Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
34. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı Onur Çizeri: Tan Oral ‘Bildiğim çizgiden şaşmadım’ 34. İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Çizeri Tan Oral. Uzun yıllar Cumhuriyet’te çizen Oral, karikatürümüzün ustalarından. Cumhuriyet Kitap olarak kendisini kutluyor ve size, Faruk Şüyün’ün Tan Oral ile yaptığı söyleşinin bir bölümünü aktarıyoruz. FARUK ŞÜYÜN B aştan böyle bir kitap yapmamıza neden biraz hevessiz yaklaşmıştınız? Şimdi Kitap Fuarı’nda sahne ışıkları bana çevrildi ya, bu da kim, bu o olamaz, bu süklüm püklüm çelimsiz kişi gerçekten o mu, bizim seçtiğimiz kişi bu olabilir mi, dur bakalım bunu bir araştıralım, bir deneyelim, bir yanlışlık yapmayalım gibisinden sesler hiç duyulmamış bile olsa ben yine de söyleyeyim, burada da noktalayalım, diyorum. Çünkü bu söyleşi sanki bana zorla yaptırılmak istendi gibi geldi, “Bakalım yapabilecek mi?” diye. Haklıydınız, dedim ya becerebileceğimden de pek emin değildim. Ya sorular çalışmadığım yerden gelirse korkusu gibi. Ya bilemez de uydurursam... n Nasıl yani? n N’apim, hayatın acemisiyim, ilk defa yaşıyorum. Dünyaya daha önce geldiğini söyleyenler gibi tecrübeli değilim. Üstelik onlar bir dahaki gelişlerinin bile hesabını yapabiliyor. Bir daha gelmeyeceğimi biliyorum, gidince gidiş o gidiş olacak. Aklıma sevgili dostum değerli şair Halim Şefik geldi, yolda yürürken karşılaştığı tanımadığı birine, birden kısa şiirlerinden birini okuyuverirdi. Sonra da kitabını gösterir, “Yirmi yılda yazdım, üç dakikada okunuyor” derdi. Kendisi ülkenin ilk ve tek seyyar kitap satıcısıydı hem de. Okuduğu şiir “Dünyaya bu gelişimi saymayın/ Bu bir prova... Beni bir de öteki gelişimde görün/ Ayakta alkışlayacaksınız.” Pardon, siz soru soracaktınız ben de yanıtlamaya çalışacaktım. Bu söyleşi, sorucevap olacağına, cevapsoru biçiminde oluştu galiba. Sizi dinliyorum, ne soruyordunuz? n Estağfurullah. Peki, bu durumda şimdi ben bu söyleşiyi kiminle yapıyorum? n Benimle... Ben kimim? İşte Sokrates’in ünlü önermesi: “Quis ego sum.” n Yine de anlatın lütfen... n Anlatayım. Ufaktım, kent, kasaba, köy demeden oradan oraya dolaşırken büyümüş olmalıyım. Gözlerimi ilk kez, Anadolu’da bir kasabada açtığımı ise hem oranın nüfus müdürlüğünün kütük dedikleri yerinden kalkmaz koskoca defterine, hem kimliğime, o günlerin söyleyişiyle nüfus kâğıdıma, yani “kafa kâğıdı”na hem de duvarda asılı, üçgen kapaklı yeşil bez kesesinde uyuyan Kurânı Kerim’in işlemeli kabının içine, bu tarihî olayı, tarihiyle birlikte not etmişler. Bu kadar kapsamlı bir kayıt düşme işlemi karşısında buna ben de inanmak zorunda kaldım. Sanıyorum, büyük bir ihtimalle bu doğru olmalıydı. Çünkü uydurmak için kimsenin bir nedeni yoktu. Bütün bu açıklamalar benim, gözlerimi ilk kez, anamın kucağında açmış olabileceğim gerçeğini artık kesin bir dille doğrulamış olmalı. Diyelim ki bunlar yeterli değil. O takdirde eklemeliyim. Evde musluğun duvarında asılı duran ucu kırık aynaya baktığımda suratımın çilli olduğunu gördüm. Tıpkı annemin de öyle olduğu gibi. Bir de boğazıma bir şey kaçtığında aksırıp tıksırışım, bu durumda babamın çıkardığı seslere aynen benziyordu. Boğaz yapımı tamamıyla babamdan tevarüs etmiş olmalıyım. Artık kuşkum kalmadı, ben onların çocuğuydum. n Tamam tamam ben de inandım ama anlattıklarınızda önemli bir eksiklik var: Yer ve zaman. Onlar için ne diyeceksiniz? n Çok haklısınız. İki konu daha var ki, açıklığa kavuşturulmalı ve inandırıcı olmalıydı. Yer ve zamanla ilgili iki kadim soru var, onlar da şunlar: Nerede, ne zaman?.. Doğduğum kasabanın eski adı Marsıvan’dır, eşekleriyle ünlü. Yeni vardığımız yerlerde bana, “Nerelisin?”, diye sorulurdu. Söyleyince de “oradan iyi eşek çıkarmış” diye de dalga geçilirdi, bozulurdum. Ne zaman ki “o dediğiniz eskidenmiş, şim “MEMLEKETİME YAKIŞIYORUM” Can erok Hayatın acemisi olduğunu söyleyen Tan Oral, “Bir daha gelmeyeceğimi biliyorum, gidince o gidiş olacak” diyor. di iyisi dışardan geliyor” diye oralı birinin bir cevabı kulağıma geldi de rahatladım. Bazen, çok kere olduğu gibi bir yere tosladığımda kendimi “eşek kafalı” diye teselli ederim ve doğum yerim aklıma gelir, içimi güven kaplar. Memleketime yakışıyorum çok şükür, derim. Yer’im burasıydı işte!.. Ya zamanım?.. Ufaktım dedim ya, gerçekten ufaktım ve tam da doğduğum sıralarda, dünya devlerinin büyük bir paylaşım kapışmasına hazırlandığından haberim yoktu. Onların da benim dünyaya geldiğimden zerre kadar haberleri yoktu. Zaten iki yıl sonra Avrupa’da ilk top patlamış ve dünyada kıyametler kopmuştu. Daha iki yıllıktım ve buna karşı yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Daha sonraki patlamalarda da zaten pek bişey yapamayacağım, o zamandan da görüldüğü gibi “adam olamayacak çocuk şeyinden bellidir”, özdeyişinde gizliydi. Zamanım da işte o zamandı!.. n Bu tarihsel günlerde kim bilir daha da neler oldu?.. n Benim gelişimden bir yıl >> 4 5 Kasım 2015 KItap