16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kemal varol’dan “ucunda ölüm var” ‘Aşk ve memleket insana neler eder’ Kemal Varol’un yeni romanı “Ucunda Ölüm Var”, aşkının izlerini arayan bir ağıtçı kadının peşinden Tanpınar’ın beş şehrini de içine alarak İslamcısından askerine, gerillasından ülkücüsüne, kendi olamadıkları için başka kimliklere mahkum olan hayatların ucuna değiyor. Varol’la romanını konuştuk. bu yüzden olup bitenlere karşı dilsiz kıldım belki de. Romanda, Ağıtçı Kadın için varsa yoksa aradığı adam. Ama öte tarafta kaynayıp duran, birbirine zinhar benzemeyen ülkenin farklı şehirleri var. Ülkücüsünden İslamcısına, askerinden gerillasına kadar türlü insanlarla karşılaşıyoruz. Gülünecek halimize ağlıyoruz bu ülkede. Bu yüzden bu acı hikâyeleri ironi yardımıyla dengeleme yoluna gittim. SİBEL ORAL [email protected] ğıtçı kadın geleneğinden, senin tarihindeki yeri ve romanda vücut bulmasının öneminden başlayalım istersen... n Ağıtçılığı bir meslek olarak yapanlarla hiç karşılaşmadım. Yaptığım araştırmalarda bir tek Orta Anadolu’da birkaç ağıtçı kaldığını öğrendim. Onlar da artık bunu bir meslek olarak yapmıyorlardı. Ama öte yandan, ben ağıdın güçlü bir yer tuttuğu kültürden geliyorum. Belki bir meslek olarak bunu yapmıyordu ama zihnimi yokladığımda hemen hemen her şey için ağıt yakan bir anne imgesi var hayatımda. Örgü örer ve evi temizlerken bir yandan da mır mır ağıt yakan bir kadın. Bir de Diyarbakır’da bir taziye evinin üst katında oturuyorum yıllardır. Genellikle haftada üç gün açık oluyor bu taziye evi. Bazen bir taziye biter bitmez, bir yenisi kuruluyor. Yıllardır, hemen alt katımdaki taziye evinde yakılan ağıtlar, edilen dualar evimin içinde yankılanıyor. Pencereden aşağıya bakarken duyup gördüklerim beni böyle bir fikre itti belki de. Fakat bir yanıyla benim için yıllardır beklemiş bir kitaptı bu. Ağıtçı Kadın, belki çok silik bir kahraman olarak diğer romanlarımda da var. Galiba bu kadının hikâyesini ta en başından yazmayı planladım. Öte yandan, ağıtçılar sadece ölenin arkasından ağıt yakmaz, aynı zamanda iyi birer hikâye taşıyıcısıdır. Bu yanıyla, benim gibi hikâye anlatmayı seven biri için büyülü bir yanı var. Ama her şeyden önce, galiba en temel derdim bu topraklara son bir kez olsun bir ağıt yakmaktı. n “Herkesin ömrünü hikâye ederken kendi ömrüne bir cümle kuramamış A “Ağıtçı Kadın, çok silik bir kahraman olarak diğer romanlarımda da var. Galiba bu kadının hikâyesini ta en başından yazmayı planladım. Öte yandan, ağıtçılar sadece ağıt yakmaz, aynı zamanda iyi birer hikâye taşıyıcısıdır” diyor Kemal Varol. olan ben” diyor Ağıtçı Kadın. Kendi deyişiyle “Her sabah ölüm kusan memleketin üzerinde bir bulut kümesi gibi gezinip duran acılar”ı taşıyan bu kadın, “İnsan başkasına ağlamaz ki hiç. Yalnızca kendine ağlar. Ama ben kendime de ağlamam” diyor. Romanın ve hikâyelerin peşinden sürükleyen bu kadının hikâyesine seni götüren neydi? n Herkes bir kayıp duygusuyla yaşıyor. Kimi zaman bir insan oluyor bu, kimi zaman bir duygu. Roman kahramanım, elli yıl boyunca bir adamı aramış, türkülerde izini sürmüş, onu başkaları için yaktığı ağıtlara saklamış bir kadın. Bu kahraman üzerinden eksik kalmış, tamamlanmamış, ukde kalmış bir aşk hikâyesi anlatmak istedim. Türkülerde, halk hikâyelerinde, masallarda kalmış, günümüz insanının anlamakta zorlanacağı aşkın izini sürmek istedim. Ama temel derdim keşke sadece aşk olsaydı. Aşk ve memleket insana neler eder, onu anlamaya çalıştım bir bakıma. n Aslında ağladığı kendi de değil, bir türlü bulamadığı adama, Heves Ali’ye ağlıyor Ağıtçı Kadın. Kayıp bir aşkın hikâyesi gibi görünse de bana kalırsa “memleket hikâyeleri”nin hikâyesi var romanda, sen ne dersin? "MEMLEKETİN DOĞASINI ANLAMAYA ÇALIŞTIM” n Bizim gibi ülkelerde yaşayanların kaderidir. Hiçbir zaman saf, katıksız bir hikâye anlatamazsınız. Bir şeyi anlatırken başka bir sürü şeyi daha anlatmak zorunda hissedersiniz kendinizi. Ülkenizde olup bitenler gelip omzunuza çöker her seferinde. Yazarken, daima başka sorunlar da gelip metninize sızar, varlığını belli eder, hatta giderek metninizi ele geçirir. Görünürde bir aşk hikâyesi anlatıyor kitap, haklısın. Ama benim asıl derdim Ağıtçı Kadın’ın aşk hikâyesi üzerinden bu ülkedeki kimi meseleleri metnime taşımaktı. Bir türlü kendi olamayan, olmasına izin verilmeyen, kendisine zorla giydirilen elbise her seferinde bir yerinden pot yapan, giderek bir tür kendi olamama sorunuyla yazgılı, sahtelikle yaşamaya mecbur olan bir memleketin doğasını anlamaya çalıştım belki de. n Haw’da bir cümle vardı: “Doğa taraf tutmaz çünkü. Kendisine sığınanların haklı ya da haksız olduğuna bakmaz.” Ağıtçı Kadın’da da “doğa”nın tavrı var; hiç kimsenin hiçbir sıfatına bakmadan, herkesin yasını tutmaya bir tür taraf tutmazlıkla yaklaşıyor Ağıtçı Kadın. n Bu ülkenin meselelerine eğilirken elimden geldiğince serinkanlı olmaya, anlamaya, peşin peşin yargılamamaya çalışıyorum. Tıpkı doğa gibi taraf tutmamaya çalışıyorum. Kahramanımı n Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü alırken yaptığın konuşmada “Doğrudan anlatmak yerine, hep kıyısından köşesinden anlatmayı, meseleyi dilin içine saklamayı, sembollere sığınmayı” tercih ettiğini söylemiştin. Doğu’nun anlatı geleneğinde doğrudan anlatım yok, ima var. Sembollere ve alegorik anlatıma sığınmak tercih mi yoksa zorunluluk mu? n Zorunluluğum giderek tercihim oldu bir bakıma. Doğrudan anlatmama meselesini aşmak için her seferinde başka bir imkâna sığınmak zorunda kalıyorsunuz. Öyle değil de böyle anlatmak için kıvranıp duruyorum her seferinde. Şüphesiz, bu sorun sadece bana ait değil, her yazar bunun sıkıntısını yaşar. Ama ben ne yaparsam yapayım, ne kadar uzaklaşmak istersem isteyeyim, sonuçta politik dertleri olan biriyim. Dahası, çok önemli bir politik merkezin tam ortasında yaşıyorum. Her gün tanık olduğum görüntüler, anlatmak zorunda olduğum meseleler, yükümlülüklerim var. Ama bu meseleleri en iyi şekilde anlatma yükümlülüğüm de var bir yandan. Kendimi her seferinde başka bir imkânın arkasına gizleme, sözümü doğrudan değil de dolaylı kanallardan söylemek zorundayım. Metnimi bir yanıyla politik bağlılıklarımın tuzaklarından korumak zorundayım. Güç bir şey bu. Romanda anlattığım kahramanlardan biri hariç, hemen hemen hepsi benimle aynı derdi taşıyor. Kendi olamadıkları için başka bir imkâna sığınıyorlar. n Romanda Ağıtçı Kadın Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul’u dolaşıyor. Soracağım soruyu az çok tahmin ediyorsun; Tanpınar’ın Beş Şehir’ine geleceğim ama burada Ankara yok. Ses benzerliğiyle Ankara’yı çağrıştıran Arkanya var. Ama Arkanya senin diğer romanların dışında haritalarda yok... Ankara’nın yerine Arkanya’yı yazmak zorunluluktan öte tercih miydi? n Kimi yazarların bu türden hayali veya gerçek toprakları vardır. İçini nispeten çocukluğumun kasabasıyla doldurduğum bu kasabayı Ankara’yla değiştirdim. Arkanya benim için tahkim edilmiş bir başkent bir bakıma. Herkesin başkenti doğduğu yerdir. O yüzden Ankara yerine Arkanya’nın hikâyesini anlatmak istedim. n Tanpınar’ın anlattığı Beş Şehir’le Ucunda Ölüm Var’ın anlattığı beş şehir arasında farklar var. “ZORUNLULUĞUM GİDEREK TERCİHİM OLDU” >> 20 14 Ocak 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle