02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tan Oral, bir muzip çizer İzel ROZENTAL T >> cere içinde oturarak dışarda savrulan tipiyi izler, çoğu kere de metrelerce kar yığını arasında açılan gedikten mahalle arkadaşlarına tüyerdi. En iyi arkadaşı Sıdqıy ile itişip kakışmaya. Bahar ile birlikte de naftalinlenen tiftik çorap ve eldivenler ortadan kalkar, uçurtma sevdası başlardı. Savaş biterken aile Ağrı’dan ayrıldı. Bu anlattıklarım kadar anlatmadıklarım ve orada yaşadığımız coğrafya, çok ilerki yıllarımda ülkenin bu bölgesine ilişkin sorunları daha hakiki ve daha doğal kabule ve anlamama yol açmış olacaktı. n Nereye gidildi? n Bandırma’ya önce, birkaç ay sonra da Bursa... İkinci Cihan Harbi dedikleri bu boğazlaşma ise bendenizin ilkokula kayıt olduğu gün sona erdi. Barış için beni mi bekliyorlardı, nedir! Beybabam elimden tutup okula götürdüğünde, okulun müdürü ile babam birbirlerini tanıdılar ve sevindiler. Kendisi babamın ilkokul hocası çıktı. Şimdi ilginç geliyor bana, o zaman doğaldı. n İnşallah Bursa’da kalmışsınızdır? n Bu kez Bursa Çekirge’de ilkokulun birinci sınıfını okurken yine başka yerlere savrulduk. Üç önemli şey öğrenmiştim orada: Biri, yazı yazarken noktadan sonra büyük harfle başlandığının tarafımdan keşfedilmesi. Biri, annem pedere, çocuğa biraz yardım eder misin, dediğinde, askerce bir seda ile “kendi yapsın” demesi. Biri de sokaktan eve ağlayarak döndüğüm bir gün, anamın “Sokakta olan sokakta kalır, eve getirme!” diye diskur çekmesi. Ben de öyle yaptım. O gün bugündür, her zaman nokta koyduktan sonra, her hangi bir yazıya büyük bir saygıyla devam ederim. Bir de kendi işimi kendim yapmayı iyice abartmış olmalıyım ki yaşam boyu hep yorgun gezdim. Bir de emir almayı da emir YAŞAM BOYU YORGUN vermeyi de hiç mi hiç sevmedim, becermeye de heves etmedim. Ama sokakta olanı sokakta bırakamadığım gibi evde olanı da sokaklara taşıdım durdum, ne demekse... n Sizinle yıllardır tanışırız, birçok kez de gazete ve dergi için söyleşiler yaptık ne kadar şanslıyım ki bugün konuşkan bir gününüzdesiniz. Hani ne derler, “hayatımı anlatsam roman” olur diye. Roman olacak hali yok, zaten olan olmuş, geçen geçmiş ama sayenizde çenem düştü. Bilmiyorum bütün bunlar, yarım yüzyıldır çizgi çizmek zorunda bırakılmış, bir de onları sıkılmadan sergilemiş, yayımlamış olmanın bir ceremesi midir? Belki de buradan, dünyada yapılacak onca güzel iş varken neden ille çizgi çizeceğim diye kendini hırpalamış olan bu kişi, acaba bu soruya karşılık, işe yarar bir yanıt çıkar mı beklentisi ile konuşuyor olmasın sakın... Bakalım göreceğiz. n Bir de bütün bunlara 34. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’na Onur Çizeri seçilmeniz eklendi. Biz yine “o yıllar”a dönecek olursak... n İlkokuldan başlayan orta eğitim serüveni zorlaya zorlaya on üç yıl sürdü. Babam, okumazsam “kalaycı çırağı” olacağım tehdidi ile korkuturdu beni. Pek aldırdığımı hatırlamıyorum. Her şey olacağına varır inancına yaslanmış gibiydim. Belki de okuyup gitmemde baba korkusu da etken olmuştur. Ama yine de insan yavrusu amma kalın kafalı oluyor demek ki!.. Çocukluk ve gençliğimin en güzel yılları, bir gün beni meslek sahibi yapacak olan herhangi bir okula girebilmem için yontulmakla geçti. Güzel Sanatlar Akademisi’ne yontulmuş olarak dâhil oldum, alnımın akıyla da yükseğinden bir mimar unvanıyla bitirdim. Çok yararlandım, çok memnun kaldım, çok sevdim, çok da mutlu oldum. Pekâlâ?.. “Hayat, biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçenlerdir” derler ya. >> an Oral ile tanışıklığım 1991’e dayanır. Tanışmadığımız halde, çizgi ve mizahına duyduğum hayranlıkla kendisini ilk sergimin açılışına davet etmiştim. Bir dostum uyarmasa, sergiyi gezdiğini bile fark etmeyecektim! Behiç Ak ile birlikte gelmişler, dikkatle duvarlardaki karikatürleri inceliyorlardı. Kim derdi ki o gün, sonradan sayısız sergiyle perçinlenecek güzel ve sağlam bir dostluğun temeli atılıyordu. Gerçekten de o günden bu yana, yurtiçinde ve yurtdışında, Tan Oral ile birlikte pek çok etkinliğe katılma şansını yakaladım. Bunların büyük çoğunluğu karikatürle ilgili geziler, sergi, panel, festival ve sempozyumlardı. Ama özellikle 1998’de, Aykut Köksal ile birlikte üçümüzün başlattığı bir girişim var ki bu dostluğun pekişmesinde çok büyük rol oynadı. Yüz yaşındaki metruk bir sinagogu sanat merkezine dönüştürmek, üstelik bu eski Yahudi ibadethanesini inançları konu alan tematik bir uluslararası karikatür sergisiyle açmaya yeltenmek aklı başında bir insanın yapacağı iş değildi. Ama yaptık! Üstelik “İnançlar” konulu bu son derece kışkırtıcı karikatür sergisiyle, 2006’daki peygamber karikatürleri krizinden tam yedi yıl önce, karşılıklı tolerans ve anlayışla şimdilerde tabu sayılan bir konuda karikatür çizilebileceğini kanıtladık. O günden bu yana Schneidertempel Sanat Merkezi’nde yüz otuzun üzerinde sergi düzenlendi, çeşitli konserler ve kitap okuma günleri gerçekleşti. Farklı konularda yüzlerce karikatür, resim, fotoğraf ve kartpostal sinagogun duvarlarına çivilendi. Çivilendi derken bunu gerçek anlamda söylüyorum, zira hemen bütün sergiler için Tan Oral önceden kadastro haritasına benzer bir yerleştirme planı hazırlıyor, kimi zaman sanatçıyla birlikte, kimi zaman bir başımıza, ellerimizde çekiç ve çivilerle sergiyi kurmaya girişiyorduk. İlk zamanlar, çekici çiviye isabet ettiremeyip parmaklarımı şişirdiğim, tırnaklarımı morarttığım çok oldu. Ama zamanla Tan Oral’ın engin deneyim ve ustalığından yararlanmayı bildim ve sonunda “gözü kapalı çivi çakma” mertebesine ulaştım. Bu süre zarfında elbet salt çivi çakma yöntemini değil fakat ustanın mizah ve çizgi anlayışını gözlemleme fırsatını da yakaladım. Örneğin pek çoğumuzun önünden geçerken belki de hiç fark etmeyece ği sıradan bir nesneye nasıl farklı bir gözle baktığına, bundan mizah malzemesi çıkarttığına tanıklık ettim. Öfke seline kapılır gibi olduğu anlarda bile ki gazetecilik hayatında onu çıldırtma raddesine getirecek pek çok nahoş olayla karşılaştığını yakından bilenlerdenim mizah duygusunu yitirmediğini, kendi kendisiyle dalga geçebildiğini, eğlenebildiğini gördüm. Kimse aksini iddia edemez, Tan Oral alçak gönüllüdür! Ancak bu tevazu, aynı anda yoğun bir kendine güven duygusunun dışavurumu. Aksi halde Tan Oral mertebesindeki hangi sanatçı kendi çizgisi için “Ben kendimi pek gelişmiş görmüyorum” diyebilir? Tabii bu cümlenin bir devamı ve iddiası var. Yıllar önce kendisiyle yaptığım bir söyleşi esnasında karikatürlerini şöyle betimlemişti: “İlk çizdiğimden bu yana, kendi gözümde iyi ve kötü bulduğum çizimler vardır. Yine bir prensip olarak insanlara karşı kişisel bir sorumluluk taşıdığımı düşünürsem beni izleyecek herhangi bir kişiye karşı dürüst ve samimi olmayı önemsiyorum. Dolayısıyla iyi yanım kadar, kötü yanımı da eğer varsa beğenilen veya beğenilmeyen, her neyse, olduğu gibi sunmak istiyorum.” Aydın Engin, Nehir Söyleşilerde hüzünlü bir çizer olarak tanıtıyor Tan Oral’ı okurlarına. Ben ise onu muzip olduğu kadar sevecen bir insan olarak tanıyorum. İçtenliği bu yapısının özel yaşamında olduğu kadar eserlerine de yansımasına neden oluyor. Tıpkı kitaplarında olduğu gibi... Hem koleksiyoncu hem de arşivciyimdir. Kitaplığımda bir düzineye yakın Tan Oral kitabı mevcut; bunları raflara dizmekte güçlük çekiyorum! Ebatlarından değil, evsaflarından ötürü! İki tanesini bir araya getirmeyi başarsam bile konu ve yapı olarak üçüncüsü mutlaka farklı bir kategoriye giriyor. Örneğin Pencereler ile Yürüyenler yan yana dursa bile Kitabın Adı Budur, bambaşka bir rafa giriyor. İstanbul’u ve kentleşmeyi konu alan minicik İstanbul ile müzik temalı karikatürlerin yer aldığı Sus ve Dinle, albümleri ise hem ebat hem de evsaf olarak birbirlerinden oldukça uzakta... Yaşamındaki her olaydan kendisine bir eğlencelik pay çıkartabilen, içindeki çocuğu canlı tutmayı başarmış olan Tan, bu mizacını karikatürlerine, dolayısıyla kendine özgü mizahına ve kitaplarına da tam bir içtenlikle yansıtmayı başarıyor. n 8 5 Kasım 2015 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle