Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bisküvi sanayi nasıl "biscocotus" olur!.. İbrahim YETKİN Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı imalathanelerin sayısı artıyor; sonra otomatik zincirli fırınlar getiriliyor. İmalathaneler, giderek fabrikaya benzemeye başlıyor. *** Şimdi burada, bisküvi sanayiini bir kenara bırakıp, bu sanayiin temelinde yer alan hububat, özellikle de buğday üretiminin son yıllarda nasıl bir seyir izlediğine kısaca göz atalım: Türkiye’nin buğday üretimi, yıllardır 1920 milyon ton arasına sıkışıp kalmış durumda. Kullanılabilir buğday açısından bakıldığında bu rakam 1718 milyon ton civarında bir rakama denk geliyor, ki bu da tüketimimizi ancak karşılıyor. Daha doğrusu "karşılıyordu" demek lazım... Çünkü, uzun yıllar sonra, bu yıl ilk kez üretim tüketimin altına düşecek. B isküvi sözcüğünün kökeni Latince. Biscocotus... Bizdeki "çifte kavrulmuş" gibi bir anlamı var. Anamaddesi tahıl... Yani, bisküviden söz edeceksek, ister istemez tahıldan ve tarımsal sanayiden söz edeceğiz.. Söze başlarken, yıllardır, tarımı sanayinin karşısına koyup, "canım tarımla dünyada kim kalkınmış" diyenlere buradan bir selam gönderelim. Çünkü Türkiye’de tekstilden şekere kadar sanayi diye neye el atsak, karşımıza tarım ürünlerine dayalı sanayi çıkıyor. Buna da şaşmamak lazım: Cumhuriyet, "ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmaz" şiarıyla yola çıkınca "akıl için yol birdir" deyip özkaynakları işleyip değerlendirmekle işe başlıyor. Şimdi ekonominin "saçaklarında", "finans uzmanı" falan geçinen neoekonomistleri (‘televole profesörleri" de deniyor kendilerine) bir kenara bırakalım; geri kalmış bir ülkenin kalkınma sorunuyla uğraşan tüm ciddi ekonomistler, hâlâ özkaynakları işleyip avantajlı konumunu kullanmayan hiçbir ülkenin gerçek bir gelişme gösteremediğini söylemeye devam ediyorlar. *** Türkiye’de şu anda bisküvi fabrikası sayısı (küçükleri saymazsak) 60 civarında. Fabrikaların ülke ölçeğindeki dağılımına bakıldığında, bir gerçek açıkça görülüyor: nerede hububat üretimi, un sanayii gelişmişse, orada hemen bisküvi sanayii de gelişmeye başlıyor. O nedenle, günümüzde 60 fabrikanın yarıdan fazlası İç Anadolu bölgesinde yer alan Konya, Karaman, Eskişehir ve Ankara’da. *** *** Bu yılki düşük rekolte yalnızca kuraklığın sonucu değil... Çiftçiye yıllardır girdiyi pahalı verip, ürünü ucuza alarak uygulanan "kan alma" operasyonunun sonucu... Bu operasyonu uygulayanlar, sonunda hastayı ayakta duramaz hale getirmeyi başardılar. *** Bu arada, yıllardır "Çiftçinin kara gün dostu" bildiğimiz TMO’nun depoları da boş... Neden mi?.. "Nasıl olsa sıkışırsak dışarıdan alırız" felsefesini savunanlar geçen yıl alımı bir önceki yılın yarısına düşürdüler de ondan... Hububatın dörtte biri hasat edildi, ama TMO’ya gelen buğday yok denecek kadar az. Bunun nedeni de, "âlayı vâlâ" ile "seçim yatırımı" niyetine "enflasyonun üzerinde" diye ilan edilen buğday fiyatının "gerçekçi" olmayışı. Buğday, bir kaç ay sonra fiyatların hangi seviyeye geleceğini tahmin eden birilerinin elinde toplanıyor; ama "piyasayı düzenlemekle görevli" TMO’ya gitmiyor. Bunun ardı ithalat... Onun da ardı çöküş! *** Söze böyle girince, doğal olarak ilk bisküvi imalathanesinin ne zaman kurulduğuna bir bakmak gerekiyor... Beklendiği gibi tarih: 1924. Tabii fabrika değil de imalathane deyişimizin nedeni var: İlk imalathane, bir küçük fırın ve bir kaç el kalıbıyla başlıyor işe... O yıllar, Türkiye’nin ekmeğini "muhannet"e muhtaç olmadan temin etmeye çalıştığı yıllar... Yıllardır ezilen, horlanan köylü, "milletin efendisi" ilan ediliyor; aşar kaldırılıyor, küçük üretici kooperatiflerde örgütlenmeye çalışılıyor. Cephe savaşında olduğu gibi bu savaşta da en ön safta olan ve arkadan gelenlere bir örnek oluşturan "Gazi Kemal", Ankara’da, Yalova’da, Taşucu’nda sonradan millete bağışlayacağı modern çiftlikler, kooperatifler kuruyor. Bu hamleyi, ilk şeker, mensucat, un, bisküvi fabrikalarının kurulması izliyor. Bu arada, dünyada önce büyük bir ekonomik kriz, ardından büyük savaş patlak veriyor. Ama gelişme ağır adımlarla da olsa devam ediyor: Önce Peki bu fabrikaların üretim hacmi nasıl? 1990’da 260 bin ton üretim var. 2000 yılında 420 bin ton, 2005 yılında 580 bin ton... Hububat üretimi, un sanayiini; un sanayii, bisküvi sanayiini; bisküvi sanayii, şekerleme sanayiini tetikliyor. Üretim hacmi genişleyince, ihracat gündeme geliyor. Bisküvi sanayii, 2000’li yılların başlarına geldiğimizde, un ve unlu mamuller sektörü içinde en çok ihracat yapan alt sektörlerden biri... İhracat yaptığımız pazarlara baktığımızda, Suudi Arabistan, Irak, Almanya, Arnavutluk, Makedonya, KKTC, İsrail, Senegal gibi ülkelerin başı çektiğini görüyoruz. Yani ağırlık, Ortadoğu ve Balkanlar’da... Son yıllarda, Uzakdoğu pazarına da hızlı bir giriş yaptığımız ve bu ülkelere yapılan ihracatın hızla arttığı görülüyor. *** Peki, bu arada, hububat üretimimizin gelişmesiyle gönenen bisküvi sanayiimiz, bir süre sonra ithal şeker, ithal un, ithal yakıtla üretim yapmak zorunda kalırsa, dünya piyasasındaki rakipleri ile nasıl rekabet edebilecek? Onu yaşayıp göreceğiz, ama "yaşamadan görmek" isteyenler için biz yine de söyleyelim: İşler böyle devam ederse, bir süre sonra yalnız bisküvi sanayiimiz değil tüm gıda sanayiimiz, "biscocotus", yani "çifte kavrulmuş" hale gelecek! 18