18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 Prof. Dr. Necdet ADABAĞ Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi spanya’ya ilk gidişimdi. Gerçekten uzak mı kalmıştı. Ya da uzak bir komşumuz olduğu için mi gidememiştim. Akdeniz çanağında yer alan bir ülke olarak, dahası, çok yakından tanıdığımı sandığım İtalyanların amca çocukları olarak İspanyolları ülkelerinde görmek ve tanımak ayrı bir keyif verecekti bana. İspanyollarla ilgili ilk izlenimimi daha uçaktayken aldım. İspanyollar tek başlarına çok kibar, saygın ve saygılı kişiler. Bir araya gelince coştukça coşuyorlardı. Biz de öyle değil miyiz? Ya da İtalyanlar? Akdeniz’in havasından suyundan olacak... İspanyollarda bir de Okyanus var. Madrid, Bask ve Bilbao’dan izlenimler… C S TRATEJİ marşından, birliğinden, beraberliğinden ödün vermek isteyen yok. AB bağlamında demokratik haklarını sağlamış; özgürlükler konusunda inançlı; geleceklerinden güvenli olan insanlar. İspanya’da renkler çok hoşuma gitti. Çok cavcavlı renkler değil, pastel renkler ağırlıkta. Alçakgönüllü ama iddialı. Aslında para harcamayı seven bir toplum. Bana yirmi yıl önceki İtalyanları anımsattılar. İtalya’da bana göre bir durgunluk var. İtalyan restoranlarını, kafelerini dolduranların daha çok turistler olduğunu söylesem, yanlış bir şey söylemiş olmam, sanırım. Oysa İspanya’da İspanyollar. AB biraz İtalya’yı vurdu sanki, İspanya’yı tam tersi kalkındırdı. İspanyollar da yatırımlar konusunda akıllı yatırım yapmışlar. İspanyol kentleri çok soluklu. Dipdibe değil yapılar. Vitoria’dan Bilbao’ya gidiyoruz. Bilbao, Okyanus’un kıyısında bir inci. Işıl ışıl akşamları; canlı mı canlı sokakları; düzgün yapıları. Küçük sayılabilecek bir kent ama sanayisi bol. İspanya’nın toplam nüfusu 40 milyon. Bilbao etkileyici. Bask bölgesindeyiz ama herkes kafelerde, sokaklarda, meydanlarda İspanyolca konuşuyor. Bilbao’nun en gözde ziyaret merkezlerinden biri önünde saksı çiçeklerle süslenmiş ve her mevsim ayrı çiçeklerle bezeli koca bir köpek heykelinin bulunduğu Guggenheim Vakfı Müzesi. Dışarıdan bakınca çok etkileyici. Bir gemiyi andırıyor. Üstü balık sırtı gibi pul pul. Mimarı, Frank Gery, öyle bir tasarım yapmış ki müze, denizin bir kuyruğunun kenarına iliştirilmiş ve sanki denizde yüzen bir gemiyi andırıyor. İçine girince modern resim ve yontudan oluşan malzeme bana pek doyurucu gelmedi. Venedik Guggenheim çok albenili oysa. Venedik’teki Avrupa’nın en tanınmış modern sanat koleksiyonlarından biri. Kimler yok ki De Chirico, Picasso, Salvador Dali, Henry Moore, Alberto Giacometti, Marino Marini. Oysa Bilbao’dakinden aklımda kalan resimler arasında çok canlı renkler ve çok belirgin hatlarla çizilmiş, koca koca kafalı insan figürleriyle süslenmiş Çinli ressamların yaptıkları tablolar var. Ve bir de burun kısmı uzun gagalı bir kuş başından oluşmuş savaş uçağı yontusu dikkatimi çekti. Uzun uzun önünde durdum. İ MADRİD’DEN İZLENİMLER Madrid havaalanına indiğimde havaalanının yepyeni olduğunu anladım. Beni karşılamaya gelen rehberim Çağla bunu doğruladı. Labirent gibi bir yer. Döndükçe dönüyorsunuz. O sabah buraya gelmek için uçağa bindiğim Ankara havalimanı gözümün önüne geldi. O da yeni yapılmıştı ama çok rahattı. Gidişi de dönüşü de... İspanyollar, sanırım, para harcayacak yer aramışlar! Dahası, eski havaalanını da kullanıyorlarmış. Torpilli ülkelerin uçakları, örneğin, Almanya gibi, oraya iniyormuş. Oysa küçük bir başkent için bu denli büyük bir havaalanına gerek var mıydı? Belki de geleceği düşünmüşlerdir. Ya da turist sayısını. Avrupa’nın en çok turist alan ülkelerinden biri olduğu düşünülecek olursa... Oysa gözüme İtalya’daki gibi yollara bile taşmış tarihsel ve sanatsal yapılar ilişmedi Madrid sokaklarını arşınlarken. Roma’da her adımda bir süslü meydan ya da bezeli kemerler; köşe başlarına kondurulmuş sanatsal yapıdaki kiliseler ya da başka yapılar. Madrid’de de vardır kuşkusuz ama Opera binası modern bir binaydı. Oysa İtalya, Scala Operası gibi bir opera binasını bağrında taşıyor. Ne ki, yollar gene temiz ve düzenli, çiçekli; binalar taş yapılar tertemiz ve her taraftan esenlik akıyor. İspanya varsıl bir ülke. Bilindiği gibi tarihe dayanan bir varsıllığı da var. Kristof Kolomb’u Amerika’ya yollayan onlar değiller miydi? Yeni ticaret yollarıyla dünyanın içeriği değişti. Şimdiki varsıllıkları AB’ye dayalı bir varsıllık. AB üyesi ülkelerin yurttaşları tatil yapmak için İspanya’yı yeğliyorlar ama yalnız İspanya’yı değil, Akdeniz’e kapısı olan öteki ülkeleri de. İspanyollar yirmi yıl çok iyi çalıştıklarını söylüyorlar. Bu sürecin başlangıç tarihi AB’ye giriş tarihleriyle Uzak komşu İspanya örtüşüyor. Daha çok şey yapacaklarına ben inanıyorum. 2008 Saragoza EXPO fuarı daha farklı atılımlar sağlayacaktır ülkenin ekonomisine ve toplumsal yaşamına. 2015 de bizim için önemli. İzmir’in rakibi Milano. Akdeniz’e kıyıdaş olmasının yanı sıra İspanya ile Türkiye AB açısından da kısmen benzer özellikleri taşıyor. Bir dönem AB içinde İspanyollar için de ‘Hıristiyan Araplar’ benzetmesi yapılmış… BASK VE ETA Gideceğimiz yer Madrid’den dört saat kuzeyde Bask bölgesinin başkenti Vitoria idi. İspanyollar "Türk Günü" düzenlemişlerdi. Ben oldum olası eski taş binalara hayranlık duyarım. Kemerli yollar, kemer altındaki süslü dükkanlar dikkatimi çekmiştir. Her yer mimarisiyle İtalya’yı anımsatıyordu. Hemen o sıcaklığı duyumsadım. Revaklı bir meydana geldik. Karşımızda balkonlu bir bina duruyordu. Belediye binası olduğunu söyledi. Revakın üstünde iki kat yükselen taş bir binaydı. Binanın bu albenisi değildi benim dikkatimi çeken; balkonda asılı duran ve üzerinde ETA NO/ETA EZ İspanyolca ve Baskça yazılı panoydu. Kentin değişik yerlerinde rastlayacağınız bu pano, Bask halkının ETA örgütüne ne kadar uzak durduğunun resmi belgesiydi. Bask bölgesi özerk bir bölge. Ama çok varsıl. İspanya’nın yüreği orada atıyor. Çoğu şeyi yanlış tanıdığımız ya da yanlış tanıtıldığı için Bask bölgesinin idari özerkliğinden kalkarak ayrımcılığına dikkat çekenler olmuştu. Ayrılık isteyen ETA örgütü; halkın buna tepkisi ortada; kiminle konuşsak İspanya diyor başka bir şey demiyor. Ulusal bütünlüğünden, parasından, pulundan, ulusal FRANCO VE İSPANYA Ben buradayım ve kendi keyfime göre güzel sanatların çekiciliğine kapılmış, geminin pullarına dokunarak acaba balık hissi veriyor mu diye denetleyerek müzenin içinde, dışında geziniyorum. Oysa acı içindeki Iraklı çocuklar, işgalci güçlerin, kuş gagalı uçakların değil, savaş uçaklarının yerle bir ettiği yollarda, tarlalarda aç ve sefil, yalnızlıkları içinde ölüyorlar. Yalnız Irak’ta değil... Bugün, bu acının, bu yoksulluğun ve yoksunluğun sorumlusu olarak görülen Saddam asıldı. Acı bitti mi? Çocuklar karınları tok okullarına dönebildiler mi? Kendi istençleri doğrultusunda Irak’ın geleceğini kurabilecekler mi? Peki ya Pinochet, niçin asılmadı ki? İspanya İç Savaşı’nın baş sorumlusu ve İspanya’yı kırk yıl baskıyla yöneten Franco da asılmadı. Hiçbir yerde Franco’nun yontusuna rastlamadım. Franco’dan söz edildiğini de duymadım. Ama ülkesi için çok çalıştığı biliniyordu. Keşke Saddam da Franco kadar ülkesi için çalışmış olsaydı. Otuz yılı aşkın bir zaman süreci içinde zengin petrol yataklarına karşın ülkesini cehaletten ve yoksulluktan kurtaramamış bir diktatör olarak sessiz, sedasız sabahın karanlığında celladın ipine itiraz etmeden boynunu uzatarak ölümü sanki kabullenmişti. Çok merak ediyorum, son sözü ne oldu acaba? Yaşasın Irak mı? Bir ülkeyi yaşatmak, yaşatmamak liderinin elinde değil mi acaba? Bir resim, bir yontu insanı nerelere alıp götürebiliyor! Sanatın çağrıştırıcı gücü bu değil mi,yoksa? Cemal Nadir’in 1930’lu yıllardaki karikatürlerinin çağrıştırdıkları bizi İspanya İç Savaşı’na götürdü. Prof Carmen Uriarte, Vitoria Zapatero
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle