmesi işgücü maliyetlerinin sorgulanmasına neden oluyor. Büyük işletmelerle rekabet etmeye çalışan küçük sanayici için çözüm, ücretleri düşürmek suretiyle maliyetlerini en aza indirmek oldu. Zamanla ülkeye yabancı sermayenin girişini de özendirdiği için devlet politikası olarak da uygulanan düşük ücret politikası tam da kapitalist sistemin istediği ölçüye gelerek sosyal eşitsizlik ve sosyal adaletsizliğin tartışılmasına yol açtı. Rekabet gücünün artırılmasında yani yabancı sermayenin ülkeye B "Avrupa" her ne kadar sosyal politikasızlık zemini üzerine otursa da çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını koruyan tek uluslararası metin "Avrupa" Sosyal Şartı olarak ifade ediliyor. Şart’ın 27 Eylül 2006’da bazı çekincelerle kabul edilmesi, Türkiye’nin küreselleşme engeline takılmadan sosyal politikasını belirleyebileceğini gösterse de Şart’a koyulan çekincelerin sosyal politika bağlamında ciddi sorumluluklar içeriyor olması, bu konuda bazı şüphelere yol açıyor. 1989 yılında kabul edilmesine karşın 2006’da çekince koyulan 4. maddenin (Adil Ücret Hakkı) 5. bendi ücret kesintilerini içeriyor. Bu fıkraya çekince koyulması hükümete, kafasına göre kesintiye gidebilme hakkı veriyor. Aynı maddenin 1. AĞIMLILIK fıkrasına eskiden olduğu gibi çekince koyulsa da bu bir anlam taşımıyor. Çünkü "çalışanlara ödenecek ücret 1990’lı yılların sonlarına doğru Doğu Asya kendisine ve ailesine iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak ülkelerini kurtarma operasyonlarına girişen ancak ücret olmalıdır" ibaresini aileyi de kapsadığı için kabul etmemek, 1948 Türkiye’nin en önemli tarihli İnsan Hakları Evrensel sorunlarından biri de Beyannamesi’nin 23. maddesinin 3. işsizlik... fıkrasına aykırılık içeriyor. 1989’da Türk işçilerin, bulundukları ülkelerdeki mevzuattan kaynaklanan sosyal hakları elde etmelerini sağlamak için onaylanan Avrupa Sosyal Şartı’nı 2006 itibariyle en geniş şekliyle kabul eden tek ülke Türkiye olmasına karşın, örgütlenme ve toplu pazarlık haklarını içeren maddelere hukuki ya da siyasi nedenlerle koyulan çekince, sosyal hükümlerin ne olması gerektiği konusunu tartışmaya açtı. Sendika kurma özgürlüğü, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı, çocuk istihdamı için asgari yaş, istihdamda cinsiyet ayrımı ve zorla çalıştırma olarak özetlenebilecek sosyal hükümlerden birinin bile eksik olması o ülkedeki sosyal politika önlemlerinin sağlam olmaması anlamına geliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle