23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Yanımdasın, yine de özlüyorum seni’ Ferzan Özpetek’in ikinci kitabı “Sen Benim Hayatımsın”, adındaki gibi çift anlamlı, çift boyutlu bir anlatı. Bir yandan kitabın anlatıcısı roman boyunca sevgilisine hitap ederek onun yaşamına neler kattığını, onunla olmanın önemini, aşkının ne kadar değerli ve derin olduğunu anlatıyor. Diğer yandan hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Roma’daki yaşamını, orada kurduğu dostlukları, “ailem” dediği insanların öykülerini kaleme alıyor. şeyler de vardır. Bu yolculuğun hedefi ve sıkıntının nedeni kitaba okuyucuyu bağlayacak ana merak unsuru olarak sonuna kadar açıklanmaz. Ama küçük parçalar halinde bu ilişkinin nasıl başladığı, nasıl aşka dönüştüğü, nasıl kalıcılaştığı ve kitabın adı olan “Sen Benim Hayatımsın” duygusuna nasıl varıldığı anlatılır. Bu ana yapının içinde “değişik, harika insanlar”ı tanır, onların esas olarak aşk ve dostlukla yoğrulmuş öykülerini okur, anlatıcının, Ferzan Özpetek’in yaşamındaki yerlerini, nasıl ailesine dahil olduklarını öğreniriz. Ama kitabın sonuna geldiğinizde hemen tüm öykülerin ortak bir özelliği olduğunu fark ederiz. Öyküleri anlatılan herkes, kendi kimliği ve cinsel tercihi ile var olma savaşı veriyor, kazanıyor. Bu öykülerin tamamı kırık aşk öyküleri. En mutlu gibi görünenleri bile trajedi ile bitiyor. Ölümler, ölümlere ekleniyor. Anlatıcı ve dostlarının çevresini ölümler sarıyor yavaş yavaş. Ferzan Özpetek her şeyi filmlerinden bildiğimiz neşelihüzünlü dille anlatıyor. Ana öyküde de bir trajedi, büyük bir olasılıkla ölüm yaşanacağını düşünmeden edemiyoruz. F “AMA”LARI DÜŞÜNMEDEN mak daha zor. Ama söylediğim gibi “Sen Benim Hayatımsın”ın esas konusu bu değil. Ferzan Özpetek esas olarak filmlerinin alameti farikası olan ve bir terasta yemek yiyip tatlı tatlı sohbet ederken anımsadığımız o “değişik, harika insanlar”ın öykülerini anlatıyor. manları da düşünmek gerekiyor. Özpetek onlara pek değinmiyor. Sadece kendi deneyiminde annesinin hoşgörülü bakışını ve dayısının Roma ziyaretinde her şeyi önce hoş görüp İstanbul’a dönüşünde trajediye çevirmesini esprili ve yine neşeli bir dille anlatıyor. Dinin, devletin dayattığı cinsel kimDOBRA BİR DİL likler yerine ya da onlarla birlikte farklı Ferzan Özpetek’in biraz da masalsı kimlikleri ifade etmek, kabul ettirmek bir ortamda anlattığı “değişik, harika kolay olmadı. Özpetek’in özgürlük yılinsanlar”ın öykülerinin satır aralarını, ları diye anlattığı 70’lerin cinsel kimlikmasaldan gerçeğe dönüştükleri zalerin ifade edilmesi ve genel kabul görmesinin sağlanması açısından önemli mücadele yılları olduğunu da biliyoruz. Ferzan Özpetek bunlara değinse de ayrıntılara girmemeyi, filmlerindeki masalsı hava içinde kalmayı yeğlemiş. Kendi aşk yaşamını ise oldukça dobra bir dille anlattığını da belirtmeliyim. Bu açık yüreklilik Türk Edebiyatı’nda pek rastlanan bir şey değil. Herhalde İtalyanca yazdığını da dikkate alarak Ferzan Özpetek’i de İtalyan Edebiyatı içinde değerlendirmek gerekir. Ferzan Özpetek kitabın yapısını sevgili ile çıkılmış bir yolculuk boyunca ona anlattıkları olarak kurmuş. Hayatının aşkını bulmuştur, mutludur, aşkla doludur. Baştan anlatılmasa da bu yolculukta bir sır olduğunu hissederiz. Aşkla doludur Ferzan Özpetek’in iyi bir anlatıcı olduğunu filmlerinden biliyorduk. Bunu yazdıklarına, kitaplarına da yansıtmayı başarmış. ama canını sıkan bir Ferzan Özpetek’in filmlerinde olduğu gibi anlatıda da Roma’nın önemli bir yeri var. 70 ve 80’li yılları, cinsel özgürlük zamanlarını, gençliğin o tatlı başıboşluğunu, umursamazlığını, gözüpekliğini tatlı tatlı anlatırken Roma’yı, oradaki günlük yaşamı da ustalıkla resmediyor. Ama kitabın başında da belirttiği gibi bu tatlı hayat uzun sürmeyecektir. Her şey yavaş yavaş ve müdahale edilemez bir biçimde değişiyor. AIDS salgını, onun getirdiği ölümler değişimi hızlandırıyor. Ölüm korkusu bir gecelik ilişkileri engelliyor. Daha temkinli davranmaya başlıyorlar. Muhafazakârlaşıyorlar. Zaten yaşlar da ilerlemektedir. Eskisi gibi nerede akşam orada sabah bir yaşamı sürdürmek mümkün değildir. Sabah kalkıp gidilecek işler vardır. Sorumluluklar vardır. Onlar da ağır basıyor ve geriye özlemle anılan, öyküleri anlatılan anılar kalıyor. Ferzan Özpetek’in iyi bir anlatıcı olduğunu filmlerinden biliyorduk. Bu “iyi anlatıcılığını” yazdıklarına, kitaplarına da yansıtmayı başarmış. Filmlerindeki tadı yakalamış. Tabii bunda filmlerinden aklımızda kalan görüntülerin, imgelerin önemli bir payı var. Anlattığı öykülere de öykülerin “değişik” kahramanlarına da yabancı değiliz. Örneğin Ferzan Özpetek o eski apartmanı, binanın tepesindeki terası, terastaki masada buluşanları anlatmaya başladığında bizim belleğimizde hemen filmlerden görüntüler canlanmaya başlıyor. Bu da anlatı ile okurun özdeşleşmesini kolaylaştırıyor. Ferzan Özpetek’in akıcı, insanı saran anlatımının yanında şiirsel bir dili de var. Filmlerindeki üslubu da anlatısına yansıtmayı başarmış. İyi bir çevirmenin, Şemsa Gezgin’in katkısı ile bu tadı aynen Türkçede de alıyoruz. Aşkın cinsiyeti, yaşı, çağı, şusu busu olmaz diyor esas olarak Ferzan Özpetek “Sen Benim Hayatımsın”da. “Ama”ları düşünmeden bir ilişkiye girebiliyorsan o aşktır. Bir başkasını kendinden daha çok sevebiliyorsan o aşktır. n erzan Özpetek’in 2014’de Türkçede yayımlanan ilk kitabı “İstanbul Kırmızısı” (Can Yay.), sinema eğitimi için İtalya’ya gidişine kadarki İstanbul yaşantısına odaklanıyordu. “Sen Benim Hayatımsın”da (Kasım 2015, Çev. Şemsa Gezgin, Can Yay.) Kırk yıl önce İtalya’ya gidişinden başlayarak yaşadıklarını aşk ve dostluk temalarını esas alarak anlatıyor. Sinemacı olmak arzusu ile Türkiye’den İtalya’ya gelen gencin, Roma’da kalabalık ve eski bir semtte, asansörsüz eski bir binada yaşamaya başlaması ile birlikte yaşamı yeni bir evreye girecektir. “Yaşamöyküm işte burada başlıyor” diye anlatıyor. Yıl 1976. Henüz 17 yaşında Roma’ya geldiğinde. Ostiense Caddesi’ndeki bu beş katlı apartmanın terasında her pazar buluşup öğle yemeği yiyenler, kitabın anlatıcısının açık seçik anlaşıldığı gibi Ferzan Özpetek’in önce dostları, sonra ailesi olacaktır. Bunlar “değişik, harika insanlar”dır. “Bunlar, dünyanın büyük kısmı için o zamanlar toplum dışına itilmiş nonoş, travesti ve aykırı kişilerdi. Ama benim ‘ailem’ olacaklardı” diye anlatıyor. “Aşkın ve cinselliğin sansürsüz olduğunu ve sınırları insanın kendisinin belirleyeceğini bilirdik” diye düşünüyor. 70’lerin sonu, 80’lerin başı. İnsanlar kendi kimliklerini, cinsel tercihlerini açıkça ifade ediyor. Bu tercihlerinin öngördüğü hayatı limitlerine kadar yaşıyor. Kitabın anlatıcısı olan genç sinemacı adayı da bu insanlar arasında kendi kimliğini, tercih ettiği yaşam biçimini özgürce yaşıyor. Diğer yanda da sinemacı olarak var olma mücadelesi var. Roma’da kalacak, hayatını kazanacak ve orada kendi filmlerini çekecektir. Sinema dünyasına girmek, en alt basamaktan yönetmenlik koltuğuna kadar tırmanmak kolay bir iş değil. Bunu yabancısı olduğu bir ülkede yap 18 14 Ocak 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle