02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kaçırılmaması gereken bir yönelim: Kent tarımı Sanayileşme ve doğanın kâr amaçlı savurganca kullanımı, yeryüzünü yaşanabilirlikten uzaklaştırıyor. Osman NAMDAR (Veteriner Hekim) D ünyanın hızla artan nüfusu ve insansoyunun doğa üzerindeki baskısı sonucu dünyamız yokoluşa doğru sürüklenmekte; kentleşmenin getirdiği sorunlar hızla artmakta, kent kıyılarında varoşları yoksullar doldurmakta, genleşen kentler de kırsala doğru yayılmaktadır. Yeryüzünde kentlerin genleşmesi, kullanılabilir tarım alanlarını bir yandan azaltırken, diğer yandan da yeşil alanları tehdit eder duruma gelmiştir. Kentleşme ve nüfus artışı ile yeryüzünde tarım alanları ve yeşil alanların azalması ters orantılı bir seyir izlemektedir. Bunların yanında doğal yıkımlar, savaşlar yada büyük sıkıntılar kentleri, ülkeleri kısaca her yerdeki insanı tehdit eder duruma gelmiştir. (Ankara ya da İstanbul’a bir hafta süreyle gıda iletiminin kesildiğini; çokuluslu tohum şirketlerinin bir yıl süreyle ülkemize tohum satışını durdurduğunu kurgulayın. Sonra da ne olabileceğini düşünün! Sadece bir an için.) Sanayileşme ve doğanın kâr amaçlı savurganca kullanımı, yeryüzünü yaşanabilirlikten uzaklaştırmaktadır. Artan sera gazlarının etkisi ile küresel ısınma başlamış, erozyon önlenemez duruma gelmiş, kullanılabilir su kaynakları tükenmeye yüz tutmuştur. Tüm bu süreçler içinde insansoyu, gıdanın stratejik önemini daha çok anımsamaya başlamış, ciddi (!) ülkeler gıdayı geleceğin birincil gereksinimi olarak görmektedir. İşte bu yüzden gözardı edilmemesi gereken küçük yeşil alanlar ya da kentiçi tarımsal üretim şimdiden çalışmaları yapılması gereken bir olgudur. Daha geniş tutarsak buna kent tarımı (urban agriculture) diyebiliriz. Kentlerde ve çevresinde yaşayan insanların, kendi beslenme ihtiyaçlarını karşılamak ya da ek gelir elde etmek gibi ekonomik yaklaşımlarla piyasaya dönük gıda üretimi yapmak için çevrelerinde yer alan sınırlı miktardaki toprak, su, atıklar gibi kaynakları çevreyle uyumlu biçimde kullanmak suretiyle tarımsal aktivitelerde bulunması, Kent Tarımı diye tanımlanmaktadır. Kent Tarımı tanımından da anlaşılacağı üzere, ekonomik, sosyal ve çevresel açıdan pozitif etkileri olan bir olgudur. Bu sınırlı miktarlardaki alanlar şöyle sıralanabilir: Kent içinde kalmış özel araziler, kamuya ait park ve bahçe ler, çatılar, balkonlar, pencere önleri gibi alanlar, vb. Bu küçük alanlarda birtakım gıdaların üretimi, yukarda değindiğimiz gıdanın stratejik etkilerini göz önünde alırsak, az da olsa gıda güvencesi sağlamakta; gıda maliyetlerinin düşürülmesi ve istihdam yaratması yönünden de ekonomik katkı sağlamaktadırlar. Ayrıca istihdam etkisinin yanında insanların doğayla ilişkilenmesi, kentiçi yeşil alanların artması, gübre ve ilaç gibi kimyasal kullanımlarının azalması sonucu iklim ve sağlık (psikolojik, fiziksel) üzerinde olumlu etkileri de vardır. Ayrıca kentlerde doğan ve büyüyen insanların doğayı tanımaları, yaşam döngüsünü, gıda üretim sistemlerini ve çiftçileri anlamaları gibi yararları yanında; enerji tasarrufu, organik atıkların değerlendirilmesi, su kaynakları kirliliğinin ve su tüketiminin azaltılması gibi pozitif çevresel katkıları da gözardı edilemeyecek boyutlardadır. Özetle; beslenme ve sağlık, toprak verimliliğinin sürekliliği, toplum ve doğanın yaşam döngüsü, enerji ve su kaynaklarının korunması ve çevre kirliliğinin azaltılması gibi etkileriyle gelecekte Kent Tarımı kesinlikle önemi artacak bir konudur. Bazılarının ‘Hadi canım sen de!’ dediklerini duyar gibi oluyorum. Bu konuda dünyada çok güzel örnekler var. Bazılarını sıralayalım: Havana’da kent tarımıyla ilgilenen 18.000 kişi 25.000 ton gıdayı hem de organik yöntemlerle üretmektedir. Şanghay’da tüketilen sebzelerin yüzde 50’si, süt ve yumurtanın yüzde 90’nı; Hong Kong’da tüketilen taze sebzelerin yüzde 45’i, kümes hayvanlarının yüzde 68’i, domuzların yüzde 18’i kent ve çevresinden temin edilmektedir. Karaçi’de kent ihtiyacının yüzde 50’si, Katmandu’da sebze tüketiminin yüzde 30’u üretilmektedir. Hanoi’de taze sebzelerin yüzde 80’i, kümes hayvanları ve balıkların yüzde 50’si, yumurtaların yüzde 40’ı kent ve çevresinden elde edilmektedir. Ya bizim kentlerimiz? İstanbul’da yaşanan güzel bir örnek var. Bu çalışmaları için kutlanması gereken insanlar da var bu ülkede (Ulaşılabilir Yaşam Derneğine teşekkürler). Küçük Çekmece’nin Gürpınar Beldesinde uygulanan bir proje var. Yine Surdibi’nde yetiştirilen ürünler taze, çıtır çıtır yer alıyor insanların sofralarında. Ankara Çayının kirlenmeden önceki halini bilenler, çevrede yetişen taze sebzeleri anımsar. Macunköy’ün üstü, Yahyalar’ın altında, Kayaş’ta geçimini tarımdan sağlayan bir sürü insan var. Dahası İzmir’in Karşıyaka’sında bile. Tabii bunların yanında, mücavir alanları 50 km’ye çıkaranların elimizden aldıkları, sarı başaklı buğdayları, güzelim domatesleri, tazecik roka, tere, maydanoz ve yeşil soğanları anımsayanlardanım. Ancak, son yıllarda Ankara’nın Haymana yolu üzeri ve Temelli Beldesine kadar uzanan alanlarda yapılan imar planlarından sonra o değerli tarlalarda yükselen binaları da bilenlerdenim. Giden sadece verimli topraklar değil. ‘Kuşlar da gitti’ tabii. Yalnızca serçeler, kargalar ve arsızca kenti saran güvercinler kaldı. Ya güzelim bitkilerimiz ve gen kaynaklarımız. Sahi, tescillenip dünyaca ünlü bir marka olması gereken Yuva Kavununu anımsayan var mı? Elbette böyle aç gözlülükle saldırabileceğimiz toprakları birileri ucuza kapatırken, Kent Tarımı gibi bir kavramın bu ülkede yerleşmesi, ya da kabullenilmesi çok zor. Anlayış ve kavrayışlarımız çok farklı. Kent yönetimi anlayışımız, kent, tarım, orman, toprak ve doğayla ile ilgili yasal düzenlemelerimiz (Belediye Kanunu, İmar Kanunu, Çevre Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, Mera Kanunu v.b.) tarım alanlarını yani toprağı ‘kamu yararı adı altındaki amaçlarıyla’ talan etmek üzerine kurulu. Konut alanı üretmenin günübirlik kârlılığının peşinde, güzelim tarım alanlarını, ormanları, meraları (hem de en verimlilerinin) konut ve sanayi alanı olarak ilan etmekle –hâlâ belleklerdedir; bir sevimli büyüğümüz, 10 ton patates üretmektense, sanayi tesisleri kurmanın yaralarını anlatmıştı ve talan edilen meralara, hazine arazilerine getirilen aflar ve amaç maddelerinde bulunan ‘Kamu Yararı’ ölçütleriyle toprağın değerini bilmediğimizi kanıtlıyoruz. Oysa 21. yüzyılın gıdanın, dolayısıyla toprağın, genetiğin ve suyun çağı olacağını bile bile, geleceğimizi ateşe atarak, sorumsuzca yaşayıp gidiyoruz. Gün geçtikçe daha çok şey kaybediyoruz, kaybedeceğiz. Betonun yenmediğini anladığımızda iş işten geçmiş olacak. Bu sözünü ettiğimiz alanların kullanımı; organik atıkların değerlendirilmesi, kent sağlığı, rekreasyon alanlarına harcanan paraların tasarrufu, doğal alanların yönetimi, genetik çeşitliliğin korunması, aşırı sömürülmüş yeryüzü varlıklarından kalanların korunması ve devamlılığı, gelecek kuşaklara aktarılması açısından önem taşımaktadır. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, gündemimizde ve diğer alanlardaki sorunların çözümünde kent tarımı kavramı da artık yer almalıdır. Hem de bir an önce. 26
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle